‘Rakamlar halkın gerçeğini yansıtmıyor’ diyen Prof. Dr. Uzunoğlu, Türkiye’deki ‘pembe tablo’yu Cumhuriyet’e değerlendirdi. Prof. Dr. Uzunoğlu ile Güray Öz görüştü. Ekonominin gerçek yüzü * Enflasyonun düşük döviz kuru politikalarıyla kontrol altında tutulmaya çalışılmasıyla ihracat ve büyüme rakamları şişirildi, ithalat ise olduğundan daha düşük gösterildi. * İnsanlar geleceklerini tüketici kredileriyle ipotek altına aldı. * Sanayide rekabet […]
‘Rakamlar halkın gerçeğini yansıtmıyor’ diyen Prof. Dr. Uzunoğlu, Türkiye’deki ‘pembe tablo’yu Cumhuriyet’e değerlendirdi. Prof. Dr. Uzunoğlu ile Güray Öz görüştü.
Ekonominin gerçek yüzü
* Enflasyonun düşük döviz kuru politikalarıyla kontrol altında tutulmaya çalışılmasıyla ihracat ve büyüme rakamları şişirildi, ithalat ise olduğundan daha düşük gösterildi.
* İnsanlar geleceklerini tüketici kredileriyle ipotek altına aldı.
* Sanayide rekabet gücü azalırken istihdamda yaprak kıpırdamadı.
* Ayakta kalmaya çalışan esnaf ”sermayeden” yemeye devam etti.
* Büyüme rekorları kırılırken halkın filesine giren mal artmadı.
Türkiye ekonomisiyle ilgili yorumlarda genel bir iyimserlik havası egemendir. Durumun yalnızca seçilmiş makro rakamlarla ele alındığı ve söz konusu rakamlarla iyimser bir tablonun oluşturulduğu gözlerden kaçıyor. Medyada konuyu farklı açılardan ve eleştirel bir gözle değerlendirenlerin, çizilen pembe tabloyla halkın durumunun birbirine uymadığını dikkate alanların sayısı ise ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmiyor. Türkiye ekonomisini ve özellikle halkın ekonomik durumunu Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu ile değerlendirdik.
– Ekonomik durumla ilgili değerlendirmelerde medya tarafından da paylaşılan bir iyimserlik havası hâkim. Halkın refahının arttığı, bunun göstergesi olarak da kişi başına düşen gelirde belirgin bir yükselme olduğu söyleniyor ve açıklanan veriler de böyle gösteriyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kâğıt üstünde on bin dolar bile olur
– Bir ülkede yaşayanların refahının arttığını ölçmenin belirli kriterleri vardır. Sağlıklı bir sonuç elde edebilmek için sabit fiyatlarla hesaplanan kişi başına gelire bakmak gerekir. Belirli bir yıl temel alınarak ülkede yaşayanların gelirinin bir önceki yıl ve veya yıllarla kıyaslandığında ne kadar arttığını hesaplamak doğru bir yöntem olur. Bu bir anlamda önceki yıl veya yıllara göre vatandaşın filesine giren malın artıp artmadığını gösterir. Bizde bu yöntem pek makbul sayılmıyor. Basının da ilgi gösterdiği yöntem, dolar bazında gelir artışı hesaplarına dayalı yöntemdir.
Sıklıkla ”Dolar bazında gelirimiz arttı. 2003 yılında 3500 dolar olan kişi başına gelir 2004 yılında 4172 dolara yükseldi” diyorlar. Ama öncelikle söyleyelim, vatandaş pazardan alışverişini TL ile yapıyor. Ücreti, maaşı da TL cinsindendir. Öyleyse neden kişi başına geliri dolar cinsinden hesaplıyoruz ki? Eğer dolar bazında kişi başına geliri ”arttırmak” istiyorsanız, Merkez Bankası elindeki dolarları satar, dolar üzerinde baskı kurar, kişi başına gelir bir günde 10 bin dolara çıkar! Biz hesabı başka türlü yapalım. TL bazında, sabit fiyatlarla, enflasyon arındırılmış kişi başına gelire bakalım.
Sonuç, bizim 2004 yılında 1998 yılındaki refah düzeyini yakalayabildiğimizi gösterir. Kuşkusuz kişi başına gelir hesaplarının gelirin eşit dağıtıldığı varsayımıyla yapıldığını, ama gerçeğin böyle olmadığını da unutmamak gerekiyor.
– Türkiye ekonomisinin büyüdüğü bir gerçek. Bu büyüme konusunda ne düşünüyorsunuz. Sağlıklı bir büyümeden söz edebilir miyiz?
– IMF Türkiye için ihracata dayalı bir büyüme modeli önerdi. 2002 yılında yapılan 3 yıllık programda böyle öngörüldü. Gerçekten de 2002 yılında ekonomi ihracata dayalı büyüdü ve 100 dolarlık büyüme yalnızca 4 dolarlık dış açık verdi. Böylece katma değer büyük ölçüde Türkiye’de kaldı. Ama 2003 yılının ortasından itibaren farklı bir gelişme yaşandı.
Büyüme yani üretim artışı büyük ölçüde tüketici kredileri ile desteklenmiş tüketime dayanmaya başladı.Tüketim ve ağırlıklı olarak rekabet gücünü arttırmaya yönelik teknolojik yatırımlar artış gösterdi. Yani ihracata dönük üretim ve istihdamı arttırıcı politikalar yerine, değerli TL’ye dayalı iç talebe dayalı büyüme ağır basmaya başladı. Bugün 100 dolarlık büyüme 40 dolarlık bir açıkla mümkün olabiliyor. Biraz daha açıklamaya çalışalım. Tüketici kredilerine dayalı büyüme, insanların geleceklerini ipotek altına alarak gerçekleştirilen bir büyümedir.
TL değerlendikçe ihracatta rekabet gücümüz azalıyor. Buna karşın ithalat ucuz hale geliyor. Üreticiler de ayakta kalabilmek için, rekabet güçlerini koruyabilmek için, daha fazla ithal girdi kullanıyorlar. Tüketici kredileri 2004 yılına kadar başta dayanıklı tüketim malları olmak üzere birçok sektör için önemli bir kaynak oldu. Tüketici kredileri bugünlerde ağırlıklı olarak konut kredileriyle inşaat sektörüne yöneldi. 250 bin konut, 9 yıl vadeli konut kredisi ile satın alındı.
İnşaat söktöründe özellikle lüks konut talebinde canlanma oldu. Ama 9 yıllığına borçlanan orta gelirli kesim, artık tüketim gücünü büyük ölçüde yitirdi. Konut kredileri diğer sektörlere olan talebi daraltmaya başladı. Öte yandan konut birçok sektöre iş yaratır derken, inşaat malzemeleri de lüks konut inşaatı nedeniyle ithal edilmeye başlandı. Kredi kartı harcamalarında da bir daralma yaşanıyor.
Protesto edilen senet sayısı yeniden tırmanıyor
– Türkiye’deki işletmelerin yüzde 99’u küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşuyor. Çizdiğiniz tablo KOBİ’lere nasıl yansıdı?
– Öncelikle söylenmesi gereken, KOBİ’lerin esnafın, zanaatkârın gelirlerinin artmadığıdır. Deyim yerindeyse sermayeden yiyorlar. Bir kesim ise ayakta kalmanın yolunu kayıt dışına çıkmakta buluyor. KOBİ’lerin durumunu en iyi anlatacak göstergelerden birisi protesto edilen senet sayısı ve tutarıdır.
2000-2005 arasını değerlendirdiğimiz tabloda bu durum tüm çıplaklığıyla görünüyor. Protesto edilen senet sayısı 2000 yılında 859.8 bindi. Bu sayı 2003 yılında 480.2 bine indi. 2004 ve 2005 yıllarında ise yeniden yükselişe geçti. 2005 yılının ilk 10 ayında 724.5 bin olarak gerçekleşti. Tutar olarak ise 2001 yılı rakamlarının neredeyse iki katına yükseldi.
İhracat görünenden az, ithalat göründüğünden fazladır
– İhracat-ithalat ilişkisi bir ekonomi için her zaman önemlidir. İhracat arttığı için ithalatın arttığı yönündeki bir değerlendirmeye katılır mısınız?
– Hayır, bu karşılaştırma gerçeği yansıtmıyor. 2002 yılından 2005 yılının ekim ayına kadar ihracat yüzde 63, ithalat yüzde 84 oranında arttı deniliyor. Her iki rakam da gerçeği yansıtmıyor. İhracat rakamları dolar bazında açıklanıyor, ama biz çoğunlukla Avro bazında ihracat yapıyoruz. İthalatımız ise genellikle dolarladır. Bu etkileri kaldırın, ihracat artışı üç yılda yüzde 45’i geçmez. Görünmeyen gerçek, ihracatın görünenden az, ithalatın görünenden fazla olduğudur.
Türkiye’de ekonomiyi yönetenler değerli TL ya da düşük döviz kuru ile enflasyonu kontrol ediyorlar. Kuşkusuz bu yöntemle enflasyon kontrol edilebilir. Geniş kesimlerin satın alma gücü de zaten sınırlandırıldığı için enflasyon rakamlarında bir düşüş görünüyor. Ancak bu geniş kesimlerin satın alma gücünün sınırlandırılması ve yerli üreticilerin ortadan silinmesi pahasına oluyor.
Size bir örnek vereyim: 2001 yılında 100 dolarlık takım elbise ihraç eden bir konfeksiyoncu, 25 dolarlık ithal girdi kullanırdı. 75 dolar da Türkiye’ye kalırdı. Ülkenin de pamuğu, ipliği, kumaşı değerlendirilmiş olurdu. Bugün 100 dolarlık takım elbise ihraç eden, 50-55 dolarlık ithalat yapıyor. Pamuk üreticisi üretmekten vazgeçiyor, kumaşçı pamuğu, ipliği itha
l eder hale geliyor. Bunun yapısal değişim olduğunu ve uyum gösteremeyenlerin piyasadan çekilmesinin normal olduğunu söyleyenler yanılıyorlar. Olan Türkiye ekonomisinin geleceğine oluyor.