Ariel Şaron felç geçirince, Batılı siyaset yorumcularının çoğu, dünyanın Şaron’un İsrail/Filistin’e barış getirecek planının ne olduğunu asla bilemeyeceği ve belki de başka hiç kimsenin Şaron’un çözmek üzere olduğu sorunu çözemeyeceği düşüncesine daldı. Bu bana kesinlikle anlamsız geliyor. Şaron’un planlarının ne olduğunu biliyorum, çünkü o bunları pek gizlemezdi. Ve bu planlar sorunu çözemeyecekti, çünkü köklü bir […]
Ariel Şaron felç geçirince, Batılı siyaset yorumcularının çoğu, dünyanın Şaron’un İsrail/Filistin’e barış getirecek planının ne olduğunu asla bilemeyeceği ve belki de başka hiç kimsenin Şaron’un çözmek üzere olduğu sorunu çözemeyeceği düşüncesine daldı. Bu bana kesinlikle anlamsız geliyor. Şaron’un planlarının ne olduğunu biliyorum, çünkü o bunları pek gizlemezdi. Ve bu planlar sorunu çözemeyecekti, çünkü köklü bir yanılgıya dayanıyordu.
Ulusal güvenlik, Yahudi İsraillilerin çoğunun saplantısıdır. İsrail devletinin güvenliği uzun süredir önemli ölçüde tehlikede olduğundan, bu anlaşılır bir durumdur. Ariel Şaron, hayatı boyunca, İngiliz Mandası bölgeleri ve bunun ötesindeki kimi alanlar (Golan) üzerinde İsrail için mutlak egemenlik kurma düşüyle yaşamış birisidir. Şaron bu topraklarda Yahudilerin mutlak çoğunlukta olduğu bir Yahudi devleti kurulmasını istiyordu.
Şaron bu görüşleriyle, Vladimir Jabotinsky ve onun Siyonizm içindeki revizyonist hareketinin varisi durumundadır. Jabotinsky ile ilgili bir hatırlatma yapmak gerekirse, partisini Trans-Ürdün’ün (bugünkü Ürdün) İngiliz Mandasının dışında bırakılmasına karşı çıkarak kurmuştu. (Bugünkü Likud Partisi’nin ataları olan) Revizyonistler İsrail toprakları konusunda her zaman en yayılmacı görüşteydi. Revizyonistler aynı zamanda, daima, askeri olarak güçlü (ve gerekli gördüklerinde saldırgan) bir İsrail’in gerekliliği üzerinde, yani “demir duvar” politikasında ısrarcıydılar.
Şaron ayrıca çok zeki bir askerdi. Ardı ardına gelen Arap-İsrail savaşlarında artan önemde bir rol oynadı ve İsraillilerin kendisini resmen tanıdığı 1982 Lübnan işgalinde iğrenç ününü borçlu olduğu tiksindirici bir rol oynadı. Çeşitli hükümetlerde bakan olarak, 1973’ten sonra işgal altındaki topraklarda yeni yerleşimlerin kurulmasının önünü açan bir liderdi. Ki bu yerleşimler, müstakbel barış görüşmelerinde geri dönüşü çok zor bir “faits accomplis” (oldu bitti; ç.n.) yaratma niyetiyle kuruluyordu.
Peki, ona bugünkü barıştırıcı adam şöhretini kazandıran neydi? İki şey: Birincisi Şaron’un gerçekçilik dozu. O da fark etti ki, programının bütünüyle uygulanabilirliği konusunda ABD hükümetinde bile hayli muhalefet uyanmıştı. Ve Şaron yaklaşmakta olan demografik felaketten de korkmaya başladı -doğum oranlarındaki farklılık sonucu oluşan bir Arap çoğunluğu. Ve diğer tarafta (merkeziyetçi İsrailliler ve İsrail-yanlısı Batılılar’ın tarafında) “bir yerleşim kazanılması için gereken koşulları politik olarak sadece namlı bir şahinin sağlayabileceği”ne dair gittikçe yaygınlaşan bir inanç söz konusuydu. De Gaulle ve Cezayir’in bağımsızlığı, ve Nixon’un Mao Zedung’la buluşması örneklerinden sıkça bahsediliyordu.
Şaron’un planı neydi? Arapların çoğunlukta, Yahudilerin azınlıkta olduğu bölgelerin boşaltılmasını planlıyordu. Gazze ilk adımdı, ardından Batı Şeria’daki çeşitli dağınık bölgeler geldi. Aynı zamanda Yahudi yerleşimcilerin çoğunlukta olduğu bölgeleri birleştirmeyi planladı. Bu tabii ki Doğu Kudüs’ü içermekteydi, fakat aynı zamanda şu anda etrafına duvar örülmekte olan Batı Şeria’daki üç yerleşim bölgesini de kapsıyordu. Şaron daha sonra da Filistinlilere ciddi hiçbir askeri aygıta sahip olmamaları ve İsrail’i ve yeni sınırların devamlılığını tanımaları halinde geriye kalan alanlarda bir devlet kurabileceklerini söylemeyi planlıyordu. Hiçbir Filistinli lider bu şartları kabul etmeyeceğine göre bunu tek taraflı olarak, onlara danışmadan yapmaya niyetlendi.
Yanılgı neydi? İlk olarak tüm Filistinlilerin tek taraflı olarak dayatılan bu gerçeklikle yaşamaktan başka şansları olmadığına inandı. Bunu nasıl düşündüğünü gerçekten anlayamıyorum, çünkü en ılımlı Filistinli liderler dahi bunun kesinlikle kabul edilemez olduğunu açıkça ifade etmişti. Ve tabii ki Filistinliler daha az ılımlı liderleri iktidara getirmek üzereler. Şaron ikinci olarak da, zamanın İsrail’den yana olduğuna inanıyordu. Nasıl olup da bunu düşündüğü konusu da beni aşıyor. İsrail 1973’ten beri uluslararası meşruiyetini giderek kaybetmektedir. Kibirli bir tek taraflılığın, nasıl ki Bush’un işine yaramıyorsa, İsrail’in de işine yaraması umut edilemez. Doğrusu, Şaron’un planı, İsrail’in gayri-meşrulaştırılmasını tıpkı Bush’un Irak işgalinin Amerikan gücünün düşüşünü hızlandırması gibi hızlandıracaktı.
İsrail’in ünlü diplomatı Abba Eban’ın “Araplar fırsat kaçırmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor” sözü geçen 50 yıl boyunca İsrailli liderler için daha da etkili biçimde geçerli değil midir? Şaron İsrail’in yanıltıcı politikası için son nefes olabilir. Barış, askeri değil, daima politik bir düzenlemedir.
[www.binghamton.edu/fbc/commentr adresinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]