Kore otomotiv şirketi Hyundai bugünlerde hayli göze çarpıyor. Gazeteler ve reklâm panolarında bir Hyundai modelinin reklâmı MC Escher’in * GÖKYÜZÜ ve SU tablosu eşliğinde yer alıyor. Balıkların kuşlara kuşların balıklara dönüştüğü, karşıtların birliğini, uyumunu ve çelişkisi anlatan resim süslüyor Hyundai reklâmılarını. Sanatın metalaşmasının, markaların gölgesinde kalmasının yeni bir örneği ile yüz yüzeyiz. Gökyüzü ve Su […]
Kore otomotiv şirketi Hyundai bugünlerde hayli göze çarpıyor. Gazeteler ve reklâm panolarında bir Hyundai modelinin reklâmı MC Escher’in * GÖKYÜZÜ ve SU tablosu eşliğinde yer alıyor. Balıkların kuşlara kuşların balıklara dönüştüğü, karşıtların birliğini, uyumunu ve çelişkisi anlatan resim süslüyor Hyundai reklâmılarını. Sanatın metalaşmasının, markaların gölgesinde kalmasının yeni bir örneği ile yüz yüzeyiz. Gökyüzü ve Su milyonlarca insan için artık bir Hyundai simgesi. Birkaç yıl önce de Beatles’ın “revolution” şarkısı bir ayakkabı markasının reklâm müziği olarak kullanılmıştı. Kapitalist piyasa toplumsal yaşamın her alanını metalaştırmakta sınır tanımıyor. Anılarımızı, duygularımızı da sömürüyor piyasa.
Hyundai bu günlerde asıl bir yatırım tartışması ile gündemde. Hyundai’nin yatırım yapmak için Türkiye’den ek avantajlar talep etmesi ve aksi halde yatırımı Çek Cumhuriyetine kaydırmakla tehdit etmesi Escher’in “Gökyüzü ve Su” resmi kadar çarpıcı bir tablo yaratıyor. Hyundai bedava arsa tahsisi yanında on yıllık vergi avantajı da istiyor. 21 Aralık 2005 tarihli gazetelerde IMF’nin böyle bir ayrıcalığa karşı olduğunu haberleri yer aldı. IMF’nin bu tutumu nedeniyle Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da “ek ayrıcalık” isteğine talebine, ‘eşit muameleden yanayız, ayrıcalıktan yana değil’ yanıtını verdi. IMF, sermaye grupları arası adalete ne çok önem veriyor!
Hyundai’nin İstediği Ayrıcalıklar
Hyundai’nin yatırım yapması halinde fabrikada 3 bin, yan sanayi ile birlikte 20 bin kişinin iş sahibi olacağını belirten Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç ise, Hyundai’nin Türkiye’de fabrika kurması için hükümetin elinden geleni yapması gerektiğini söyledi. Gazete haberlerine göre Çek Cumhuriyeti arsa, on yıllık vergi iadesi ve yaratılan istihdam başına 14 bin dolar iade önerisinde bulunmuş.
Hyundai, bu ayrıcalıklar yanında kuşkusuz işgücü maliyetlerini de dikkate alıyor. Örneğin iki ülkedeki asgari ücreti ve diğer işçilik maliyetlerini hesaplıyor. Bu nedenle Hyundai Türkiye ile çek Cumhuriyeti arasında kararsız kalmışken asgari ücretin günlük bir liralık artışla 350 liradan 380 liraya yükseltilmesi Hyundai’nin kafasını karıştıracak fevkalade “isabetsiz” bir gelişme olmuştur! Türkiye’deki asgari ücret zaten Çek Cumhuriyetinden yüksekti. Şimdi ara iyice açıldı. Koreliler karar verene kadar bekleselerdi hiç olmazsa! Asgari ücretteki toplam otuz liralık zammı yüksek bulan ama “sosyal barış” için buna katlandıklarını belirten TİSK yöneticisi Ali Nafiz Konuk, belirlenen asgari ücretin Türkiye’nin rekabet edeceği ülkelerden “çok yüksek” olduğu uyarısını yapmayı ihmal etmedi. Ancak merak edilecek bir şey yok. Asgari ücret tanrı kelamı değil!
21. yüzyılın başında tuhaf bir sınıf haritası ile karşı karşıyayız. Sermayenin hiçbir engel tanımaksızın küreselleştiği ve kendisi için en uygun bölgeye/ülkeye kayabildiği, buna karşılık farklı ülkelerdeki çalışanların birbirinin rakibi haline geldiği bir sınıf haritası bu. Yoksul ve gelişmekte ülkeler yabancı sermaye çekebilmek, bir cazibe merkezi haline gelebilmek için vergi mevzuatından çalışma mevzuatına kadar her alanda piyasanın taleplerini yerine getiriyorlar. En fazla yabancı sermaye çeken “sosyalist” Çin devlet sendikaları dışında sendikalara izin vermiyor ve grev ise tamamen yasak.
Gelişmiş kapitalist ülkelerden yoksul ülkelere göçen işleri korumak için batı sendikaları “taviz pazarlığı” yapmak zorunda kalıyor. Gelişmekte olan ülke sendikaları ise tam bir açmazla karşı karşıya; Çünkü sosyal standartların yükselmesi durumunda sermaye daha avantajlı alanlara göç edebilir: Küresel kapitalizm için henüz Afrika işgücü tüketilmedi. İstidam göçünü önlemek için ülkemizdeki sendikalar da mevcut sözleşmelerden daha geri sözleşmeleri kabul etmek zorunda kalıyor.
Bu “dibe doğru yarışın” sonu yok. Bu yarış bir bütün olarak, küresel çapta sosyal hakları aşağı çekiyor. Bu yarışın yarattığı sosyal tahribat daha fazla sosyal harcama ve kamu müdahalesi gerektirirken ulus-devletler küresel mali aktörlerin ağlarına takılmış durumda. Dibe doğru yarış işçi hareketini mikro-milliyetçi ve ulusalcı tepkilere yöneltiyor. Bu durum zaten sınırlı olan uluslararası dayanışmayı iyice zayıflatıyor. Sadece uluslararası alanda değil tek tek ülkelerde de sınıf içi rekabet ve katmanlaşma artıyor, dayanışma parçalanıyor. İşsiz ve daha elverişsiz koşullarda çalışmaya hazır “yedek işgücü ordusu” ve küresel sosyal standartların yokluğu bu rekabeti hızlandırıyor.
Ulus-ötesi sermaye karşısında ulusal ölçekli politikaların etkisi zayıflıyor, çalışanların kendilerini tek ülkede korumaları zorlaşıyor. Hyundai örneğinde olduğu gibi Türkiye ile Çek Cumhuriyeti tokuşturuluyor; çalışanlar birbirinin rakibi haline geliyor. Troçki, geçen yüzyılda tek ülkede sosyalizmin yaratacağı sorunlara dikkat çekmişti. 21. yüzyılın başında ise yaşadığımız dünya tek ülkede sosyal hakları ve özgürlükleri korumanın ne kadar güçleştiğine tanık oluyoruz. Hyundai’nin yaptığı gibi hayallerimizden sosyal haklarımıza kadar her şeyimize el konulmasını istemiyorsak, bir başka küresel seçeneğe ve dayanışmaya ihtiyacımız var. Bu kolay değil, ama çığırından çıkmış bir dünyada yaşamak da hiç kolay değil.