Şehir kar altında bembeyaz. Vitrinlerde yılbaşı çamları, ortalık ışıklar içinde. Alışverişe çağırıyor beyaza, yeşile, kırmızıya kesmiş dükkanlar, insanları. Yeni bir yıla girmekte ömrümüz. Zaman; insanın kendini tanımlamak için bulduğu en büyük soyutlama, yine akıyor. Yaşamın hızı ve yoğunluğu zamanla yarışabiliyor ancak. Eylemin hızındaki değişim zamanı anlamamıza yarıyor. Zamanı bölen insan soyu, referans saydığı başlangıcı kutluyor. […]
Şehir kar altında bembeyaz. Vitrinlerde yılbaşı çamları, ortalık ışıklar içinde. Alışverişe çağırıyor beyaza, yeşile, kırmızıya kesmiş dükkanlar, insanları. Yeni bir yıla girmekte ömrümüz. Zaman; insanın kendini tanımlamak için bulduğu en büyük soyutlama, yine akıyor. Yaşamın hızı ve yoğunluğu zamanla yarışabiliyor ancak.
Eylemin hızındaki değişim zamanı anlamamıza yarıyor. Zamanı bölen insan soyu, referans saydığı başlangıcı kutluyor. Yılbaşı kutlamalarının geçmişi Mezopotamya’ya dayanıyor. Bilinen ilk yılbaşı festivali Babil’de kutlanıyor. Kutlamalar Mart sonu başlıyor ve 11 gün sürüyor. Bir tür doğanın uyanışı festivalidir. Sümerlerde ise baş tanrı Marduk’un kaos ile mücadelesini simgeleyen Zagmuk günü 12 günlük bir festivale konu oluyor. Doğanın uyanışının simgesel kutlanışından yılbaşına uzanıyor gelenek. İdeolojinin gücü bu.
Tıpkı, Sevgililer Günü’nde olduğu gibi, Hristiyanlık yasaklamada başarılı olamadığı inanışları dönüştürerek evcilleştiriyor. Noel, eski bir Mithra geleneği. Hristiyan aleminin Noel olarak kutladığı 24 Aralık, güneşin doğum günü sayılıyor. Kış dönümü olarak kabul ediliyor. Bu günde günahlardan arınılacağına inanılıyor. Mithra-Varuna en büyük Hint tanrısı, diğerleri İndra ve Nasatya. İsa’dan binlerce yıl önce var olan tanrısal düzeni anlatıyorlar. Bu tanrılar Hindistan’dan İran’a, Anadolu’dan Roma’ya dek kabul edilmiş durumdalar. Hititler ile Mitanniler arasında İsa’dan 14 yüzyıl önce imzalanan bir barış anlaşmasında bu üç tanrı garantör olarak gösteriliyor. Hindistan’dan Anadolu’ya bir tanrısal düzen söz konusu oluyor.
Sanskritçe “Mitra”, İran’ca “mihr” ve Türkçe “gök”, Latince Jüpiter, Elence Zeus, tanrı anlamına geliyor. Hepsi ışıkla, parlaklıkla bağlantılı sözcükler. Mithra-Varuna yönetiyor, İndra savaşları idare ediyor. Nasatya ise çalışanların tanrısı oluyor. Hıristiyanlar, 24 Aralık’ı uzun süre yasakladıktan sonra Hz. İsa’nın doğum gününe dönüştürüyorlar. İsa’nın doğum günü Mezopotamya festival gelenekleriyle birleşiyor. Kuzey Avrupalı tanrılar Odin ve Thor’un, çocukları ziyaret edip hediyeler bırakması geleneği de işin içine giriyor.
Ancak ritüellerin tamamlanması için tanrıların yerini tutacak bir de aziz gerekiyor. Burada Aziz Nicholaus ortaya çıkıyor.. Bütün pagan tanrılar Hristiyanlıkta azizlere dönüşüyor. Bir rivayete göre Antalya Demre’de yaşamış olan Nicholaus adlı bir din adamı, çocukların, denizcilerin ve tutsakların koruyucu azizi sayılıyor. Kızakla dolaşıp çocuklara hediyeler dağıtan Kelt ve Cermen tanrıları miti ile birleşince Fransızlarca Pere Noel, Türkiye’de ondan esinlenerek Noel Baba, Amerika’da Santa Claus, İngiltere’de Pather Cristmas adıyla anılmaya başlayan bir mit doğuyor. İsa’nın doğum günü ve yılbaşı geleneğine ekleniyor..
Bu gelenek, Amerika’ya Hollandalı ve Alman göçmenler tarafından taşınıyor. Amerikan kapitalizmi onu kültür endüstrisinin bir parçası haline getiriyor. Noel Baba 19’uncu yüzyılda bir çizgi roman kahramanına dönüşüyor. 3 Şubat 1863 yılında ilk kez Thomas Nast’ın çizgileri Harper’s Weekly dergisinde yayımlanıyor. Daha sonra devamı geliyor. Serileri yayımlanmaya başlanıyor. Ve sonunda Noel Baba, Amerikan hayat tarzının ve Amerikan emperyalizminin simgesi Coca Cola’nın 1931’deki reklam kampanyasında kullanılıyor.
Cola Firması, bu pagan efsaneyi bir reklam figürü haline getiriyor. O güne dek yeşil mor giysilerle dolaşan Noel Baba kırmızıya bürünüyor. Kola kırmızısı artık Noel Baba’nın simgesi oluyor. Kola afişlerinde kullanılan Haddon Sundblom çizgisi bugün bilinen Kola renkleriyle donanmış tombul, kırmızı yanaklı, beyaz saçlı Noel Baba figürünü oluşturuyor. Kelt efsanesindeki kızaklar ve hediyelerle birleşince Kuzey kutbunda oturan geyiklerin çektiği kızağıyla uçan çocuklara bacalardan hediye bırakan günümüzün en popüler pop idollerinden biri haline geliyor. Tüketim ideolojisine eklemleniyor.
İlk kez 16. yüzyılda Almanya’da görülen Noel ağacı uygulaması, 19. yüzyılda Slavlar arasında da yaygınlaşıyor. Aslında uygulama yine pagan geleneklerinden kalmadır. Ve yine Mezopotamya kökenlidir. Eski Mezopotamya’da ışık ağacı diye biliniyor: Ve Sümer kozmogonisinden Anadolu, İran, Uzak doğu ve Orta Asya’ya yayılıyor. Sümer ışık ağacı, İncil’de ve Kuran’da da yer alıyor. Ve hayat ağacı olarak cennetin kapısında duruyor. Adem ve Havva şeytana kanıp onun meyvelerinden yiyerek cennetten kovuluyorlar. Ağaç süslemeleri ise Asur kaynaklıdır. Asurlular ağaçları kutsal sayıyorlar. Özellikle yapraklarını dökmeyen çam ve hep yeşil kalan servi gibi ağaçlar bereketin ve ölümsüzlüğün simgesi oluyor. Bu ağaçlar, yine bereketin simgesi sayılan boğa yumurtalarıyla süsleniyor. Benzer gelenek Kuzey Avrupa halkları arasında da var. Hristiyanlığa aktarılıyor. Kentleşme ile birlikte ağaçlar kesilip evlere konuyor. Ağaç, mumlar ve yumurtalarla süslenmeye başlanıyor. Zamanla bunların yerini de ampuller ve süsler alıyor.
Mithra inancı, Hint-Avrupa sisteminde evrensel bir ideolojik düzendir. Bu en eski evrensel düzen ve İsa’dan önceki dönemin mitolojik gelenekleri yine dinler aracılığıyla günümüze dek ulaşmıştır. Ve kültür endüstrisine eklemlenmiş hali, Amerikan kültürünün hegemonyacı karakteri nedeniyle de tüm dünyaya yayılmıştır. 1 Ocağın bugün kullandığımız takvimin ilk günü olması da Romalılar zamanındadır. Ürününün ekilmesi ve taşkınlara göre düzenlenen yeni yıl giderek Roma devlet idaresinin kurallarına uyularak 1 Ocağa çekilmiştir.
Türkiye’de bilinen ilk kutlama 1829’dadır. Yani Batılılaşma ve Tanzimat’ı beklemek gerekmiştir. İlk kez, İngiliz Büyükelçisi bir Noel partisi düzenlemiştir. Ekim Devrimi ile Rusya’dan kaçan Beyaz Ruslar kutlamaları İstanbul’a taşımışlardır. Ancak kutlamaların gelenekselleşmesi Kemalist modernleşme hamlelerinin başlamasıyla olmuştur. 26 Aralık 1925 yılında Rumi takvimden Miladi takvime geçilmiş, 1926 yılına girilen yılbaşı hafta tatili olan Cuma gününe denk gelince de yeni yıl kutlamaları yapılmıştır. Ancak 1931 yılında Tayyare Piyangosu yani Mili Piyangonun ilk yılbaşı çekilişini düzenlemeye başlamasıyla kutlamalar daha da yaygınlaşmıştır. Yılbaşı ağaçları ve Noel Babalar ise Amerikan kültürünün etkisiyle yaygınlaşır. 1955 yılında Dermeli Noel Baba keşfedilir. Ve ilk Noel Babalı posta pulları çıkarılır. Yani ideolojik düzen antik çağlardan Türkiye Cumhuriyeti’ne hükmünü sürdürür.
Kültür endüstrisinin, eski olanla tanıdık olanı yeni bir nitelikte birleştirme özelliği Noel Baba ve yılbaşı kutlamaları örneğinde de çok belirgindir. Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen ve çoklukla o tüketimin yapısını belirleyen ürünler, tüm sektörlerde az çok bir plana göre birbirini tamamlayacak tarzda üretilir. Kültür endüstrisi bilinçli olarak tüketicileri kendisine uydurur. Böylece, yöneltildiği kitlelerin bilincini ve bilinçaltını yönlendirir. Emperyalist politikaları üretenler siyasal pratiğin kültürel boyutunun önemini çok iyi kavramışlardır.
Özellikle emperyalist kültür endüstrisi için biçimlendirilmiş olan kitle iletişim araçları teriminin zararsız ve tarafsız bir vurgusu vardır. Oysa kitle iletişim araçları kendilerini kontrol eden tekellerin sesidir. Kültür endüstrisi verili ve değişmez sayılan zihniyeti çoğaltmaya ve güçlendirmeye çalışır. Ve pratiğini kâr güdüsü yönlendirir. Ancak sorun sadece kâr değildir. Kültür endüstrisi emperyalist kültürel hegemonyanın en etkin aracıdır. Bilindiği gibi kültü
rel hakimiyet, herhangi bir sömürü sisteminin sürdürülmesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Emperyalist kültür endüstrisi medyalar aracılığıyla bütünlüklü kültürel kontrol sağlar. Bu da emperyalist sömürü mekanizmalarını rahatlatır. Ezilenlerin değer, gelenek ve davranışlarını emperyal çıkarlara göre yeniden düzenler.
Kültür söz konusu olduğunda “endüstri” terimi doğrudan doğruya üretim sürecini değil, kültürel malın standardizasyonunu ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleştirilmesini anlatmak amacıyla kullanılmaktadır. Her ürün bireysel bir hava taşır; bireyselliğin kendisi, ideolojinin güçlendirilmesine yarar. İnsanların geleneksel sınıfsal ve toplumsal bağlamlarından yabancılaştırılmalarının doğal sonucu bireylerin birbirinden uzaklaşması ve atomize olmasıdır…
Kültür endüstrisi, günümüzde egemen olan anlayışın bir uğrağı olarak büyük önem taşır. İnsanların kafasını sürekli, boş şeylerle doldurur. Kültür endüstrisinin kitlelerin ruhsal yapısındaki değişimde önemli rolü vardır. Tam da bu nedenle kültür endüstrisi üzerine düşünmek zorunludur. Ve kuşkusuz, kültür endüstrisinin tekelci karakterini önemle dikkate almak gerekmektedir.
Pembe ve beyaz diziler, basmakalıp filmler ve romanlar, dizi halinde yayımlanan ailelere ve kadınlara yönelik televizyon programları, her derde bir çare köşeleri ve fal sütunları kültür endüstrisinin bir parçasıdır. Tüm bunlar zararsız görülür ve her ne kadar yaratılmış da olsa bir talebe karşılık düştükleri hatta yararlı oldukları düşünülür. Mesela bilginin, hayat derslerinin, gerilimi azaltıcı davranış biçimlerinin yayılmasını sağladığına dikkat çekilir.
Ama halkın politik anlamda güdümlü bir biçimde bilgilendirildiği göz ardı edilir. Yayılan bilgi, sınırlı ve genel geçerdir. Üstelik kültür endüstrisinin verdiği malzemeden çıkarılacak dersler mantıksız ve değersiz, davranış modelleriyse rıza imalatına ve uzlaşmaya yöneliktir. Tüketicinin beğenisi de kültür endüstrisi tarafından satılan eğlence reçeteleriyle belirlenir. İnsanlar sadece kanmakla kalmaz, aldatılmayı arzular hale gelir. Kültür endüstrisi verili gerçekliği ‘iyi yaşam’ın ta kendisi gibi gösterir. İnsanların beynine kakmaya çabaladığı düzen kavramları daima statükonun kavramlarıdır. Varolana uyum sağlamayı öngörür. Kültür endüstrisinin ideolojisi o kadar güçlüdür ki bilincin yerini uyum almış, mevcut çatışmaların yerine sahte çatışmalar koyulabilmiştir. Böylece bu kültürün alıcısı olan bireylerin bilinci daha da gerilemiştir.
Kültür endüstrisi sürekli tekrara dayanır. Hiç durmadan aynı davranış kalıpları üzerinden hareket eder. Etkisi bu tekrardan gelir. Kitlelere bireysel tüketim ve macerayı vekaleten yaşatan mesajlarla doludur. Aldatıcı bir memnuniyet duygusunu devreye sokmaktadır. Bu haliyle kendi başlarına bilinçli olarak yargılayan ve karar veren özerk, bağımsız bireylerin gelişiminin önünde bir engel olarak durmaktadır. Ancak tersiymiş gibi görünebilmektedir. Kuşkusuz kitlelerin özgürleşmelerini engelleme konusunda kültür endüstrisinin rolü çok büyüktür.
Yeni kültürel normların hepsi kolektif faaliyetin altını oyan ben merkezli değerlerin aşılanmasına katkıda bulunur. Dikkatleri iktidar ilişkilerinden uzaklaştırır. Gelip geçiciliği yüceltir. Özel ihtiyaçlar ve bireysel kendini gerçekleştirme öne çıkarılarak sınıfsal bağlılıklara bireycilik adına sistemli bir saldırı yürütülür. Devrim için nesnel koşulların olgunlaşmasına rağmen devrimci dönüşümlerin gerçekleşmemesini yalnızca devlet şiddetinde ve emperyalist terör rejimlerinde değil, emperyalist kültür endüstrisinin yaydığı, ezilenlerin ise medyalar vasıtasıyla içselleştirdiği kültürel ideolojik değerlerin derin nüfuzunda da aramak gerekir.
Kültür emperyalizmi ve onun yarattığı değerler, sömürülen ve ezilen yığınların ortaklaşa tepki göstermelerini engellemede önemli roller oynamaktadır. Kitle iletişim araçlarıyla ve emperyalist kültür endüstrisi sayesinde ezilenlerin bilincinin ele geçirilmesi ve fethi gerçekleştirilmiş görünmektedir. Bu endüstrinin başarısı sadece teknik manipülasyon becerisinde değil, bireyin atomize edilmesiyle kolektif inançların ve umutların değersizleştirilmesindedir.
Eğer devrimci kitlesel hareketler güçlenecek ve başarı kazanacaksa yalnız sömürü koşullarıyla değil, kitleleri boyunduruk altına alan kültürel hegemonyaya karşı da açık bir savaşa girişilmelidir. Nerede topluluk ve sınıfın kolektif kültürel gelenek ve pratiklerinin sergilendiği bir ortam varsa, orada kültür emperyalizmi geriler. O halde yaşamın kendisini, her alanda bir karşı duruş haline getirmenin zamanıdır. Bu yılbaşı süslemelerinin, parlak neon ışıkları, hayhuy ve tüketim kışkırtıcılığının düşündürdükleri işte bunlardır.
Atılım Gazetesi