Geçen hafta adeta, bu yılın gündeminin bir özetiydi. 2006’da küresel ekonomik ve politik gündemi, belki de krizleri belirleyecek etkenler yüzlerini gösterdiler. Uluslararası medyanın yorum sayfalarında da dikkatler, 2006 yılı boyunca gündemde kalacak konular üzerinde odaklanmıştı. Geçen haftaya bakarak 2006 yılının çok kritik bir yıl olacağını söyleyebiliriz. Sorun şu ki geçen yıl için de aynı şeyi […]
Geçen hafta adeta, bu yılın gündeminin bir özetiydi. 2006’da küresel ekonomik ve politik gündemi, belki de krizleri belirleyecek etkenler yüzlerini gösterdiler. Uluslararası medyanın yorum sayfalarında da dikkatler, 2006 yılı boyunca gündemde kalacak konular üzerinde odaklanmıştı. Geçen haftaya bakarak 2006 yılının çok kritik bir yıl olacağını söyleyebiliriz. Sorun şu ki geçen yıl için de aynı şeyi söylemiştik.
2006 gündemi
Dünya ekonomisini tartışmaya, ister istemez ABD ekonomisinden başlamak gerekiyor. Çünkü ABD ekonomisi yalnızca dünya GSH’sının yaklaşık yüzde 30’unu üretmiyor, aynı zamanda son yıllarda çok tartışılan ”küresel dengesizliklerin” de lokomotifi: ABD’de güçlü tüketim, eksi sayılara gerilemiş tasarruf oranları; Uzakdoğu’da güçlü tasarruflara karşılık yerlerde sürünen tüketim eğilimleri söz konusu. Uzakdoğu’nun (özellikle Çin ve Japonya) tasarrufları ABD halkının tüketimini finanse ediyor. Buna karşılık ABD dış borçları ve cari açığı sürekli büyüyor. Diğer bir deyişle lokomotifin yakıtı dışarıdan, ABD’nin ekonomik ve siyasi rakipleri olan Çin ve Japonya ve kısmen de Avrupa Birliği’nden geliyor. Bu bağlamda hem ABD ekonomisinin büyüme hızı, diğer ülkelere güçlü bir talep sunduğu için, hem de mali piyasaları, yatırım alanı sağladığı için, dünyanın geri kalanı açısından büyük öneme sahip. Bir yıldır bu ”saadet zincirinin” daha ne kadar süreceği tartışılıyor.
Bu kısa hatırlatmadan sonra, geçen haftanın gelişmelerine dönersek, hafta başında Dow Jones Sanayi Endeksi, 2001 Haziran’ından bu yana ilk kez 11.000’in üzerine çıktı ve ”iyimserlik piyasalara geri geldi” . Standard and Poors’dan stratejist Alec Young ‘a göre ”Borsa, uzun zamandır hiç bu kadar iyi görünmüyordu” … ”yeniden Goldilocks (masalda, ayı ailesinin evini ziyaret eden sarı saçlı kızın içtiği çorbaya atıfla) ekonomisine geri dönmüştük: Ekonomi ne çok sıcaktı ne de çok soğuk” . PNC Yatırım Başstratejisti Jeff Kleintop piyasanın ”genelde 2001’dekinden daha dengeli göründüğünü” düşünüyordu (Christian Science Monitor 11/01) Bowling Portföy Yönetimi Başstratejisti Darren Kavesh da ”Bu sahillerde tutunabilirsek, paranın piyasaya gelmesine yol açacak sürdürülebilir bir trend oluşabilir… hisse senetlerine olan güvensizlik kırılabilir” (Wall Street Journal, 11/01) diyordu.
Hafta böyle başladı ama böyle devam etmedi. Perşembe günü Wall Street Journal, Dow’un düşmeye başladığını ”Sahte Bahar” başlığıyla veriyor, Financial Times da endeksin yeniden 11.000 altına gerilemesinin, ABD ekonomisinin amiral gemilerinden, General Motors, Coca-Cola ve GP Morgan’ın hisselerindeki zayıflıktan kaynaklandığını yazıyordu. New York Post’tan John Crudele de bir başka zayıflığa dikkat çekti: Dow’un 11.000’in üstüne çıkmasının arkasında ekonominin iş yaratma kapasitesinin zayıfladığını gösteren son veriler yatıyordu. Yatırımcılar, bu verilere bakarak, Federal Reserve’ın faizleri daha fazla arttırmayacağı sonucuna ulaşmışlardı. Reel ekonomiden gelen kötü bir haber vardı borsadaki iyimserliğin arkasında.
Geçen hafta açıklanan ABD dış ticaret verileri, açığın ekimde 68.1 milyar dolardan, kasımda 64.2 milyar dolara gerilediğini gösteriyordu. Bu yeterince güçlü bir iyileşme değildi, dolar üzerinde yeniden artmaya başlayan basıncı hafifletemezdi. Çin’in döviz yönetimi direktörü Hu Ziaolian ‘ın önceki hafta ”döviz rezervlerinin yapısını optimalize etmeyi” amaçladıklarına ilişkin demecinin (Financial Times 05/01) ardından pazartesi günü, Washington Post, Çin’in 800 milyar dolarlık döviz rezervlerinin bileşimini, Avro ve bölgesel dövizlerle çeşitlendirmeye karar verdiğini yazıyordu. Buna Japon ekonomisindeki toparlanmayı, iç tüketimde ve yatırımlarda başlayan canlanmayı, bu canlanmanın Japon sermayesini ülkesine geri çekerken, uluslararası sermaye için de yeni yatırım alanları yaratacağıyla ilgili yorumları da ekleyince (Bloomberg, 02/01), spekülatörler, küresel dolar talebinde bu yıl bir yumuşama yaşanacağı sonucuna varıyorlardı (The Economist, RG Monitor).
Nihayet geçen hafta, Ortadoğu, İran’ın tavrını sertleştirerek Uluslararası Atomik Enerji Ajansıyla olan randevusuna gitmemesi, Şaron ‘un komaya girmesiyle birlikte başlayan sürecin getirdiği belirsizlikler petrolün varil fiyatını 64 doların üzerine iterek bu yıl dünya ekonomisinin siyasi riskler karşısında özellikle kırılgan olacağını gösteriyordu.
İyimserler ve kötümserler
Girişte değindiğim tartışmaların merkezinde, Australasian Financial Review’un 2006 değerlendirmesinde, başlığındaki ”2006 kaçınılmaz ekonomik yavaşlamayı getirecek mi” sorusu var. Bu soru, ABD ekonomisi yavaşlarsa, dünya ekonomisi yavaşlar varsayımından hareket ediyordu. Bu varsayımın, hâlâ geçerli olmakla birlikte, Japonya’da ve AB bölgesindeki ekonomik canlanma, Çin ve Hindistan’daki hızlı, Latin Amerika’daki büyüme oranları bağlamında giderek zayıfladığını anımsattıktan sonra, soruya ilişkin iki yaklaşıma dönersek:
İyimserler, dünya ekonomisinin ABD’deki büyümeye ve finansal piyasalarına mecbur olduğunu; Çin ve Japonya gibi ülkelerin döviz rezervlerinin, dış yatırımlarının dolara bağlı olduğunu, bu yüzden dolardaki ani bir gerilemeyi göze alamayarak ABD’yi finanse etmeye devam edeceğini savunuyor. Bu kesimde, ABD ev piyasasındaki köpüğün sönmesi halinde, toplam talepte açılacak gediği ise son yıllarda yatırım yapmakta çekingen davranan özel sektörün kapatacağına, büyümenin süreceğine inanılıyor (örneğin Wall Street Journal 3/01, yavaşlamanın, bu yıl değil de 2007’de başlamasını bekleyen Soros ‘u da iyimserler arasına katabiliriz). Bu yaklaşımın, siyasi etkenleri ve riskleri göz önüne almayan aşırı iyimserliğinin yanı sıra önemli bir mantık hatası da var: Genişleme döneminde yatırım yapmaya çekinenler, bence dönemin kapandığına ilişkin işaretler ve en azından bir belirsizlik oluşurken yatırım yapmaya kalkmazlar.
Kötümserlere gelince, bu cenahta genelde iki yaklaşım gözleniyor. The Economist, New York Times’dan Floyd Norris , Financial Times’dan Phillip Coggan, RGE Economic Monitor ve Wall Street Journal yazarı, ekonomist Nouriel Roubini, ekonominin göründüğü kadar iyi durumda olmadığını düşünüyorlar.. dış ticaret açığı, enerji fiyatları, ev piyasasındaki gerileme, siyasi istikrarsızlıklar gibi etkenlerin, doları, piyasaları ve ABD büyüme hızını olumsuz etkileyeceğini, sert bir siyasi kriz yaşanmasa bile, bu yılın sonuna doğru bir yavaşlamanın gündeme geleceğine inanıyorlar.
İkinci yaklaşım, ki IMF eski Başekonomisti, Harvard’dan Kenneth Rogoff ve Financial Times’dan Martin Wolf , Morgan Stanley’den Stephen Roach bu kategoriye sokulabilir; dengesizliklere, risklere işaret ederek daha fazla gecikmeden tedbir alınması gerektiğini vurguluyor, ancak siyasi iradenin bu tedbirleri almıyor olmasına bakarak kaygılanıyorlar. Çünkü, nasıl olsa bir gün durgunluğun geleceğini; tedbir alınmakta ne kadar gecikilirse duraklamanın o kadar sert yaşanacağını biliyorlar. Bu kesimdeki yorumcuların da öncelikle siyasi risk (terörist saldırı, yeni bir savaş) faktöründen kaygılandıkları dikkati çekiyor.
Cumhuriyet 16.01.2006
[email protected]