Monthly Review 10. Sayısı Çıktı Abone Olmak İçin burayı tıklayın Satın almak içinburayı tıklayın Monthly Review 9. Sayısı Çıktı Abone Olmak İçin burayı tıklayın Satın almak içinburayı tıklayın İÇİNDEKİLER Birleşik Devletler’de Sınıfın Veçheleri: Bir Giriş – 9 John Bellamy Foster Zenginlerin İktidarı – 15 William K. Tabb Bir Parça Sınıf İktisadı – 29 Michael Perelman […]
Satın almak içinburayı tıklayın
Satın almak içinburayı tıklayın
İÇİNDEKİLER
Birleşik Devletler’de Sınıfın Veçheleri: Bir Giriş – 9
John Bellamy Foster
Zenginlerin İktidarı – 15
William K. Tabb
Bir Parça Sınıf İktisadı – 29
Michael Perelman
Daha da Zor Zamanlar: Kayıtsız İşçiler ve ABD Kayıtdışı Ekonomisi – 41
Richard D. Vogel
Irktan ve Sınıftan Kaçış – 53
David Roediger
Katrina Kasırgası: Irk ve Sınıf Tartışması – 67
Kristen Lavelle & Joefeagin
Gerçek Siyah Orta Sınıf Lütfen Ayağa Kalkabilir mi? – 83
Sabiyha Prince
Kadınlar ve Sınıf: Kırk Yılda Ne Oldu? – 97
Stephanie Luce & Mark Brenner
Ezmenin Pedagojisi:
“Hiçbir Çocuk Geride Kalmasın”a Küçük Bir Bakış – 111
Peter McLaren & Ramin Farahmandpur
Sınıf: Kişisel Bir Hikâye – 119
Michael D. Yates
Sınıf Üzerine Altı Nokta – 137
Michael Zweig
John Kenneth Galbraith’ı Anımsamak – 148
Martha Sweezy
Avrupa’nın Emeği: Toplumsal Sözleşme’nin İdeolojik Mirası – 149
Asbjørn Wahl
Yaralıları Tedavi Etmek: İnformal İşçileri Örgütlemek – 163
Fatma Ülkü Selçuk
Merhaba…
Eylül sayımız orijinal Monthly Review’un Temmuz-Ağustos sayısı olarak hazırladığı özel sayısı. Geçen ay Paul Sweezy sayısını yayınladığımız için bu dosyayı Eylül ayında yayınlayabiliyoruz. Bu sayı, sayfa sayısı olarak biraz kalın bir sayı oldu. Sayfalar ne kadar çoğalırsa bizim işimiz de o kadar ağırlaşıyor. Hem çevirileri yapan arkadaşlara daha çok yük biniyor ve zaman kısalıyor hem de dergi maliyetimiz artıyor. Gerçi geçen ay yaptığımız mecburi zamdan sonra bir daha fiyat arttırma gibi bir seçeneği gündeme almıyoruz ancak biz dergi maliyetlerini hesaplarken normal sayıları baz aldığımız için “kalın” sayılar bizi biraz zorluyor. Yine de iyi bir iş yapıyoruz hissi aradaki farkı kapatıyor.
Bu sayımız sınıf eksenli bir sayı. ABD’de Katrina Kasırgası sırasında ve sonrasında ortaya dökülen gerçekler bu ülkede hâlâ siyahlara karşı (ve hispaniklere) yoğun bir ayrımcılığın uygulandığını ortaya çıkardı. Bu nedenle ABD solu sınıf tartışmalarını ırk tartışmalarıyla birlikte sürdürüyor uzun zamandır. Doğal olarak bu MR’nin dosyasına da önemli ölçüde etki yapmış. Ağırlıklı olarak ABD işçi sınıfı üzerinden tartışan bu dosya, yine de Türkiyeli solcular açısından ilgi çekici.
Dosyanın giriş yazısını editörümüz J. Bellamy Foster yazmış: Foster, yazısında kapitalizmin kendini sürdürmesinde önemli bir yer tutan “miras” konusuna dikkat çekiyor ve ABD’de (ve muhtemelen başka yerlerde de) ait olduğunuz toplumsal çerçeveyi belirleyen şeyin giderek daha fazla babanızın yaptığı birikim, (hatta büyükbabanızın) olduğunu belirtiyor. Sınıflar arası geçiş hikayelerinin giderek azaldığı bir kapitalizmin önümüzdeki dönemi belirleyeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. Türkiye’deki türedi zenginleri düşününce sanki bizde hâlâ böyle değil demek geliyor insanın içinden ancak çevremizde siyasi iktidarların yarattığı zenginleşmeleri bir kenara bırakırsak, “çalışarak sıfırdan zengin olmuş adam” anlatılarının ne kadar azaldığını fark edebiliriz.
İkinci makalemiz William Tabb’ın “Zenginlerin İktidarı” yazısı. Tabb, tüm yurttaş, katılım ve demokrasi söylemlerinin aksine kapitalizmin aslında zenginlerin karar verdiği, yönettiği bir iktidardan oluştuğunu, ABD’den yola çıkarak çarpıcı biçimde anlatıyor. Michael Perelman’ın “Bir Parça Sınıf İktisadı” makalesi özellikle akademik anlamda iktisadın sınıf siyaseti üzerinden, burjuvazinin gözünden değil emekçilerin gözünden yapılmasının önemini bize hatırlatıyor. Ancak Türkiye’de bu iş biraz karışık, kalkınma iktisadı bölümlerinde kalkınmanın neden mümkün olmadığının anlatıldığı bir ülkede akademisyenler ne kadar marksist kimlikli olarak gözükselerde iktisat konusunun “uzayda yaşanlar” için bir sınıf siyaseti barındırdığı söylenebilir en fazla. Okullarımızda ağırlıklı olarak piyasanın ihtiyaç duyduğu bir burjuva iktisadının geçer akçe olduğu bu gericilik yıllarında doğrudan emekçiler ve yoksul halk için eğitim ve iktisadın önemi giderek artmakta ve bunu yapmaya çalışan bir avuç akademik personelin çabaları daha da önem kazanmaktadır.
Richard D. Vogel’in “Daha Da Zor Zamanlar: Kayıtsız İşçiler ve ABD Kayıt Dışı Ekonomisi” yazısı, kayıt dışı alanlarda çalışan işçiler ve onların nasıl daha fazla sömürüldüklerini ele alan bir alan çalışması. Vogel’i izleyen üç makale “Irktan ve Sınıftan Kaçış” David Roediger, “Katrina Kasırgası: Irk ve Sınıf Tartışması” Kristen Lavelle ve Joe Feagin ve “Gerçek Siyah Orta Sınıf Lütfen Ayağa Kalkabilir Mi?” Sabiyha Prince, Katrina Kasırgası’nın ve ardından yaşananların oluşturduğu bir iklimde ABD üzerinden bir ırk ve sınıf tartışması yürütüyorlar. Kapitalizmin ve emperyalizmin ayrıştırıcı ve sömürücülüğünü, saldırganlığını sürdürmek için kullandığı ilk göz ağırısı gerekçesi “ırkçılık” bugün yerini uygarlaştırma, modernleştirme, insan hakları gibi yeni gerekçelere bırakmış gibi gözüksede, bizzat ABD’de yaşananlar ilk göz ağırısının içten içe varlığını kapitalizme içkin bir biçimde sürdürmekte olduğunu anlatıyor bizlere.
Sınıf savaşımının sürdüğü bir başka alan olan kadınların özgürleşme mücadelesinin ABD’deki son kırk yılını konu alan ve Stephanie Luce ve Mark Brennerr’in kaleme aldığı “Kadınlar Ve Sınıf: Kırk Yılda Ne Oldu?” makalesi bir bilanço çıkarmak ve sosyalist feminist bir harekete bakış açısı oluşturmak için oldukça değerli bir çalışma. Eğitim ve eleştirel pedagoji alanındaki çalışmalarından tanıdığımız ve Paul Freire, Che Guevara ve Devrimin Pedagojisi kitabı Türkçeye çevrilen, özellikle de çalışma alanı eğitimcilerin eğitimi olan Peter McLaren’in Ramin Farahmandpur ile birlikte kaleme aldığı “Ezmenin Pedagojisi “Hiç Bir Çoçuk Geride Kalmasın’a Küçük Bir Bakış” makalesi ABD eğitim sistemine eleştirel bir yaklaşımı içeriyor.
Kendi kişisel tarihini anlatırken ABD işçi sınıfı tarihinden ve değişimlerden zengin kesitler sunan Michael D. Yates aynı zamanda Monthly Review’in yardımcı editörü ve Monthly Review’in genç kuşaklara devredilmesi projesinin önemli simalarından biri. “Sınıf: Kişisel Bir Hikaye” adı altında yazdıkları bize hem ABD işçi sınıfı tarihinden kesitlere kısa bir göz atma hem de Michael D. Yates’i daha yakından tanıma fırsatı veriyor.
Dosyanın son yazısı Michael Zweig’ın altı başlık altında ABD işçi sınıfını nasıl tanımlamak gerektiğini konu alan “Sınıf Üzerine Altı Nokta” çalışması.
Bu sayımızda yine MR’nin önceki sayılarında
yer alan çeşitli makalelere yer vermeye devam ediyoruz. Bu makalelerin ilki Norveç belediye ve sağlık işçileri sendikası Fagforbundet’un yöneticisi ve Uluslararası Ulaşım İşçileri Federasyonu (ITF) Yol Ulaşım İşçileri Bölümü başkan yardımcısı Asbjørn Wahl’ın “Avrupa’nın Emeği: Toplumsal Sözleşme’nin İdeolojik Mirası” adlı ve Monthly Review’ın, Ocak 2004 sayısında yayınlanmış bir makale. Wahl aynı zamanda özelleştirmeye ve kuralsızlaştırmaya karşı mücadele eden “Refah Devleti İçin” isimli sendikal tabanlı ulusal ittifakın ulusal koordinatörü. İkinci makale ise Ankara, Atılım Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi veren Fatma Ülkü Selçuk’un derginin Mayıs 2005 tarihinde yayımlanmış “Yaralıları Tedavi Etmek: İnformel İşçileri Örgütlemek” makalesi.
Ekim ayında Tüyap Kitap Fuarı’nda olacağız. Okurlarımızla yüzyüze görüşebilmek için iyi bir fırsat olarak görüyoruz. Aynı fikirde olan okurlarımızı stantımıza bekleriz
Monthly Review Türkçe Yayın Kurulu
Satın almak içinburayı tıklayın
Monthly Review’in bu sayısı Paul Sweezy Özel Sayısı olarak hazırlanmış. Dosyanın adı: “Devrimci Bir Aydın Paul Sweezy”
İçindekiler
Hane Borçları Köpüğü / John Bellamy Foster
Emekliliğin Sonu / Teresa Ghilarducci
Depresyon, Depresyon, Borç ve Balon / William K. Tabb
Kalkınma İktisadının Neo-Liberal “Yeniden Doğuşu” / Remy Herrera
Bu Ulusa “Bir Göçmenler Ulusu” Demeye Son Verin! / Roxanne Dunbar – Ortiz
Göç ve Sınıf / Rick Wolff
Amerikan Hegemonyası: Gerileme ve Tehdit / Richard B. Du Boff
Monthly Review Nisan Sayısı Çıktı
4. Sayının İçindekiler
Binyıl Kalkınma Hedefleri: Güneyden Bir Eleştiri – Samir Amin
Birleşik Devletler Hindistan’ın Büyük Güç Olma Hevesini Neden Teşvik Ediyor – Ekonomi Politik Araştırma Birimi(Mumbai-Hindistan)
Sabit, Başıboş Ya da Çatlamış: Yirmi Birinci Yüzyıl Kentinde Çalışma, Kimlik ve Mekansal İş Bölümü – Ursula Huws
Eğitimin Özelleştirilmesi – Michael Perelman
2005 Daniel Singer Milenyum Ödülü Makalesi: Eşitliği ve Adaleti Sosyalizm Mücadelesi İçinde Sürdürmek – Daniel Finn
Rasyonel Kapitalizmin Sonu – John Bellamy Foster
Emperyalizm Gerçekten Gerekli mi –Harry Magdoff
İrtibat için: 0212 245 90 37
3. Sayı
Monthly Review Mart Sayısı
Derginin bu sayısında yayınlanan yazıların başlıkları şöyle;
Pozitif Bilim Olarak Maske Düşürme – Richard York-Brett Clark
NAFTA Koridorları
“ABD’deki Ulaşım İşlerinin Meksita’ya Taşeronlaştırılması” – Richard D. Vogel
Mücadele Bir Okuldur
“Güney Afrika, Durban’da Bir Gecekonducular Hareketinin Yükselişi” – Richard Pithouse
Çıplak Emperyalizm – John Bellamy Foster
İmparatorluk mu? Sosyal Demokrasi mi? Sosyalizm mi? – Ming Li
2. Sayı’nın İçeriği
İkinci sayımızla birlikte tıpkı basıma başladık. Bu sayıda Monthly Review İngilizce’nin Ocak sayısını yayımlıyoruz. MR Türkçe edisyonu üzüntülü bir olayla başladı. 1969’dan bu yana MR’nun ortak editörlüğünü üstlenen Harry Magdoff, 1 Ocak 2006 tarihinde 93 yaşında Burlington, Vermont’taki evinde öldü. Bazı insanlar yaşamları ne kadar uzun sürerse sürerse sürsün aramızdan ayrılırken derin bir boşluk bırakırlar. Bu onların yaşadıkları süre içerisinde hayatımızda kapladıkları yer ile doğru orantılı bir durumdur. Magdoff ile birlikte kapitalizm ve emperyalizmin Marksist analizlerini yapan son derece usta bir kuşağın son temsilcisini kaybettik. Dünyadaki tüm devrimci hareketler, yaşadığı yıllar boyunca ondan çok şey öğrendi. O bıkmadan usanmadan son günlerine dek kapitalizmin ve emperyalizmin sınırsız kötülüklerini ve ondan nasıl kurtulmamız gerektiğine dair fikirlerini ve kapitalizmin-emperyalizmin işleyiş yasalarını insanlara anlatan bir öğretmen oldu. Bununla yetinmeyerek geçen sayımızda okuduğumuz gibi son günlerine kadar reel sosyalist süreçlerin devrimci bir eleştirisi üzerinden gelecekteki sosyalizm üzerine yaklaşımlar getirdi. O yaşadığı sürece öğreten ve tüm yaşananlardan öğrenen bir sosyalist kuramcıydı. Onu saygıyla anıyoruz.
İyi ki vardın Harry
Bu sayımıza John Bellamy Foster’ın kaleme aldığı, Biographical Dictionary of Dissenting Economists (Muhalif İktisatçılar Biyografik Sözlüğü)(Northamption, MA: Edward Elgar, 2000), 385-94’te yayımlanan “Yüreğin İyimserleği” isimli makalesinin genişletilmiş ve gözden geçirilmiş hali ile başlıyoruz. İkinci makalemiz MR editörü John Bellamy Foster’ın “İmparatorluğun Yeni Jeopolitiği”. Bu makalede Foster, jeopolitik kavramını emperyalist paylaşımcılığın ideolojisi olarak değerlendirerek kavramın kendisi üzerinden bir tartışma yürütüyor.
Üçüncü makalemiz Ursula Huws’un “Ne İş Yapacağız? Bilgi Temelli Ekonomi’de Mesleki Kimliklerin Yıkımı”. Ursula Huws yazısında, kapitalizmin gelişmesine paralel giden vasıflılaşma-vasıfsızlaşma tartışmasını Dünya Bankası ve Avrupa Birliği’nin eğitim programları ve yeni “dijital okur yazarlık” bağlamında tartışıyor. Dördüncü makalemizi James Straub kaleme aldı. “Ohio’nun Zoru Neydi? Çelik Sanayi Kuşağı’nda Sendikalar ve Evangelikler” isimli yazısında Straus ABD’nin Büyük Bunalım dönemi işçi sınıfı mücadelelerinden zengin bir kesit sunarken, Başkan Bush’a son seçimlerde son anda seçim desteği veren bölgelerdeki Evangelik gericiliği ve Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı kiliselir aracılığıyla bir tür dinsel sosyal koruma faaliyetlerini işliy
or. Ülkemizdeki kimi tarikatların uyguladığı sosyal yardımlaşma faaliyetlerinin nereden türediğini merak edenler için Straub’un makalesi bir kaynak niteliğinde. Yazısını Ohio’da gelişen iki yeni işçi sendikasını anlatarak bitiren Straub umudu da orada saklıyor.
Son makalemiz “Emperyalist Yayılmacılık Çağında Devrimci Bir Oyunbozan. Kolombiya’da FARC-EP”. Bir çoklarının küreselleşme çağında gerilla hareketlerinin yeri yok düşüncesini çöpe atmasına neden olan FARC-EP ülkemizde bilinen ancak hakkında ayrıntılı bilgi olmayan bir mücadele deneyiminin adı. Bu makalede Jakes J. Brittain, FARC-EP’nin doğduğu konjonktüre, coğrafyaya ve FARC’ın tarihçesine, gelişme dinamiklerini içeren bir bakış açısıyla ışık tutuyor.
Önümüzdeki ay görüşmek üzere.
Monthly Review Türkçe Yayın Kurulu
1. Sayı’nın İçeriği
Başlarken….
1949 Mayıs ayında, Albert Einstein imzalı “Neden Sosyalizm?” başlıklı bir makalenin de bulunduğu bir sayıyla yayın hayatına başlayan ve o tarihten bu yana her ay yayınlanarak benzerine çok az rastlanan bir yayıncılık başarısını yakalayan Monthly Review dergisi (MR), sadece yayınlandığı ABD’de değil tüm dünyada yarattığı benzersiz etkilerle Marksist yayıncılığın göz nurudur. 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan devasa altüst oluşlarda, başta Çin, Vietnam, Küba, Orta Amerika devrimleri olmak üzere besleyen ve beslenen bir fikir kaynağı olmuştur. Özellikle Paul Baran ve Paul Sweezy’nin tekelci kapitalizmin, emperyalist dünya sisteminin ve bağımlı ülkelerdeki sınıfsal yapının 1945 sonrasındaki karakteristik eğilimleri konusunda derinleşen tahlilleri, dönemle ilgili klasik yapıtlar arasında yer alır.
Tüm bu süre içerisinde MR gerek teorik yaklaşımlarıyla gerekse etkilediği devrimci hareketler bağlamında ABD emperyalizminin bağrından çıkan baş düşmanı haline de gelmiştir. Özellikle bağımlı ülkelerde dekolonizasyon (resmi sömürgesizleşme) sonrasında gelişen devrimci hareketler bu süre zarfında MR tarafından sistematize edilen düşünce okulundan ve kavramsal çerçeveden derinden etkilendiler. Derginin kurucuları olan Paul Sweezy ve Leo Huberman ise, derginin kuruluşunu izleyen yıllarda McCarthy döneminin, yaygın adıyla “cadı kazanı” uygulamalarının sıkıntısını çekti.
Leo Huberman, bir kez McCarthy Komitesi’nde, bir kez de Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komitesi’nde ifade verdi. New Hampshire eyaletinde oturan Paul Sweezy, eyalet düzeyinde bir “yıkıcı faaliyetler” cadı kazanının hedefi haline getirildi. Dört yıl boyunca devam eden bu baskının ardından 1953?de, Sweezy’nin yerel eyalet “engizisyon”u diye nitelendirdiği bir merci tarafından sorguya çekildi. Sweezy mahkemeye hakaretten suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı. Temyiz başvurusu sonucu dava 1957’ye kadar sürdü. Nihayet o yıl ABD Yüce Mahkemesi kararıyla beraat etti. Sweezy bu yıllar boyunca kefalet karşılığı dışarıda kaldı. Yine bu yıllar boyunca dergi okurları abone olmak konusunda çok dikkatli olmak zorunda kaldılar. Sweezy’nin ifadesiyle yıllarca çevre fark etmesin diye dergiyi abonelere üzerinde hiçbir şey yazmayan bir kağıda sarılmış biçimde gönderdiler.
Bu ikilinin dışında Paul Baran, Harry Magdoff, Harry Braverman (ki aralarından sadece Magdoff bugün hayatta ve derginin başındadır) iktisatçı kimlikleriyle dergiye ruh veren ve derin tutarlılıklarıyla derginin bugüne değin öneminden bir şey kaybetmeden gelmesini sağlayan önemli isimler oldular. Monthly Review kendisini bir “okul” haline getiren ilk kuruluş dönemini izleyen süreçte de Marksist tartışmalar açısından canlı bir düşünsel platform olmaya devam etti. Derginin editörlüğü görevini John Bellamy Foster, Harry Magdoff’la birlikte sürdürmektedir. Samir Amin ve Mike Yates gibi isimler de MR?ye düzenli katkılarda bulunmaktadır.
Bugün bu Marksist serüven Türkiye?de devam ediyor ve dergi Türkçe olarak yayın hayatına başlıyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, 1980 sonrasından bu yana ekonomik, politik, askeri ve ideolojik alanlarda meydana gelen değişimleri açıklamaya yönelik arayışların yaygınlaştığı bir dönemde, Türkçe Monthly Review’nun, bu tartışmaları besleyen verimli bir kaynak olmasını diliyoruz.
Türkçe MR’nun ilk sayısı, derginin 2005 yılı içerisinde yayınlanmış olan makalelerinden oluşan bir seçkiyle karşınızda. Seçkinin ana gövdesini ise 2005 Temmuz-Ağustos tarihinde yayımlanan “21. Yüzyılda Sosyalizm” dosyası oluşturuyor.
Monthly Review, Şubat ayından itibaren, her ay bir ay önceki sayıyı takip ederek, (Ocak sayısı Şubat?da yayınlanacak) düzenli aylık periyodlarla Türkiyeli okuyucunun elinde olacak. Bu durumun nedeni ise aylık dergi periyodunun zorluğundan kaynaklanıyor. MR yöneticileri derginin yeni sayısını bize ancak dergi çıkmadan 5 gün önce ulaştırabiliyorlar. Çeviri ve baskı süreleri göz önüne alındığında bir ay geriden takip zorunlu hale geliyor. Türkiyeli okurun MR’ye hak ettiği ilgiyi göstereceğini umuyoruz. Önümüzdeki ay görüşmek üzere.
Türkçe Monthly Review Yayın Kurulu
Monthly Review Hakkında
Bugün bir ekol, bir okul olarak görülen MR dendimi ilk aklımıza gelecek olan terim “tekelci kapitalizm”dir. Belki de sihirli 2 kelime olarak ele alındığında bunlar ekolün anahtar kelimeleri olabilir. Marksist iktisatta “tekelci kapitalizm” terimi, kapitalizmde büyük şirketlerin egemen olduğu aşamaya atıfta bulunmak için yaygın olarak kullanılmıştır. Kapitalist gelişmenin bu aşaması 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıktı ve İkinci Dünya Savaşı sıralarında olgunlaştı.
Monthly Review Okulu
Paul Sweezy’nin, Marksist iktisattaki büyük eserlerden biri olan, Kapitalist Gelişme Kuramı adlı kitabının 1942’de yayımlanması ABD içinde Marksist analizin ayırt edici bir geleneğinin başlangıçlarını ortaya koydu; bu gelenek daha sonra, Sweezy’nin tarihçi ve gazeteci Leo Huberman’la birlikte 1949’da kurduğu Monthly Review dergisiyle ilişkilendirilecekti. Sweezy; bu kuramla Keynes’in efektif talep kuramı arasındaki yakın bağlantıyı da göstererek, Marx’ın [artı-değerin] gerçekleştirilmesi krizi kuramından yararlandı ve ekonomik durgunluk konusunda yetkin bir analiz geliştirdi. Ancak bu iki öğe Sweezy’nin eserinde birbirlerinden ayrı kaldılar. Maturity and Stagnation in American Capitalism’de Sweezy’nin kitabına ayrılan uzun bir tartışmayla Steindl’ın sunduğu eleştiri de buydu. Steindl daha bütünleşmiş bir kuramın, organik olarak, Kalecki’nin kapitalist dinamikler modeline dayanarak “Marx’tan çıkarılabileceğini” öne sürdü; Kalecki’nin modeli [artı-değerin] gerçekleştirilmesi krizi olgusunu, bir bütün olarak ekonomide artan “tekel derecesine” bağlıyordu.
Steindl’ın tezi, Sweezy’i ve Stanford’da ekonomi profesörlüğü yapan, Sweezy’nin yakın bir arkadaşı ve Monthly Review’den meslektaşı olan Paul Baran’ı çok geçmeden etkiledi. Baran 1957 yılında Büyümenin Ekonomi Politiği adlı eserini yayımladı; bu eser Kalecki ve Steindl’ın ortaya attığı tekelci kapitalizm kuramını uyarlarken aynı zamanda, kapitalizmin üçüncü dünyasındaki (çevresindeki) ülkelerin ekonomik azgelişm
işliklerinin pekiştirilmesinde emperyalizmin oynadığı rolü de analiz ediyordu.
Tezinin ikinci kısmına gelince, Baran burada Ortodoks iktisattan büyük bir kopuş gerçekleştirdi. Çevredeki yoksul ekonomilerin göreceli olarak daima “geri kalmış” olduğunu varsayan genel alışkanlığın yerine Baran soruna tarihsel olarak yaklaştı. Baran şöyle yazıyordu: “Hemen beliren sorun neden geri kalmış ülkelerde, diğer kapitalist ülkelerin tarihinden aşina olduğumuz kapitalist gelişme çizgisinde bir ilerleme olmadığı ve neden ileriye doğru hareketin yavaş olduğu ya da hiç olmadığıdır.” Ona göre cevap, Marx’ın, (açık yağma, köleleştirme ve katliamlarla tanımlanan), “ilkel birikim” olarak adlandırdığı dönemde kapitalizmin bu bölgelere getiriliş biçiminde ve bu sürecin kendisinin, sömürgeleşmiş toplumlarda “yeni oluşan sanayilerin gelişmesini engellemeye” nasıl yaradığında bulunacaktır.
Bu durumda kapitalist dünya ekonomisinde; bugüne kadar da devam eden, merkezle çevre arasındaki büyük ayrımı meydana getiren şey, Avrupalıların dünyanın geri kalanını fethetmeleri ve yağmalamalarıydı. Baran bu konuyu açıklarken kapitalizmin küreselleştirici eğilimlerinin bir sonucu olarak Hindistan ve Japonya’nın dünya ekonomisine dahil olduğu farklı yolları vurguladı: Birincisi, Andre Gunder Frank’ın daha sonra “azgelişmişliğin gelişmesi” olarak adlandıracağı kavramın bahtsız mirasını taşıyan bağımlı bir toplumsal formasyonu temsil ederken; ikincisi, ne sömürgeleştirilmiş ne de uzun vadeli eşitsiz anlaşmalara maruz bırakılmış ve böylelikle de kendi ekonomik artığı üzerindeki denetimi elinde bulundurarak merkezdeki Avrupalı güçlerin öz-merkezli çizgisi uyarınca gelişmekte özgür kalmış olan, istisnai bir toplum örneği temsil ediyordu. Bu analizin ima ettiği şey gayet açıktı: Kapitalist dünya ekonomisinin çevresine eşitsiz bir şekilde dahil olmak başlı başlına azgelişmiş ülkelerin bulundukları durumun temel sebebini oluşturur.
Baran için emperyalizm bu anlamda kapitalizmden ayrı tutulamaz. Onun başlıca dayanakları gelişmiş kapitalist dünyada geçerli olan birikim tarzında aranmalıdır. Çevredeki yoksul ülkelerin üretim ve ticaretini, kendi halklarının ihtiyaçlarından ziyade, sistemin merkezindeki zengin ülkelerin ihtiyaçlarına yönelik olarak biçimlendiren bir uluslararası işbölümü gelişmişti.
Tekelci sermayenin hareket yasalarını dikkate almayan hiçbir çağdaş emperyalizm değerlendirmesi tamamlanmış değildir. Baran, ekonomik artık kavramını, sadece çevredeki azgelişmişliğin gelişmesini analiz etmek için değil, ama aynı zamanda ABD ve diğer önde gelen kapitalist uluslarda yaşanan birikim ve durgunluk sorununa ışık tutmak için de kullandı. Bu tez, Paul Sweezy ile beraber yazılan ve Baran’ın ölümünden iki yıl sonra, 1966’da yayımlanan Tekelci Sermaye: Amerikan İktisadi ve Toplumsal Düzeni Üzerine Bir Deneme adlı eserde daha ileriye götürüldü. Tekelci Sermaye 1966 ve 1974 yılları arasında 16 dile çevrildi ve “neredeyse birdenbire” Yeni Sol’un “standart bir metni olarak benimsendi”.
Kuram genel olarak şunu ileri sürüyordu: 1930’lu yılları niteleyen durgunluk anormal bir olay değildi, aksine kapitalizmin tekelci aşamasındaki hareket yasalarına derinden gömülü olan koşulları yansıtıyordu. Bununla birlikte kitabın yazıldığı zamandaki dolaysız gerçeklik, durgunluk değil hızlı ekonomik büyümeydi. Baran ve Sweezy kitaplarının giriş kısmında şunları yazıyorlardı: “1930’ların Büyük Bunalımı Marksist kuramla fevkalade uyuşuyordu ve bu bunalımın gerçekleşmesi gelecekte benzer felaketimsi ekonomik krizlerin meydana gelmesinin kaçınılmaz olduğu inancını elbette güçlendirdi. Ancak, birçok Marksisti çok şaşırtan bir şekilde, 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana ciddi bir bunalım tekrarlanmadan yirmi yıl geçti.
Eğer tekelci kapitalist bir ekonomi, ekonomik kriz ve durgunluğa meyilliyse ABD ekonomisi 20 yıl boyunca büyük bir krize maruz kalmadan genişlemeyi nasıl başardı” Baran ve Sweezy ekonomiyi kurtarmaya yarayan ve genel eğilimin aksi yönünde etki gösteren bir dizi etmen tespit ettiler:
1) ABD’de 1950’lerde ikinci büyük otomobilleşme dalgasının neden olduğu yeni bir dönüm noktası olan uyarıcı etki (aynı zamanda çelik, cam, kauçuk ve petrol endüstrilerinin yayılması, eyaletler arası karayolu sisteminin inşası ve banliyölerin artmasının yarattığı uyarıcı da bunun içinde anlaşılmalıdır);
2) Asya’daki iki bölgesel savaşın da içinde olduğu Soğuk Savaş askeri harcamaları;
3) Satış çabasının üretime müsrif bir biçimde, artarak nüfuz etmesi ve;
4) Kapitalist ekonominin mali üstyapısının üretimi bile gölgede bırakacak ölçüde genişlemesi (Baran ve Sweezy’nin analizleri bu son unsura değinmektedir ancak buna, Sweezy’nin daha sonraki yazıları çok daha fazla vurgu yapmıştır). ABD ekonomisi bu yollarla artığı emmeyi ve böylece ciddi bir ekonomik krizi bir süreliğine önlemeyi başardı.
Bununla birlikte genel eğilimin aksi yönündeki bütün bu etmenler ya kendi kendini kısıtlayan nitelikteydi ya da tekelci kapitalist toplum için ilave çelişkiler yarattılar. Otomobilleşme, ekonominin bütün coğrafi temelindeki bir değişimin göstergesi oldu; ve bu etkiler başarıya ulaştıktan sonra süreç yavaşladı. Üstelik ufukta yeni bir dönüm noktası başlatacak olan aynı ölçekte bir yenilik de görünmüyordu; toplamdaki yatırıma olan etkisine baktığımızda ise, son yıllardaki dijital devrim bile önemsiz kaldı. Askeri harcamalara verilen önem, dünyadaki bütün askeri harcamaların kabaca üçte birini sarf eden ABD’yi küresel militarizme ve emperyalizme; aynı zamanda Soğuk Savaşın bitiminden sonra büyük ve genişlemekte olan bir silah bütçesini haklı çıkarma arayışına itti. Üretim sürecine satış çabasının nüfuz etmesi büyük miktarda işe yaramaz malın (gereksiz ambalajlar, hiç bir işe yaramayan ürünler, kullanıp atılan mallar ve üretim sürecinin kendi içinde bile ürünün modasının geçmesi) üretilmesi anlamına geliyordu. Doğal olarak bu durum, ticari maliyetler ve rekabet üzerinde etkileri olmayan bir süreç değildi.
Kapitalist ekonominin mali üstyapısındaki hızlı büyümeyle aynı anda görülen, üretimin altyapısındaki göreli durgunluk ancak bütün dünyanın kapitalist ekonomilerindeki belirsizlik ve istikrarsızlığa katkıda bulunabilirdi.
Tekelci Kapitalizm rekabetin değişen doğasıyla, birikimdeki değişikliklerle ve tekelci kapitalizm devrinde artan militarizm ve emperyalizmle ilgilendi. Bununla birlikte Marx’ın kapitalizmi eleştirisinde merkeze oturttuğu bir sorunu büyük ölçüde göz ardı etti: Emek süreci ve işçilerin sömürüsü. Bu konu; metal işkollarına bağlı endüstrilerde çalışan eski bir vasıflı işçi ve Monthly Review Press yöneticisi Harry Braverman tarafından, Emek ve Tekelci Sermaye: Yirminci Yüzyılda Çalışmanın Aşağılanması (1974) adlı şaheserinde ele alındı. Analizini Marx’ın Kapital’ine dayandıran Braverman bu analizi, 20. yüzyılın başındaki dev şirketlerle beraber ortaya çıkmış olan bilimsel yönetimin (Taylorizm) gelişmesine uyguladı. Dinmek bilmez bir işbölümü ve emeğin alt parçalara ayrılması yoluyla doğrudan üreticilerden daha büyük miktarlarda artık sızdırmayı hedefleyen güçlerin, tekelci kapitalizm altında yalnızca daha da yoğunlaştığını gösterdi. Aynı zamanda “piyasanın”, toplumsal mevcudiyetin bütün yönlerinin piyasaya bağımlı olacağı noktaya kadar “evrenselleşmesi”, “tüketim toplumunun” o çok meşhur büyümesinin ardı
nda saklı olan silsileler toplamını gösteriyordu.
Tekelci kapitalizm kuramının bir diğer uzantısı, Leo Huberman’ın ölümünden sonra 1969 yılında Sweezy ile beraber Monthly Review’in editörlüğünü paylaşmaya başlayan Harry Magdoff’un eserinde görülmektedir. Magdoff’un Emperyalizm Çağı: ABD Dış Politikasının İktisadı (1969) adlı eseri, uzun süre baskı altnda tutulmuş olan ABD emperyalizmi sorunundan başka bir şeyi hedef almıyordu. Eser ABD’nin, kendisinden önceki Britanya ve Fransa İmparatorluklarından farklı olsa da, bir imparatorluğa sahip olduğunu gösteriyordu.
Bu durum, daha sonra yaşanan Vietnam Savaşı’nın hangi bağlamda anlaşılması gerektiğini, Sovyetler Birliği’yle yaşanan çekişmeden bile daha fazla yansıtıyordu. ABD ekonomisinin dünya ekonomisine çok az müdahil olduğu yönündeki yaygın görüşe karşı çıkan Magdoff, ABD’den yurtdışına doğru gerçekleşen dış doğrudan yatırım akışını ve bunun geriye doğru gelir akışı yaratan, kâr payları birikmiş hisse senedi oluşturulmasına olan etkilerini vurguladı. Çokuluslu şirketlerin yaptığı ihracat ya da dış yatırımın gayri safi yurtiçi hasılayla karşılaştırılması şeklinde sıkça yapılan hatayı eleştirdi. Bunun yerine bu ekonomik akışların önemi ancak, onlarla ekonominin stratejik sektörleri (sermaye malları endüstrisi gibi) arasında bağlantı kurularak veya dış yatırımdan elde edilen kârlar yurtiçindeki finans dışı şirketlerin kârlarıyla karşılaştırarak tartılabilirdi. Magdoff’un belirttiğine göre, denizaşırı yatırımlardan elde edilen kârlar 1950 yılında ABD’deki finans dışı şirketlerin vergi sonrası kârlarının yüzde 10’unu oluştururken, bu oran 1964 yılında yüzde 20’nin üstüne çıktı. Magdoff “Emperyalizm Zorunlu Mu?” sorusuna cevap olarak emperyalizmin kapitalizmin küresel yüzü olduğunda ısrar etti; sistem için bu, onun kâra olan yönelimi kadar temel bir şeydi.
Magdoff’a göre 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), IMF ve Dünya Bankası’nın oluşturulması ABD’nin kendisini hegemonik bir konuma oturttuğu uluslararası bir düzenin gelişmesine yardımcı oldu. Daha 60’ların sonunda The Age of Imperialism’de, ABD sermayesinin doların dünya ekonomisindeki hegemonik konumuna dayalı olarak uluslararası mali yayılmasını ve aynı zamanda üçüncü dünyada bir borç tuzağının gelişmesini vurgulamıştı.
Sweezy, Baran, Magdoff ve Braverman tarafından Marx, Veblen, Hilferding, Lenin, Kalecki ve Steindl’ın ortaya attığı temeller üzerinden geliştirilen tekelci sermaye kuramı, şu anda yaygın olarak “küreselleşmeyle” ilişkilendirilen birçok olguyu önceden işaret etmişti. Ancak bu bakış açısına göre kapitalizm başlangıcından beri küresel bir sistemdi. “Küreselleşmenin yeni bir aşamasından” bahsedilebilmesine rağmen bu aşama, emperyalizmden ayrı tutulamayacak uzun tarihsel bir sürecin bir parçasıydı (Magdoff, Küreselleşme-Hangi Sona, s.3). Sweezy’nin belirttiği gibi kapitalizm 15 ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkmıştı. Sistem ilk ortaya çıkışından itibaren “kendi kendini yöneten merkezle bağımlı çevrenin diyalektik birliğinden” meydana gelmişti.
Küresel sistem içinde çevrede, merkezden çok daha yüksek sömürü oranlarıyla karşılaşılmaktaydı ve aynı zamanda artık, çevreden merkezin gelişme ihtiyaçlarını karşılamak üzere çekiliyordu. Bunun sonucunda, bazı çevre ülkelerdeki gelişmeye rağmen, merkez ve çevrede elde edilen gelir ve servetler arasındaki fark bir bütün olarak artma eğiliminde oldu. Bu yüzden merkezle çevre arasındaki çatışma kaçınılmazdı ve bu bazen devrim ve karşıdevrimle sonuçlanabiliyordu (bu ikincisi duruma göre ABD ve sistemin merkezindeki diğer emperyal güçler tarafından, kimi zaman doğrudan askeri müdahaleyle destekleniyordu).
Bununla birlikte emperyalizm konusunda verilen mücadele sadece Kuzey ve Güney arasında yaşanmadı. Lenin’in öne sürdüğü gibi tekelci sermayenin büyümesi, dünya sisteminin merkezindeki gelişmiş sanayi ülkeleri arasında yaşanan rekabetten ayrı tutulamazdı; bu rekabet ticaret ve para savaşları ve herkesin kendi ulusal şirketini ilerletmesinden kaynaklanan mücadeleler biçimini alıyordu. (1. ve 2. Dünya Savaşları’nda olduğu gibi savaşla bile sonuçlanabiliyordu.) Bu emperyalist rekabetin büyük kısmı çevredeki nüfuz ve denetim alanlarına yönelmişti ve büyük güçlerin her biri bazı bağımlı bölgeler üzerinde birincil olarak hak iddia ediyordu. Sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, merkezdeki durgunluk eğilimleri, çevredeki emperyalist sömürü, finansın küreselleşmesi ve gelişmiş kapitalist ülkeler arasındaki emperyal rekabet, tekelci sermaye kuramına göre tanımlanan dünyanın genel bir resmini sunuyordu. Bu görüş küreselleşmenin son aşaması hakkında bugün sıkça karşılaştıklarımızdan tamamen farklı bir yaklaşım geliştirdi. Tekelci sermaye kuramının bakış açısına göre, sistemin merkezindeki ulusal egemenlik (çevrenin aksine) aşınmadı. Dünya ekonomisi ne kuvvetli düzenleyici güçlerin eksikliği anlamında kaotiktir; ne de bazılarının iddia ettiği gibi, DTÖ ve diğer ulusüstü örgütlerin önderliğinde, sermayenin yeni bir enternasyonaline yol açmaktadır.
Zamanımızın “en güçlüsü” hâlâ ABD’dir ve ABD, 1945’ten bu yana küresel bir hegemonik emperyalizmi sürdürmeyi başardı. Diğer önde gelen kapitalist ülkeler 1970’lerden beri bu hegemonyaya meydan okumaktalar. ABD her fırsatta üstün konumunu devam ettirmeye çalıştı; bunu önde gelen askeri güç rolünü yayarak ve ekonomik ve mali gücünü kullanarak yaptı. Sweezy 1997’de Monthly Review’de şunu öne sürmüştü: “Kapitalizmin yakın tarihinde 1974-75’teki resesyonla başlayan dönemin altında yatan en önemli üç eğilim şunlardı:
1) Toplam büyüme oranının yavaşlaması,
2) Tüm dünyada tekelci çokuluslu şirketlerin artması;
3) Sermaye birikim sürecinin malileşmesi olarak tabir edilen durum. “Bu eğilimlerin tamamı kapitalizmin itici gücünün, yani sermaye birikim sürecinin ta kendisinin bir ürünüydü; küreselleşmeden kaynaklanmıyordu. Küreselleşme ise kapitalizm var oldukça devam eden, ama sadece kapitalizm çerçevesinde anlaşılabilecek olan bir süreç olarak görülmelidir. Yine de Sweezy şunu vurgulayacaktı: Sermaye birikimiyle ilişkilendirilen bu “eğilimlerin” üçünün de, “devam etmekte olan ve çeşitli süreçlerin kendisini ifade ettiği şekle damgasını vuran bir küreselleşme bağlamında meydana geldiği görülmelidir.”