Johannesburg- Güney Afrika’da, ırk ayrımcılığı rejimi sonrasında derinleşen sınıfsal ve cinsel eşitsizliklere karşı gelişen protesto dalgası, temel hizmetlerin piyasalaştırılmasına yönelik sermaye güdüsünü sınırlandırmaya yönelik yeni bir stratejiyi biçimlendiriyor. Soweto kentinden diğer kent gettolarına, oradan, içme suyuna ulaşamayan birçok kırsal bölgeye dek, yoksul toplulukları, su ve elektrik hizmetlerinden “ömür boyu” yararlanmayı talep etmeye başladılar. Aynı zamanda […]
Johannesburg- Güney Afrika’da, ırk ayrımcılığı rejimi sonrasında derinleşen sınıfsal ve cinsel eşitsizliklere karşı gelişen protesto dalgası, temel hizmetlerin piyasalaştırılmasına yönelik sermaye güdüsünü sınırlandırmaya yönelik yeni bir stratejiyi biçimlendiriyor.
Soweto kentinden diğer kent gettolarına, oradan, içme suyuna ulaşamayan birçok kırsal bölgeye dek, yoksul toplulukları, su ve elektrik hizmetlerinden “ömür boyu” yararlanmayı talep etmeye başladılar. Aynı zamanda da, sadece çok azı hayat kurtaran ilaç tedavisini karşılayabilen beş milyon HIV-pozitif taşıyıcısı Güney Afrikalı için “antiretroviral” ilaçlara parasız ulaşım hakkı talep ediliyor. “Meta-dışılaştırma” politik ilkesine yaslanan bu tür talepler, hizmetler alanındaki özelleştirmelerin önünü tıkamanın kilit adımı haline gelebilir.
Meta-dışılaştırma terimi İsevçli bir akademisyen olan Gosta Esping-Andersen tarafından popülerleştirildi. 1990 tarihli “Refah Kapitalizminin Üç Dünyası” isimli kitabında, İskandinav refah devletinin, yirminci yüzyılın ilk yarısında, yönetici sınıflara karşı evrensel talepleri yükselten kentsel-kırsal, işçi-köylü ittifaklarının bir ürünü olarak ortaya çıktığına işaret etti.
Bu talepler tipik olarak işçi sınıfı ve küçük köylülere, özellikle periyodik bunalım dönemlerinde, koruyucu, devlet-destekli bir güvenlik ağı yoluyla, istihdam dalgalanmaları karşısında sosyal koruma sağlamayı amaçlıyordu. Bu sosyal korumalar, on yıllar boyunca, çocuk ve yaşlıların bakımı gibi daha çok kadınları destekleyen ve özgürleştiren mütevazı emeklilik, sağlık bakımı, eğitim ve diğer parasız devlet hizmetlerinin sağlanması biçimine büründü.
Güçlü seçmen ağırlığına ve taban örgütlenmelerine sahip olan işçi-köylü ittifakları, bu hizmetler için zengin hanelerin ve büyük şirketlerin ödemede bulunmalarıyla birlikte, bu taleplerini elde ettiler.
Dünyanın diğer bölgelerindeki daha az kapsamlı refah devleti politikaları ise, kısmen güçlü emek hareketlerine ve Soğuk Savaş seçkinlerinin kapitalizme karşı sosyalist bir alternatifin ortaya çıkışından duydukları korkuya dayandılar.
Son yıllarda İskandinavya dahil birçok yerde, sivil hareketler tarafından önceden elde edilmiş olan eski sosyal yardımlar, şirketler ve aşırı sağ tarafından geriletiliyor.
Şimdiye değin, gelişmekte olan ülkelerdeki hareketlerin başını çektiği yurttaş kampanyaları, sosyal hakları hem savunmayı, hem de genişletmeyi hedefleyen meta-dışılaştırma gündemlerini yaygınlaştırarak, bu gelişmeye karşıt bir ağırlık oluşturmaya başladılar.
Belediye Hizmetlerinin Meta-dışılaştırılması
İşsizliğin yüzde 45’e ulaştığı, Brezilya ve Guatemala ile birlikte dünyanın en büyük gelir adaletsizliğine sahip olan Güney Afrika gibi eşitsiz bir yapıda, 1990’larda benimsenen piyasa-yönelimli politikalar, su ve elektrik gibi temel devlet hizmetlerini bile birçok hanenin ödeme yeteneği dışında bıraktı. Bu politikalardan bazıları, ırk ayrımcılığı sistemindan 1994 yılında yaşanan politik kurtuluş öncesinde benimsendi, ama birçoğu 1990’ların sonlarında, Dünya Bankası’nın, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın ve diğer küresel ve yerel piyasa köktencilerinin Nelson Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi (ANC) üzerindeki etkilerinin ürünü oldular.
Kanada’daki Witwatersrand ve Queens Üniversitesi’nin, Johennesburg Ünivertisesi’nde bulunan Belediye Hizmetleri Projesi (www.queensu.ca/msp), su ve elektrik metalaştırmalarına yönelik periyodik yerel ve ulusal çalışmalar yürütür. Güney Afrika’nın 44 milyonluk nüfusunun yaklaşık dörtte birinin elektrikleri ve suları geçen yıllar içinde kesildi. Birçok yerde, tam “maliyet fiyatlandırması”; yani fiyatların tam üretim ve dağıtım maliyetlerini karşılayacak biçimde belirlenmesi, yıkıcı etkiler yarattı. En önemlisi de, su kesintileri, kolera salgınlarına yol açarak, insanların işlemden geçirilmemiş ve kirli su kaynaklarına başvurmasına neden oldu.
Sürmekte olan kolera salgınının 140 binden fazla kurbana ve 250 bilinen ölüme neden olduğu sanılıyor. Salgının merkez üssü 2000 Ağustos ayında KwaZulu-Natal bölgesindeki Ngwelezane bölgesiydi. İki ay sonra, en büyük Güney Afrika gazetesi, Sunday Times, salgının, yerel yetkililerin 17 yıldır su sağlayan bir parasız su kanalını, 1980’lerin sonlarındaki kuraklık sonrasında kapatma kararından kaynaklandığını açıkladı. Parasız su Ağustos başlarında kesilmiş ve ilk kolera vakası 19 Ağustos’ta onaylanmıştı. Sonunda, sağlık yetkilileri parasız su arzının yeniden sağlanmasını talep ettiler.
Yerel hükümet tarafından, daha yüksek yetkililerin emirleri nedeniyle istenen 7 dolarlık su bağlama bedeli, binlerce kişi için karşılanabilir bir miktar değildi. Ön-ödeme sayaçlarının takılması, ki tüketicilerin faturalarını önden ödememeleri halinde su kaynakları halinde otomatik olarak kesiliyordu; binlerce dolar tasarruf etmeyi hedefliyordu, ancak yerel KwaZulu-Natal sağlık yetkililerine ve hasta insanlara milyonlara mal oldu.
Kamusal Mallar ve Devlet Hizmetleri
Devlet hizmetlerinin toplumsal ve çevresel yararlarını dikkate almayı becerememek, metalaştırmanın tipik özelliğidir. Devlet hizmetleri metalaştırıldığı ya da özelleştirildiğinde, su, elektrik, sağlık ve diğer hizmetleri sunan organlar, herkese temel hizmetlerin sağlanmasını garanti altına alan devlet yükümlülüklerinden azade özel şirketler gibi çalışırlar ya da özel şirketlere dönüşürler. Özelleştirme ya da taşeronlaştırma sözleşmesini elde eden şirket tam maliyeti kapsayan fiyat artı kar marjını karşılayamayanlara yönelik hizmeti kesme konusunda herhangi bir kaygı duymaz.
Sağlık kliniklerinin üzerine yıkılan kolera, ishal, tüberküloz ya da öteki AIDS-eğilimli enfeksiyonların sosyal ve kişisel maliyetleri ya da hastalar karşısında herhangi bir sorumluluk sahibi değildir. Kadınlar ve çocuklar büyük acılar çektiklerinde herhangi bir suçluluk hissi duymaz. Kadınlar yemek yapmak için ağaçları kesmek zorunda kaldıklarında ortaya çıkan çevresel hasarı kapatmak için herhangi bir ödemede bulunmaz. Elektrik kesintileri küçük işletmelerin çalışmasını engellediği ya da suya ve temizliğe erişim haklarını yitiren işçiler sağlıksız ve daha az üretken hale geldiklerinde ortaya çıkan yerel ekonomik maliyetlerin hiçbirisini de karşılamaz.
Su ve elektriğe eşlik eden “kamusal malların” toplumsal sonuçlarından kaçınabilme yeteneği, devasa çokuluslu şirketlerin, alt yapı sistemlerinin genişlemesini, tam da düşük gelirli insanların yaşadıkları yerlerin kenarında durdurarak muzzam karlar elde etmelerini sağlar.
Bu genellikle coğrafi bir karardır, böylece özelleştirilmiş hizmetlerden yararlanan bölgeler açıkça “en karlı” olanlardır; zengin müşteriler hizmetleri alırken yoksullar erişimden yoksun kalır. Güney Afrika’daki su özelleştirmesi pilot projelerinin çoğu siyah yerleşimlerin eski ırk ayrımcılığı sınırlarını yeniden üretti. Örneklerden birinde, Stutterheim’da, Paris-kökenli Suez şirketinin aracısı su sözleşmesini yaptığı 1993’den bu yana düşük gelirli bölgelere hizmet arzında bulunmayı başaramadı.
Saur şirketi, Dolphin Kıyısı sözleşmesini 2001 yılı ortalarında kar eksikliği nedeniyle yeniden ele almak zorunda kalırken, araştırmalar şirketin yoksulları hizmetlerden düzenli olarak yoksun bıraktığını gösteriyordu. Saur, benzer nedenlerden dolayı, Maputo, Mozambik’deki sözleşmesini de 2001 sonlarında geri çekmek zorunda kaldı. Doğu Cape bölgesindeki
yoksul Nkonkobe bölgesinde, belediye başkanı, geçen yıl Suez aracısı şirketin işine karşılanabilir hizmetleri sunamaması nedeniyle son verince, şirket buna zararını karşılamak üzere milyonlarca dolarlık bir tazminat davası açarak yanıt verdi.
Yine Suez tarafından yönetilen Johennesburg Su Şirketi, geçirgen toprak yapısına ve E. Coli bakterisinin yayılmasına karşın, tartışmalı biçimde hendek tuvaletler açıyor, böylece yoksullar tuvaletlerine su dökmek zorunda kalmayacaklar. Kitlesel ishal ve hatta geçen yıl patlak veren kolera vakalarını da içeren kamu sağlığı sorunları, 2002 Ağustos ayında Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’ni gerçekleştirecek olan evsahibi kentin yetkililerini utandırmaya devam ediyor.
Zenginler Daha Fazla mı Ödemeli?
Suyun ve elektriğin metalaştırılmasına karşı direniş genellikle tüm tüketicilere hitap eden kısa vadeli, pahalı olmayan düz tarifeleri savunuyor. Durban’da, mahalle grupları tüm belediye hizmetleri için ayda 1 dolar talebini yükseltirken, kimsenin suyu ve elektriğinin kesilmemesinde de ısrar ediyorlar. Su bakanı Ronnie Kasrils bile geçen Mayıs ayında ödeme zorluğuna bağlı kesintilerin Güney Afrika’da anayasadışı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Orta vadeli politikalar açısındansa, meta-dışılaştırmaya yönelik yeniden bölüşüm talepleri, Güney Afrika Belediye İşçileri Sendikası, Kırsal Gelişme Hizmetleri Ağı ve Soweto Elektrik Krizi Komitesi [2000’li yıllarda Soweto kentinde gelişen bu yeni toplumsal hareket, en az 3 bin ev ve işyerinin kesilen elektrik bağlantılarını yeniden açan bir doğrudan eylem taktiğine dayalı militan bir örgütlenme olarak, Özelleştirme Karşıtı Forumun da önderliğini yapıyor; ç.n.] gibi gruplarca savunuluyor. Asgari bir su miktarının; günde kişi başına 50 litrenin ve elektrik miktarının; günde kişi başına 1 kilowatt saatin, parasız sağlanmasını savunuyorlar. Parasız hizmetlerin sadece merkezi hükümetin sübvansiyonları ile değil, daha yüksek hacim kullanıcılarından alınan daha yüksek birim başına elektrik ve su bedelleriyle birlikte, “yükselen blok tarifelerle karşılanmasını; zenginlerden ve büyük sermayeden düşük-gelirli tüketiciler lehine çapraz-sübvansiyon alınmasını savunuyorlar.
Köklerini, temel hizmetleri bir insan hakkı haline getiren onyılların sosyal mücadelelerinden alan bu talepler, başlangıçta, ANC’nin ilk demokratik seçimlerdeki kampanya platformu olan, 1994 tarihli Yenidenyapılanma ve Kalkınma Programı’nda (RDP) yer alan “ömür boyu” hizmetler ve yükselen blok tarifeler vaadiyle birlikte politik onay buldu. “Herkesin sağlığına ya da iyiliğine zarar vermeyen bir çevrede yaşama hakkı vardır. Herkesin, üreme sağlık bakımı; yeterli gıda ve su da dahil olmak üzere sağlık bakım hizmetlerine ve sosyal güvenliğe hakkı vardır” diyen 1996 Anayasası tarafından da kısmen içerildi.
Dünya Bankası, Güney Afrika’nın RDP’yi ya da anayasal tahahhütlerini yerine getirecek yeterli kaynaklara sahip olmadığını ileri sürerek, acilen bu felsefi ilkenin ve politik stratejinin en etkin muhalifi haline geldi. Banka görevlileri, 1994’lerin sonlarında altyapı yatırım politikaları hakkında bir taslak hazırlayarak, “Güney Afrika’nın akar su idaresi yaklaşımının radikal biçimde gözden geçirilmesine yardımcı olmak” üzere kendinden menkul bir “enstrümantal” rol üstlendiler. 1995’de, su bakanı, Kader Asmal, Banka’nın Güney Afrikalılara parasız su sağlamama tavsiyesini kabul etti.
1998-2000 yılları arasında Dünya Barajlar Komisyonu başkanlığını da yürüten Asmal’a göre, “İleri sürdüğüm öneriler satış önerileri değildir… RDP Güney Afrika yurttaşlarına parasız su sağlamaya atıfta bulunmuyor. Böyle parasız su sağlama işlemi yerel hükümet için, ulusal bir bakan olarak benim yerel bir hükümete dayatırken olağanüstü temkinli davranmamı gerektiren mali sonuçlara yol açar”dı.
“Ömür boyu” sözcüğünün, parasız değil de, bunun yerine, “işletme ve bakım maliyetleri”; yani tam maliyet eşdeğeri biçiminde yeniden tanımlanması için bir mantık sıçraması gerekliydi. Kendi neoliberal bürokratlarının ve Dünya Bankası’nın etkisi altındaki Asmal’ın bulduğu kaygan dilsel çözümler 1990’larda artan bir acımasızlıkla uygulamaya konuldu.
Banka su görevlisi ve tartışmalı Lesotho Dağlık Su Projesi görev yöneticisi John Roome tarafından parasız ömür boyu hizmete ve yükselen blok tarifeye yöneltilen eleştiriler, yoksul tüketicilerin hiçbir şey karşılığında hizmet alma beklentisi içinde olmaları halinde, su özelleştirmesi sözleşmelerinin “yapılmasının son derece zorlaşacağı” yönündeydi. Roome, tüketicileri ödeme yapmaya zorlamak için, Asmal’ın “hizmetlerin kesilmesi yönünde inandırıcı bir tehditte bulunması” gerekiyor, diye devam ediyordu.
Banka’nın 1999 tarihli Ülke Destek Stratejisi’nde Güney Afrika için “enstrümantal” diye nitelenen ve Asmal’ın 1998 tarihli Su Fiyatlandırma Politikası’nın merkezini oluşturan tavsiyeleri kısmen bunlardı. Teknik olarak, su ve elektriğin kısa vadeli marjinal maliyet eğrileri aşağı doğru eğimli oldukları için; yani tüketim arttıkça, her bir ek birime hizmet sağlamak daha az maliyet getirdiği için; Dünya Bankası’nın “fiyatları doğru yerde tutma” tavsiyesi, yüksek hacimler tüketen kullanıcıların birim başına daha çok bedel yerine daha az bedel ödemesine neden oldu. Kısacası, özel hizmet sunucuları düşük gelirlilere daha da az miktarlarda ömür boyu tüketim hakkı sağlamayı bile reddettiler.
Parasız Ömür Boyu
Emek ve mahalle örgütlenmeleri 1990’ların sonlarında hükümetin tam maliyet fiyatlandırması politikasını sona erdirmesini talep ettiler. 1999 ortalarında Asmal’ın yerini alan Ronnie Kasrils, 2000 Şubat ayında kırsal su projeleri dramatik bir oranda başarısızlığa uğramaya başladığı zaman bir politika değişiminin ipuçlarını vermeye başladı. Birçok su bağlantısı projesinin başarısızlığa uğraması, yoksul kırsal Güney Afrikalıların sübvansiyonlar olmadan yaşamsal hizmetlerden nasıl yararlanamaz hale geldiklerini gösteriyordu. Yine de işletme ve bakıma yönelik sübvansiyonlar Asmal’ın 1994 tarihli Beyaz Raporu tarafından yasaklanmıştı.
2000 Ağustos’unda, ulusal belediye seçimlerinden yalnızca dört ay önce kolera patlak verdiği zaman, ANC hükümeti buna parasız ömür boyu hizmet vaadiyle yanıt verdi. Vaat edilen miktar, yoksul hanelerin ihtiyacının yarısına eşit ve elektrik açısından da tanımsız halde bırakılmış ise de, bu, temel ihtiyaçların yalnızca onda birini elde eden bir başarıydı.
Güney Afrika’da, bu politikayı yönetmekten sorumlu yerel ve ulusal bürokratların yaygın sabotajlarına karşın, 2001 yılında suyun parasız hale getirilmesinden bu yana, zenginlere hizmet sunumu ve hizmet kesintilerinin anayasa ihlali olarak lanetleneceği korkusuyla, yeni su özelleştirmeleri yapılmıyor.
Dünya Bankası’nın Roome ve benzeri görevlileri, Kasrils ve ANC parasız hizmet vaatlerini potansiyel tehlike olarak görüyorlar. 2000 Mart ayında, Banka’nın “Afrika Bölgesindeki Topluluk Güdümlü Kalkınma Kaynak Kitabı”, suyun fiyatlandırılması politikasını şöyle belirledi: “Bazı ulusal hükümetlerdeki politikacıları herkese parasız su kavramından uzak tutmak üzere hala çalışma yapılması gerekiyor… Kullanıcılardan alınan artan kişi başına maliyet bedeli ilkesini teşvik et. Kullanıcılardan, talebi ortaya çıkarmaları ve fonlar ve tarifeleri idare etmeye yönelik topluluk kapasitesini geliştirmeleri için ödeme-arzularına dayalı bir olumlu nakit katkı istenmeli. İşletme ve bakım maliyetlerinin yüzde 100 karşılanmasını garanti
altına al.”
Bu tür katı neoliberal politikalardan kaynaklanan toplumsal felaketler Afrika’yı kasıp kavuruyor. Kullanıcı bedelleri ve kıta çapında maliyetler fiyatlandırması çabaları sayesinde, birçok düşük gelirli insan devlet hizmetlerini satın alamıyor ve aileler kız çocuklarının okul ya da sağlık bakımına erişimindeki kesintileri kabullenmeye zorlanıyorlar.
Elektiğin ve Sağlığın Meta-dışılaştırılması
Su, aktivistlerin piyasa mantığına meta-dışılaştırma çağrıları ile yanıt verdikleri tek sektör değil. Soweto Elektrik Krizi Komitesi devlet elektrik tesislerinin özelleştirilmesinin, ödemede bulunamayanların elektriğinin kesilmesini zorunlu kıldığını ileri süren politikacılara yönelik protestolarını sürdürüyor. Nisan ayında Johannesburg belediye başkanının evinde yapılan bir gösteride, başkanın bodyguard’ı şiddet eyleminde bulunmayan bir gösterici topluluğunun üzerine, sekiz el ateş etti ve göstericilerden 87’si tutuklandı. Elli tanesi 10 gün sonra serbest bırakıldı, ancak önce Güney Afrika’da ilk kez neoliberalizmin politik tutukluları olarak adlandırılmalarına neden olan bir davada yargılandılar. Soweto protestocuları Ağustos ortalarında yargı önüne çıkarken, bodyguard önemli suçlamalara maruz kalmadı.
Aynı meta-dışılaştırma ruhu, HIV/AIDS taşıyan insanlara hayat kurtaran tedavi sağlanmasını savunan Tedavi Eylem Kampanyası ve onun ACT UP gibi uluslar arası ittifakları arasında da yaygınlaşıyor. Ama tıpkı su ve elektrikte olduğu gibi, ilaç tedavisi talebi de, ulusaşırı (ve yerel) sermaye güçlerinin engellerine çarpıyor. Maliyeci George Soros, kendisiyle geçen Nisan ayında bir söyleşi yapan Güney Afrika Yayın Kurumu’nun, HIV-pozitif taşıyıcısı Güney Afrikalıların tedavisiyle ilgili olarak sorduğu bir soruya, “Bence insanların çoğuna tedavi sağlamak uygun değil. Bence vasıflı işçilere tedavi sağlamak gerçekten de para kazandırıyor, şirketlere para kazandırıyor” diyordu.
Söyleyişi yapan kişi buna “Tedaviyi karşılayamayan insanlar için bir tür ölüm cezası anlamına gelen bir biçimde konuşmaktan rahatsız değil misiniz?” diye tepki gösterdi.
Soros şöyle yanıtladı, “Bence şimdi herkese gerçekten tedavi sunmanın maliyeti…. Bence gerçekçi değil. Elde edilebilir değil.”
Hayatta Kalmak
Yine de, son birkaç yılın Güney Afrika deneyiminin gösterdiği şey, tam maliyet fiyatlandırmasının işe yaramayacağı ve özellikle de hizmet kesintileriyle birleştiğinde direnişe neden olacağıdır.
Kuzeyliler de bu kampanyalara destek vermektedir. Örneğin, ABD’de harcanan militan çabalar, 2000 yılında ABD’nin temel sağlık bakımı ya da eğitime kullanıcı bedeli getirilmesini içeren Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası proje ve kredilerine karşı oy vermesini gerekli kılan yasaların çıkmasına neden oldu. Bu inisiyatif Banka’nın okul harçlarına uzun zamandır verdiği desteği terk ederek, bunların dayatılmasına gerçekten de karşı çıkmasına neden oldu. (Banka temel sağlık bakımında kullanıcı bedelini hala savunuyor.) Banka’nın temel eğitimdeki kullanıcı bedellerine yönelik politika değişikliği Tanzanya’nın, özellikle kız çocukları olmak üzere, 1.5 milyon çocuğun daha okula gitmesini sağlayan, kullanıcı bedellerine son verme siyasetinin önünü açtı. Kullanıcı bedeli zaferinin elde edilmesine yardım eden birçok kuzeyli aktivist şimdi suyun meta-dışılaştırılması inisitayiflerine destek veriyor.
Hem gelişen hem de sanayileşmiş ülkelerdeki kampanyaları sürdürenler; bazı hükümet yetkilileri de dahil olmak üzere, temel hizmetlerin, yalnızca özelleştirilmedikleri durumda kamusal mallar biçimine bürünen bir ek refah yaratacağında ısrar ediyorlar. Yalnızca devletin, su ve elektrik gibi kamu hizmetlerini kamusal sağlığı, cinsel eşitliği, çevresel korumayı ve ekonomik yan etkileri teşvik etmek üzere kullanabilecek bir içsel dürtüsü vardır.
Özelleştirmeciler kamusal malları görmezlikten gelmekle kalmazlar, kaçınılmaz biçimde ömür boyu hizmet sunumuna ve yeniden bölüşümcü fiyatlandırmaya da karşıdırlar. Yani, bu kadar çok Güney Afrikalının son birkaç yılda öğrenmek zorunda kaldığı üzere, özelleştirmeye karşı savaş, aynı zamanda, herkesin ihtiyacını duyduğu temel hizmetleri, yalnızca hayatta kalmak için, meta-dışılaştırma savaşıdır da.
Patrick Bond, Johannesburg’daki Wits Üniversitesi profesörü, “Unsustainable South Africa: Environment, Development and Social Protest” kitabının yazarı ve “Fanon’s Warning: A Civil Society Reader on the New Partnership for Africa’s Development” editörü. 2002 tarihli bu yazı özellikle Güney Afrika’da oluşan önemli mücadele birikimine eşlik eden “meta-dışılaştırma” kavramına yönelik tartışmalara bir giriş olarak çevrilmiştir.
Kaynak: www.dsp.org sitesinden sendika.org tarafından çevrilmiştir