… Dow Jones dört buçuk sene sonra 11 binin üstüne çıktı.! …Enerji ve hammadde fiyatları yükseldi! …Petrol son 3.5 ayın en yüksek seviyesine çıkarak varil fiyatı 70 dolara yaklaştı! …Uluslararası Finans Enstitüsü’ne göre azgelişmişlere aktarılan fonların bu yıl 30 milyar dolar civarında azalması beklenmekte! Krizin gece çıkıp sabaha biteceğini bekleyenler için bu gelişmelerin bir anlamı […]
… Dow Jones dört buçuk sene sonra 11 binin üstüne çıktı.!
…Enerji ve hammadde fiyatları yükseldi!
…Petrol son 3.5 ayın en yüksek seviyesine çıkarak varil fiyatı 70 dolara yaklaştı!
…Uluslararası Finans Enstitüsü’ne göre azgelişmişlere aktarılan fonların bu yıl 30 milyar dolar civarında azalması beklenmekte!
Krizin gece çıkıp sabaha biteceğini bekleyenler için bu gelişmelerin bir anlamı olmayacağı kesin.!
Gelin görün ki, cari açığı ulusal gelirinin yüzde 6’sına ulaşmış , kısa vadeli fon girişlerine bel bağlamış bir ülkenin bu gelişmelerin ciddi birer uyarı olarak algılaması gerekir. Zira cari açık dediğiniz:
* Ülkeye giren ve çıkan mal ve hizmet hareketlerindeki dengesizliktir.
* Sadece ithalat ve ihracat farkından oluşmaz.
* Faiz, turizm, faktör gelirleri ve diğer görünmeyenlerdeki dengesizlikleri de kapsar.
Başka deyişle cari işlemler dengesi, ülkeye giren ve çıkan dövizin bilanço hesabıdır. Bu nedenle de bir yılın açığı diğerinin üstüne eklenerek çığ oluşturmaz, ama… Farklı yılların aynı aylarındaki giriş-çıkışı karşılaştırma olanağı verdiğinden ekonominin nerden yumruk yiyeceğini gösterir.
Kısacası, ekonomisinin yumuşak karnıdır. Dolayısıyla, dışa bağımlılığın temel göstergelerinden biridir. Bu nedenle de cari açığın bileşimi, yani hangi nedenlerle beslendiği önemlidir. Hele hele ulusal gelirinin yüzde 6’sına ulaşmışsa!!
2005’e bu açıdan, yani bağımsızlık penceresinden baktığımızda cari açığın:
* üretimde ithal ağırlıklı girdi kullanımının artması nedeniyle ara ve hammadde ithalatı ve…
* GOP bölgesinde petrolün varil fiyatının tırmanması nedeniyle petrol ithalat maliyetindeki artışlarla beslendiği görülmekte. Petrol fiyatlarındaki artışların sadece 2005’te cari açığa 5.4 milyar dolar yüklediği hatırlanırsa 2006’da bu yükün daha da artacağını bilmekte yarar var.
Malum, cari açığın bir ayağı da dış ticaret açığı. Dış ticaret açığındaki büyümenin kaynağında da ara ve hammadde ithalatı var. Birçok neo-liberal iktisatçı gibi, ithalattaki artışın üretime, hatta ihracata dönük üretime girdi sağlamak amacıyla arttığını ileri sürebilir… Dolayısıyla dış ticaret açığındaki genişlemeyi riskli bulmayabilirsiniz.
Ne var ki, ara malları ithalatının yüzde 22, hammadde ithalatının ise yüzde 24 artmış olması:
* üretimin ithalat ağırlıklı bir yapı kazandığını göstermekte.
* Üretimin yeni üretim teknolojilerine dayalı bir yapı kazandığı, ihracata yönelik sanayileşmenin gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapıldığı anlamına gelmemekte!.
Kurlar düşük tutulduğu sürece yerli girdiler aynı ithal girdiler karşısında pahalı hale geldiğinden üreticinin ithal girdi kullanmasını normal karşılamak gerekir. Ne var ki, üretici dediğiniz çıkarları aynı olan homojen bir grup değil ki!
Başka deyişle, düşük kur – aşırı değerli TL karşısında nihai mal üreticisiyle ara malı üreten yerli üreticinin çıkarları uyuşmamaktadır!. Zira, düşük kur nihai mal üreticisini ithal girdiye yöneltirken… aynı girdinin yerli üreticisinin pazarı kaybetmesine ve kısa zamanda piyasadan silinmesine neden olmaktadır!.
Malum, ara malı üreticisi konumundaki firmaların çoğu KOBİ konumunda ve sanayi üretiminin yüzde 60’tan fazlasını istihdam etmektedir. 2001’de yüzde 8.4 olan işsizlik, 2005’te yüzde 10.1’e çıkmışsa, KOBİ’lerin piyasadan çekilmesiyle bu oran daha da artacaktır.
İyimser okurlarım, böyle bir yaklaşımı yine ”önyargılı” bulabilir, hatta ”hükümet düşmanlığı” sanabilirler. Yine de, 2000 Kasımı ve 2001 Şubatı’na nasıl gelindiğini hatırlamalarını ve erken esen bahar rüzgârlarına karşı temkinli olmalarını öneririm.
Kaldı ki, yarın 24 Ocak! Türkiye’nin yüksek faiz, hayali ihracat, repoyla büyümeyi öğrenmeye başlayışının 26’ncı yılı. Çeyrek yüzyılımızı alan bu öğreti için ödediğimiz faturaları bir hatırlayın.
Hortumlanan devlet kurumlarını, bankaları, firmaları…
Küresel firmaların talanına terk ettiğimiz maden yataklarını, tarım ve orman alanlarını…
Talana, sömürüye karşı çıktığı için imha edilen Muammer Aksoy , Bahriye Üçok , Turhan Dursun , Uğur Mumcu ve daha nicelerini unutmuş olamazsınız.
Evet, yarın 24 Ocak! Ölümü görünce kansere razı olan bir ülkenin çeyrek yüzyıllık dönüşümünün günü. Ne gariptir ki, geçen çeyrek yüzyıla rağmen riskleri zamanında engellemektense kış ortasında bahar rüzgârlarından umutlanmaya devam ediyor!
www.turkelminibas.net