Birkaç gündür Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesi karşısında çeşitli pozlar vererek duruyoruz. Dünya ayaklarımızın altından çekildi sanki. Evet, doğru. Katil aramızda! Ama zaten hep öyle değil miydi? Basının yansıttığı kamuoyu, dili tutulmuş bir şaşkınlık müsameresinde. Herkeste (Adalet Bakanı’ndan sokaktaki vatandaşa kadar) bir çaresizlik. Bastırılmış bir isyan. Vakur bir celâl. Başımıza bu da mı gelecekti? Yüce rabbim, […]
Birkaç gündür Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesi karşısında çeşitli pozlar vererek duruyoruz. Dünya ayaklarımızın altından çekildi sanki.
Evet, doğru.
Katil aramızda! Ama zaten hep öyle değil miydi?
Basının yansıttığı kamuoyu, dili tutulmuş bir şaşkınlık müsameresinde. Herkeste (Adalet Bakanı’ndan sokaktaki vatandaşa kadar) bir çaresizlik. Bastırılmış bir isyan. Vakur bir celâl.
Başımıza bu da mı gelecekti? Yüce rabbim, bu günleri de mi gösterecektin? Gurur duyan Türkiye’yi temsilen hapishane kapısında Ağca’yı bekleyen bir avuç, kim bilir ardında ya da istikbalinde kaç şeref leşi olan ‘isimsiz’ dışında kimsenin aklı yatmıyordu demek Ağca’nın aramıza katılacağına, katılır katılmaz komünistlere atıp tutacağına, tehditler savurarak işbaşı edeceğine?
Oysa katilleriyle koyun koyuna yaşamaya, hatta giderek onların katil olduklarını unutup kravatlarına bakmaya, gün görmemiş sıpacıklar gibi saygıyla titreyerek onların deneyimlerinden yararlanabilmek amacıyla ağızlarına mikrofonlar tutmaya ve bunu asla yadırgamamaya alıştırılmış bir toplumuz. Bu toplumun birlik ve beraberlik içinde başarıyla oynadığı ortak rol, şaşkınlık olagelmiştir.
Bu memlekette her an her koşulda şaşırabileceğimizi, bunun toplumumuzun olağanüstü dinamiğinin işareti olduğunu da böbür böbür hatırlatırız yeri geldiğinde. Oysa varoluşumuz, unutup barıştırılmak, zorla ve her koşul altında bildiklerimizden kuşkulanmaya yönlendirilmek üstüne mümkün olmaktadır. Yani yegâne varoluş imkânımız katillerimizle bir arada, saygı sınırları içinde seviyeli bir ilişki sürdürmektir.
Mehmet Ali Ağca, kardeşinin de gururlu bir mahalleli diliyle hatırlattığı gibi beynelmilel bir şahsiyettir. Gâvurun Tanrı’sına ateş etmiş, kubbe altında bağışlanmış, bu toprakların yetiştirmiş olduğu en şöhretli dünyalıdır. Kendini Mesih ilan etmişliği de cabası. Dudak uçuklatan bir sır perdesinin önünde duran işte böylesine zengin bir psikolojik malzeme. Yargısıyla, siyasi partileriyle, hükümeti ve basınıyla memleketin bütün güçleri onun serbest kalmasına karşı görünürken belki de gerçekten Tanr’nın gizemli işleri çerçevesinde bir mucize koyuvermiştir bu deli sandığımız mesihi parmaklıkların dışına.
Şaşkınlıktan ve vatanı adına duyduğu hicaptan sesi toklaşmış, yıkılmış fikir erbabına bakacak olursanız, basınımızın vicdani kaslarına hayran kalmamak mümkün değil. Oysa bu katil kadroyla amir-memur ilişkisi kanıtlanmış efendilerini silbaştan politik hayatlarının başında gazete kapılarında karşılayan, onların kalkan peşindeki kimliklerini meşrulaştıran aynı basın değil miydi? Pekiyi, bu (adamlar deyince de bozuluyorlar) adamlara dokunulamadıkça, onlar konuşmadık-konuşturalamadıkça, onların beslemesi bu gururlu katillerin içeride sonsuza dek tutulabilmesi mümkün müdür? Herkes kendi payına susarken, pazarlıktan başına düşen bedeli de, ödülü de iyi biliyor? Patronları hâlâ subaşlarını tutmuş, devletin sır kasalarının üstünde otururken Ağca ve benzeri katillerin artık tatlı emeklilik günleri gelmiştir.
Bir potada eriyelim
Kararttıkça, örttükçe, şaşırttıkça koyu bir bilinmezler yumağına döndüren; Meclis’in araştırma komisyon raporlarını bile tarihe kayıt düşecek meşrulukta kabul etmeyen bir dile (korkak, üstünden atlayan, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya can atan bir dil) sarılarak; sorgulamaktan geçtim bizatihi o dilin güvencesi olarak iş görmüş basının masumiyet yutkunmalarını bir tarafa bırakalım. Ağca ve tetik arkadaşlarıyla saygıdeğer efendilerinin işleri hiç de o kadar karmaşık, anlaşılamaz değildi. Yıllar boyunca kaydeden kaydetti. Saygınlığından hiçbir şey kaybetmeden, burnundan kıl aldırmadan karşımızda dikilen kurum ve kahramanlar, aşkıyla yanıp tutuştukları vatanları için savaşırken yarattıkları cehennemde üretti bu kadrolu zebanileri. Suyunu, silahını, kokainini, gururunu, ticaretini, haracını eksik etmedi. Gözü gibi baktı bu özel canavarlara. Kendi esas suretlerini tavanaralarında kilit altında tuttukları için tetikçileri kadar korkunç gelmiyorlar insanın gözüne. Şimdi kim bilir nasıl bir örgütlenmeyle atıverdikleri bu adımın ardında
Adalet Bakanı dahil öyle çok masum-gözüyaşlı-çaresiz insan bıraktılar ki şimdi mutlaka göbeklerini hoplata hoplata gülüyorlardır.
Bu belki biraz zamanı gelmeden ötüveren özgürlük kuşu Ağca, hayatımızın sabitelerinden biri olarak tescillenmiştir. Onunla yaşayacağız, yolu yok. Kimi ‘reforme’ ülkücü fikir erbabı öfkeli. Solcu olsa kimsenin böyle itirazı olmazdı diyesi emekli şerefliler. Katilime dokunma diyorlar açıkça.
Bu tahliye, uzlaşma barışma aynı potanın içinde erime projesinin önemli bir adımıdır. Hayatımızın her kuytusuna sinmiş, her yandan bizi kıskıvrak esir almış olan bu soylu büyük Türk projesi, sandığımızdan da güçlü direniyor, değişime. Farklı olmaktan, kutupları, yanları, tarafları temsil etmekten usulca kurtarılarak, yekpare bir kimliğin kefeniyle sarılıyoruz. Artık itişmenin bir manası yok. Herkes, senin gibi hatalar yaptı. Artık bunları unutup hep birlikte geleceğe doğru yürüneceeeek! Yürü! Bunca katı, bunca geçmişe bağlı kaldığın takdirde sırtlanmışsın gibi uzak duracak uygar insanlar senden. Ya sev ya terk et. İpekçi cinayetinin kilit ismi Oral Çelik (hani Malatya’da öldürülen öğretmenle ilgili dava dosyası kaybolmuştu) saygın bir işadamı değil mi? Malatyaspor’un başkanı bile oldu. Savcı Doğan Öz ile 7 TİP’linin katili Haluk Kırcı 91’de Bursa Cezaevi’nden ‘yanlışlıkla’ tahliye edilmemiş miydi?
96’da yakalandığı gün İstanbul’da firar etmiş, 99’da yakalanıp 2004’te yine ‘yanlışlıkla’ tahliye edilmemiş miydi? Çatlı’yı hatırlatmaya ne gerek; Susurluk’ta arabadan çıktığında ondan yiğit bir Anadolu delikanlısı, Yılmaz Güney’in sağa bakanı yaratma çabasına girmiş ‘uygar beyaz’ basın erbabını unuttunuz mu? Mehmet Şener’e hiç dokunulamadı. Ya Ağca’yı eylem yerine kendisinin götürdüğünü söyleyip 10 yılla kurtulan Yavuz Çaylan’a ne demeli?
Az kalsın MHP İstanbul İl Başkanı oluyordu. Yalçın Özbey ki Ağca, İpekçi’yi onun öldürdüğünü söylemişti, şimdi Brüksel’de ticaret yapıyor. Uluslararası silah ve uyuşturucu kaçakçısı ve Ağca’nın para kasası Abuzer Uğurlu’nun kaç kere yakalanıp, diğer şeref erbabı hempaları gibi mistik yollarla serbest bırakıldığını hatırlıyor musunuz? Balgat katliamının İsa Armağan’ı 7 yıl yatıp çıkmadı mı? Ardında katliamlar olan diğer bir yiğit; İbrahim Çiftçi 4 idam kararından sonra tahliye edilip iş hayatına atılmadı mı? MHP Genel Başkanlığı’na adaylığı da neden unutulsun? Bu memlekette bu isimleri say say bitiremeyiz. Üstelik bunlar telaffuz edebildiklerimiz. Bu kirli maşaları, bu gariban psikopatları yetiştiren, örgütleyen, kullanan, onlara şeref, memleketlerine gurur yakıştıranların adlarını açıkça anmak suça girer. Hem de öyle bir suç ki cezasını yukarıda andığım katillerden çok öderim.
Bu sorgulanamamış suçlularla birlikte uygar Türkiye’nin geniş ufuklarına bakıyoruz nicedir. Ağca’nın biraderi, Abdi İpekçi’nin tıynetini sorgulama cüretini gösteriyor. Kurbanların tıynetini sorguya açmak, elbet iyice alışkın olduğumuz bir tarih okuması. Bu da en azından tanımayan, bilmeyen, kendisine pek az şey aktarılmış yeni kuşakların kafasında katil-maktul ilişkisi açısından o kadar da berrak olmayan bir tablo oluşmasına yol açacaktır. İyi ya. Canım bakma, o İpekçi de az değilmiş hani!
Devletin bütün aygıtl
arının seçimi bellidir. Yüzyıl kadar önce, yıkılıp üstüne yeni Cumhuriyet’in inşa edildiği Osmanlı’nın yok ettiği-edilmesini örgütlediği-edilmesine göz yumduğu bir milyon civarında Ermeni’nin akıbeti üstüne soru sormak sizi anında hain kılacaktır. Linçin yolları en yüksek otorite tarafından açık tutulur. Ama arkasında kim bilir kaç ‘leşi’ olduğu bilinen, bu konuda gizlisi saklısı kalmamış bir maşa katilin cezaevi kapılarında aşk ve gururla karşılanması, kardeşi tarafından Abdi İpekçi’ye yönelik kirli sözler edilmesi karşısında otoritenin bir asabiyetiyle karşılaşmıyoruz. Aksine, oldukça anlayışlı davranılıyor bu yiğit Orta Anadolu güzellerine. Onlar cesur. Onlar kilit tutmuyor. Tanrı onların yanında.
16 Ocak 2006 / Radikal Gazetesi