Bolivya, kişi başına düşen milli gelir bakımından Latin Amerika’nın en yoksul (ve giderek daha da yoksullaşan) ülkesi. Üstelik, petrol ve doğalgaz zengini… Bölgede, rezervleri bakımından, Venezüella’nın ardından ikinci ülke. Anayasası, yeraltı kaynaklarının devlete ait olmasını öngörüyor. Ancak, neoliberal rüzgâr orada da anayasayı delmiş: Artık, doğalgaz, petrol ve madenler ”yeryüzüne çıkarıldığı andan itibaren” özel mülkiyete intikal […]
Bolivya, kişi başına düşen milli gelir bakımından Latin Amerika’nın en yoksul (ve giderek daha da yoksullaşan) ülkesi. Üstelik, petrol ve doğalgaz zengini… Bölgede, rezervleri bakımından, Venezüella’nın ardından ikinci ülke. Anayasası, yeraltı kaynaklarının devlete ait olmasını öngörüyor. Ancak, neoliberal rüzgâr orada da anayasayı delmiş: Artık, doğalgaz, petrol ve madenler ”yeryüzüne çıkarıldığı andan itibaren” özel mülkiyete intikal edebiliyor. Böylece zengin kalay madenleri özelleştirilmiş; işsiz kalan on binlerce işçinin bir bölümü kıra dönmüş; bakir toprakları işleyerek (Bolivya halkının geleneksel ürünlerinden biri olan; ancak kokainin de hammaddesini oluşturan) ”koka” üreticiliğine başlamış.
Orada da rahat yok: ABD’nin baskı ve parası karşılığında ”sıfır koka” programını benimseyen Bolivya hükümeti, orduyu koka üreticilerinin üstüne sürmüş. Ne var ki koka üretiminin yoğunlaştığı bölge, ülkenin doğusuyla batısını birleştiren ana karayolunun orta yerinde. Ve üreticiler örgütlenmişler; zaman zaman bu stratejik bağlantıyı ulaşıma kapayarak etkili bir direnmeyi hayata geçirmişler ve koka üretimine son verme programını durdurabilmişler.
***
Bir de ”su savaşları” var… Dünya Bankası/İMF reçetelerini izleyen yönetimler, kentlerin su dağıtımını özelleştirmiş ve bu temel kamu hizmetini iki çokuluslu şirkete, Bechtel’e ve Suez-Lyonnaise’e devretmiş. Şirketler, su kullanım bedellerini yükseltmişler. Yüz binlerce insan faturaları ödeyemez hale gelmişler; suları kesilmiş. Burada da örgütlü bir direnme patlak vermiş. Kent varoşlarının mahalle komitelerinde örgütlenen yoksullar, uzun süren bir mücadele sonunda Bechtel ve Suez-Lyonnaise’i ülkelerinden çıkarabilmişler. (Bakalım, Dünya Bankası, ”Yerel yönetimler bu işin altından kalkamaz; güvenilir su için özelleştirme gerekir” reçetesini Türkiye’de ne zaman pazarlamaya başlayacak? Ve Bolivya’dan kovulan çokuluslu şirketler İSKİ, ASKİ ve diğer büyük kentlerin su dağıtımını ne zaman devralacaklar?)
***
Bunlara daha ”ulusal” kapsamlı bir mücadele alanını da ekleyelim: Doğalgaz kavgası… 1996’da kabul edilen bir yasayla doğalgazla petrolün üretim ve dağıtımında yabancı şirketlerin önü tamamen açılmış. Bolivya’nın yoksulluk çemberini kırabilmesinin tek umudu olarak görülen bu iki üründen devletin elde ettiği vergi yüzde 50’den yüzde 18’e indirilmiş. Buna, bir de Şili üzerinden Kaliforniya’ya aktarılacak bir sıvılaştırılmış doğalgaz anlaşması eklenince, kent yoksullarının başını çektiği yeni bir kavga patlak vermiş. Başkent La Paz’ın sırtlarına yerleşmiş, bir milyona yakın nüfuslu varoş kenti El Alto’da örgütlenen Mahalle Komiteleri Federasyonu’nun öncülüğünde on binlerce insan, kan dökerek La Paz’ı işgal etmişler. Üst üste iki başkan doğalgaz kavgasında ”sokağa” teslim olarak istifa etmiş; biri Amerika’ya kaçmış. Erken tarihe alınan seçimler, Bolivya’nın ”aslî halklarından” bir Aymarayı, koka üreticileri sendikasının başkanı Evo Morales ‘i La Paz’daki başkanlık sarayına taşımış.
***
Yukarıda aktardıklarımı, son yılların basınından bölük pörçük izlemiş olabilirsiniz. Bunları derli toplu hatırlatmakta yarar gördüm. Zira, Evo Morales yönetiminde Bolivya çok hayati bir soruya yanıt arayacak: ”Halk, cumhurbaşkanlarını devirebiliyor; ama kendi iktidarını oluşturabiliyor mu?”
Çetin sınıf kavgaları sonunda iktidara gelen Morales, halkın özlemlerini hayata geçirmeye mi öncelik verecek? Hangi hızla? Yoksa, emperyalizmin ve Bolivya’nın egemen sınıflarının programlarını, biraz yumuşatarak, onlara saygınlık kazandırarak sürdürme işlevini mi üstlenecek?
Güç kararlarla karşı karşıya: Petrol ve doğalgaz şirketleriyle vergi pazarlığı mı yapacak; kamulaştırmaya mı gidecek? Bedelli mi, bedelsiz mi?
ABD’nin büyük öncelik verdiği AFTA’ya (Andlar Bölgesi Serbest Ticaret Anlaşması’na) girecek mi? Girmezse, Amerika’nın Bolivya kökenli tekstil ihracatına uyguladığı tercihli ticaret rejiminin son bulmasını ve tekstil sektöründe artan işsizliği sineye çekecek mi?
İMF’ye ”güle güle” mi? Yoksa, ”borç taksitlerini nasıl öderim?” endişesiyle, yeni bir İMF anlaşmasını (tüm koşullarıyla) sineye mi çekecek?
Koka üreticilerinin, topraksız köylülerin ve kent yoksullarının acil ve gündelik taleplerinde (yerli ve yabancı sermaye çevrelerinin çıkarlarıyla çeliştiği durumlarda) kimlerle saf tutacak?
Sizlere çok uzak gelse bile, bu ve benzeri sorular, sadece Bolivya halkını değil, hepimizi ilgilendiriyor.
Bu yazı, Cumhuriyet gazetesinin 8 Ocak tarihli nüshasında yayınlanmıştır.