2005 yılı üniversiteler üzerine ilginç tartışmalara sahne oldu. Üniversite sistemi özellikle YÖK ile birlikte zaten yoğun biçimde tartışılıyordu. Ancak, bu tartışmalar daha çok üniversitenin demokratikleşmesini, bilimsel özerkliğe kavuşmasını isteyen üniversite bileşenleri ile YÖK ve üniversite yönetimleri arasında geçiyordu. TÜSİAD da zaman zaman yayınladığı raporlarla bu tartışmalara katılıyor, yüksek öğretim sisteminin geleceği konusunda yön vermeye çalışıyordu. […]
2005 yılı üniversiteler üzerine ilginç tartışmalara sahne oldu. Üniversite sistemi özellikle YÖK ile birlikte zaten yoğun biçimde tartışılıyordu. Ancak, bu tartışmalar daha çok üniversitenin demokratikleşmesini, bilimsel özerkliğe kavuşmasını isteyen üniversite bileşenleri ile YÖK ve üniversite yönetimleri arasında geçiyordu.
TÜSİAD da zaman zaman yayınladığı raporlarla bu tartışmalara katılıyor, yüksek öğretim sisteminin geleceği konusunda yön vermeye çalışıyordu. Arada bir de hükümetler, üniversitelerde kadrolaşma ve yeni üniversiteler kurulması gibi taleplerle bu süreç içerisinde yer alıyordu.
Üniversitelerin demokratikleşmesi, bilimsel özerkliğe kavuşması için mücadele eden kesimlerin öncelikli talebi, YÖK’ün kaldırılmasıydı. Çünkü YÖK, “12 Eylül rejimi tarafından Türkiye üniversitelerinin yeni liberal politikalara uyumlu hale gelmesini sağlayan bir kurumdu”. YÖK bu işlevini yerine getirirken, üniversitede gerek akademisyenler gerekse, öğrenciler üzerinde mali ve idari baskılar uygulayarak özgür bilim üretimini ve sunumunu engelliyordu. Böylece bir taraftan bilim, toplumdan uzaklaştırılarak sermayenin hizmetine sunuluyor, diğer taraftan da iktidardaki hükümetlerin eğilimleri doğrultusunda Türk-İslam sentezci bir kadrolaşmaya gidiliyordu.
YÖK’ün kaldırılmasını, üniversite yönetimlerinin bilimsel faaliyetin olmazsa olmaz ilkesi olan katılımcı demokratik bir yapıya kavuşmasını isteyenlerin karşılaştığı muamele ise polisten dayak, üniversiteden uzaklaştırma ya da akademisyenler için mesleğin sona ermesine kadar giden cezalandırmalar oluyordu.
2005’in son günlerinde YÖK’ün merkezinin da bulunduğu Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusünde “1. İktisadi Buluşma” isimli bir toplantı yapılmış. Toplantının konuşmacısı Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorking imiş ve “Türkiye Eğitim Reformu” başlıklı bir konuşma yapmış.
Vorking konuşmasında, yıllardır söyleyenlerin çarptırılmadığı ceza kalmayan sözleri sarfetmiş ve YÖK’ü merkezi, katı bir kurum olduğu için eleştirerek, ”YÖK, üniversitelerin yönetim ve idaresini yavaş yavaş bırakmalıdır ki, bu işler üniversitelerin kendilerine emanet edilip kendi yönetim kurulları tarafından izlenmelidir” demiş. Ve YÖK’ün üçüncü düzeyde genel eğitim politikasını belirleyen stratejik bir kurum haline getirilmesi gerektiğini söylemiş.
Evet, yıllardır söyleyenlerin başına gelmedik kalmayan YÖK’ün üniversitelerden elini ayağını çekmesine dair düşünce, YÖK’ün varlık nedeni olan yeni liberal politikaların baş uygulattırıcılarından Dünya Bankası’nın muhterem temsilcisi tarafından da dillendirilmiş. Hem de YÖK’ün de bulunduğu bir kampuste, muhtemelen birçok üniversite idarecisinin de şahitliğinde. Bu haberi veren kaynaklara göre Vorking, ne konuşması sırasında engellenmiş, ne de konuşmasından sonra hakkında herhangi bir işlem yapılmış. Aksine, Vorking’in kampuse gelişi bir grup öğrenci tarafından protesto edilmiş, her zaman YÖK’ü eleştirenleri cezalandırmakla görevli olanlar, Vorking’i protesto eylemleri için geniş güvenlik önlemleri almış.
Peki ne olmuş da YÖK’ü var eden ve onu savunan tarafların tavırlarında böylesine bir değişim olmuş? Bu sorunun cevabı için Vorking’in konuşmasının içeriğine göz atmakta yarar var. Vorking, sadece yüksek öğretim değil, “tüm okul mezunlarının Türkiye’de ve Avrupa’da şu an mevcut olan daha rekabetçi dünyada rekabet edebilmesini sağlamak için büyük değişikliğe ihtiyaç duyduğunu” belirtmiş. Bu sözleriyle Vorking ve tabii ki onun temsilcisi olduğu Dünya Bankası, esas niyetini ortaya koymaktadır. Niyet, eğitim sisteminin bütünüyle küresel rekabet koşullarına uyumlu insanlar yetiştirmesi, bilimsel faaliyetlerin bu koşullara uygun biçimde gerçekleştirilmesidir.
YÖK, kuruluşundan bugüne kadar, Türkiye’de yüksek öğretimin ve bilimin Dünya Bankası’nın da temel savunucusu olduğu yeni liberal politikalara uygun biçimde düzenlenmesini sağlamıştır. Ancak, bugün gelinen noktada, YÖK’ün merkezileşmiş yapısı, yeni liberalizmin öngördüğü üniversitelerin piyasalaşma sürecine engel olmaktadır. Bu nedenle YÖK’ün mevcut işlevi daraltılarak, üniversiteler üzerindeki etkinliği ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Kapitalizmi temsil eden temel kurumların YÖK’e yönelik bu yaklaşımı türban, imam hatipler ve üniversitelerde yeteri kadar kadrolaşamama gibi nedenlerle YÖK ile çekişme halinde olan AKP Hükümeti’nin de ekmeğine yağ sürmektedir. AKP Hükümeti, bu koşullar içerisinde arkasına aldığı Dünya Bankası ve diğer kapitalist örgütlerin rüzgarıyla, YÖK’ün bugünkü yönetimini alt edip, AKP tabanı nezdinde itibar kazanmanın hesabını yapmaktadır.
Bu süreç, bugüne kadar demokratik ve toplumsal kaygılarla YÖK’e karşı olanların mücadelelerinde bir farklılaşmayı gerektirmemektedir. Aksine, bugün üniversitelerin piyasalaştırılması ve YÖK’e karşı mücadele daha da etkinleşmeli, demokratik ve toplum için bilim üreten ve sunan üniversite talebi daha yüksek sesle haykırılmalıdır.
e-posta: [email protected]
Evrensel Gazetesi