Geçtiğimiz ay, BAK (Küresel Barış ve Adalet Kooalisyonu) tarafından Savaş tezkeresinin engellenmesinin yıl dönümü olan 1 Mart günü savaş karşıtı hareketin tüm bileşenlerinin ortak bir eylem düzenlemesi önerildi. ABD’nin Irak bataklığına saplandığı, emperyalistlerin İran’a “askeri müdahale” tartışması yaptığı, ülkemiz üzerinden savaş trafiğinin işletildiği bu dönemde, emperyalist politikalara karşı halkın, ortak demokratik eyleminin geliştirilmesi zorunluluğundan hareketle […]
Geçtiğimiz ay, BAK (Küresel Barış ve Adalet Kooalisyonu) tarafından Savaş tezkeresinin engellenmesinin yıl dönümü olan 1 Mart günü savaş karşıtı hareketin tüm bileşenlerinin ortak bir eylem düzenlemesi önerildi.
ABD’nin Irak bataklığına saplandığı, emperyalistlerin İran’a “askeri müdahale” tartışması yaptığı, ülkemiz üzerinden savaş trafiğinin işletildiği bu dönemde, emperyalist politikalara karşı halkın, ortak demokratik eyleminin geliştirilmesi zorunluluğundan hareketle bu çağrıya olumlu yanıt verdik.
Ancak yapılan ilk toplantıda, bu platforma BAK, Irakta İşgale Hayır Koordinasyonu, EMEP, SDP, TKP dışında Özgür-Der’in de çağrılmış olduğunu öğrendik. Halkevleri olarak, Türkiye’de İslamcı bir siyasi grubu demokratik bir platformun kurucu unsuru olarak kabul edemeyeceğimizi; İslamcı grupların en geniş sol güçleri bir araya getiren bir anti-emperyalist mücadele platformunun “kurucu” güçleri arasında sayılmasında ısrar edilmesi halinde, bu platformda bulunmayacağımızı bildirdik. Benzer bir tutum TKP tarafından da alındı. Bu tavrımız karşısında BAK ve Koordinasyon, Halkevlerinin ve TKP’nin platforma katılmamasını tercih etti. Özgür Der’in “platform kuruculuğundan çekilme”yi kabul etmesine rağmen BAK ve Koordinasyon, bu örgütü ısrarla “kurucu” olmaya zorladılar. Bu durum karşısında Halkevleri olarak sözkonusu platformun kuruluş çalışmasından çekildik.
Bu gelişmeler karşısında aşağıdaki açıklamayı yapmayı gerekli gördük.
1 Aralık mitingiyle başlayıp 1 Mart’ta “tezkere”nin reddedilmesiyle sona eren kitlesel savaş karşıtı hareket boyunca, ülkemizdeki sol merkezlerin büyük bir çoğunluğu, Siyasal İslam’ı “savaşa karşı çıkan bütün güçlerin birliği” adına ittifaklar yelpazesinin temel bir parçası kabul ettiler. (Başlangıçta bu “bütün güçler” içinde TÜSİAD, Doğan Medya, hatta AKP bile zikredilmişti.) Tezkerenin reddedilmesinden sonra, kimi savaş karşıtı çevreleri kapsamadığı iddiasıyla, sol güçlerin tümünü bir araya getiren platformu parçalayan bu “sol” merkezler, bir tek ittifak politikasını hassasiyetle korudular: Siyasal İslam’la ittifak arayışı…
Savaş karşıtı harekette siyasi İslam’a özel olarak yer açılmaya çalışılmasına öteden beri karşı çıktığımız bilinmektedir. “Ilımlı İslamcı” siyasi iktidarın üçüncü yılında, ABD emperyalizminin, işgal ve sömürgecilik politikalarını derinleştirmek için Ortadoğu’da yeni “Ilımlı İslam” iktidarlarının yolunu açmaya çalıştığı bu günlerde, bu tutum daha da özel bir anlam taşımaktadır.
Özellikle “karikatür krizi”yle birlikte ortaya çıkmıştır ki, ABD emperyalizmi emperyalizme karşı mücadeleye “medeniyetler çatışması” gömleğini giydirmek için özel bir çaba içerisindedir. Siyasi İslam, sınıf uzlaşmacısı ve gerici ideolojik-politik-örgütsel yapısıyla emperyalizmin “karşısında bulmak istediği muhalefet şemsiyesi”dir. ABD emperyalizmi, Türkiye’de de işbirlikçi AKP iktidarı ile “eski” payandası, kökleri Suudi gericiliğine uzanan Saadet Partisi’nin “motor” rolü oynadığı bir “islami siyaset iklimi”nin peşindedir. Bu yol ABD’ye ve oligarşiye, sağın alternatifinin sağ olduğu iktidar denklemini sürdürebilmek için uygun zeminlerden birini sunmaktadır.
Türkiye’de siyasi İslam, “yeni”, “bilinmedik”, “önemli kopuşlar yaşamış ve dönüşmüş” değildir. Siyasi islamın iktidardaki yüzü AKP hükümeti ve onun ABD işbirlikçisi, neo-liberal, dilencileştirici, halk düşmanı politikalarıdır. Siyasi islamın muhalefetteki yüzü ise temelinde AKP ile aynı ortak paydaları güçlü, gerici, bağnaz, demokrasi, özgürlük ve komünizm düşmanı islami cemaat ve akımlardır. Türkiye’de bu niteliklerin ötesine geçebilen bir “siyasi İslam” anlayışı, gerçekliği yoktur.
Bu gerçeğe rağmen Türkiye solunun çeşitli kesimleri siyasi İslam’da “reformculuk”, “barışçılık”, “anti-emperyalizm” ve hatta “devrimcilik” bulma sevdasına düşmüştür.
ÖDP’nin kontrolündeki BAK, “reformcu bir İslam”ı aramakta ve İslamcı kesimler içerisinde “hümanist”, “barışçı”, “özgürlükçü” unsurların bulunabileceği hayali kurmakta; bu nitelikte “İslamcı çevreler ve aydınlar” keşfedip bunları vitrine çıkarma gayretkeşliği göstermektedir. Herkes tarafından bilinmektedir ki, bugün için ne Türkiye’de ne de dünyada reformist, hümanist bir İslamcı akım mevcut değildir. BAK’ın bu gayretkeşlikle vitrine çıkardığı “büyük yazar ve mütefekkirler” ise, Abdurrahman Dilipak gibi, büyük sermaye ve devletle ilişkileri son derece karanlık, Türk-İslam sentezinin güncel fantezilerini yayan, ırk ve din savaşı tahrikçilerinden başkası değildir.
Başta HÖC, ESP, EMEP ve SDP olmak üzere bir çok sol grup da İslamcı kesimler içerisinde “devrimci bir dinamizm” bulmaya ve çıkarmaya çalışmaktadır. Bazı İslamcı “radikal” grupların devlet düşmanlığı, Batı düşmanlığı ve şiddete dayalı eylem ve örgütlenmeleri zaman zaman düzen dışı ve düzen karşıtı, anti-emperyalist ve devrimci bir özün dışavurumları olarak algılanabilmektedir. Bu algı çarpılması içinde Cemalettin Kaplan’ın cezaevindeki müridlerinin “mücadeleleri”nden övgüyle söz edilebilmektedir.
Türkiye’deki Siyasi İslam’ın “reformculuğu”, “özgürlükçülüğü” ve “anti emperyalizmi” tamamıyla hayal mahsulüdür. Türkiye solunun siyasi islama bu nitelikleri yükleme gayreti, zayıflıktan, yalıtılmışlıktan ve ideolojik erozyondan kaynaklanmaktadır. Solun bu tutumunun bir diğer kaynağını ise, devletin faşist çekirdeğinin elitist-laikçi tutumu oluşturmaktadır. Bir “halk düşmanlığı” biçimi olarak ortaya çıkan bu sözde laiklik anlayışının çarpıklıkları karşısına çıkma ihtiyacı, solda siyasi İslamı bir tür “halkçılık ve mağduriyet ifadesi” olarak algılama hatasına yol açmaktadır.
Türkiye’de “muhalefetteki” siyasi islamın bugünkü “anti-emperyalist” söyleminin somut içeriği yalnızca “anti-batı”dır… Siyasi İslam başka uluslar ve toplumlar üzerinde egemenlik -imparatorluk- kurma siyasetinin karşısında değildir; siyasi İslam faşizmin karşısında değildir; siyasi İslam tekelci kapitalizmin karşısında değildir… Ama siyasi İslam solun ve komünizmin uzlaşmaz düşmanıdır; ama siyasi İslam işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesini, sermayenin “himmet”ini istemekten çıkıp, mülkiyetin ortadan kaldırılması mücadelesine dönüştüğü noktada “şer” ve “fesat” olarak nitelendirmektedir; ama siyasi İslam, sola, kadınlara, Alevilere, Kürtlere karşı gerici, şoven, ırkçı, aşağılayıcı kültürel ve siyasal temaların en “kararlı” savunucusudur! Bu yüzden, Türkiye halkının anti-emperyalist tepkisi siyasi İslam kanalına yöneldiğinde hızla faşist hareketle sarmaş dolaş olmakta, MHP’yle, BBP’yle, kontr-gerillayla kaynaşmakta ve bütün özünü yitirmektedir.
Yine bu nedenle siyasi islamın “muhalefet”i de ortaoyunu benzeri bir “sözde muhalefet”tir! Bütün kesimleriyle iktidardaki AKP ile iç içe, kucak kucağa, danışıklı dövüş halindedirler… Bu durum son olarak Diyarbakır, Konya ve Çağlayan mitinglerinde somut olarak ortaya çıkmış; meydanlara dökülen yüzbinler, ABD işbirlikçisi AKP’ye karşı olabilecek en yumuşak tutum çerçevesinde “zaptedilmişler”dir. İslamcı muhalefetin bu niteliği, ABD’nin Ilımlı İslam projesinin bilinçli olarak yaratılmış bir unsurudur. İslamcılar bu tutumlarını “takiyyeciliğe” sığınarak açıklayabilmektedirler; Türkiye solunun “liberal” ve “militer” kanatları için bu ilkesizliğin ortak kaynağı ise sorgulanmalıd