2005 yılı biterken DİSK Yönetim Kurulu (YK) 2005 yılını değerlendiren, 2006 yılı için hedeflerini belirten bir açıklama yaptı. DİSK’in “D”sinin tartışıldığı bir zaman diliminde yapılan bu açıklama bir turnusol kağıdı işlevi üstlenmekte, DİSK’in Devrim’in “D”sini ne kadar benimseyip benimsemediğini de açığa çıkarmaktadır. Bu değerlendirmeye yönelik düşüncelerimizi dile getirmeden önce bir şeye dikkat çekmekte yarar var. […]
2005 yılı biterken DİSK Yönetim Kurulu (YK) 2005 yılını değerlendiren, 2006 yılı için hedeflerini belirten bir açıklama yaptı. DİSK’in “D”sinin tartışıldığı bir zaman diliminde yapılan bu açıklama bir turnusol kağıdı işlevi üstlenmekte, DİSK’in Devrim’in “D”sini ne kadar benimseyip benimsemediğini de açığa çıkarmaktadır.
Bu değerlendirmeye yönelik düşüncelerimizi dile getirmeden önce bir şeye dikkat çekmekte yarar var. Bugün DİSK’in içinde yeralan sendikalar, bu sendikaların yönetimleri ve üyeleri açısından bakıldığında içlerinde pek çok devrimci unsurun olduğu bilinmektedir. Buradaki tartışmanın muhatapları bu devrimci işçiler, yöneticiler değildir. Bu tartışmanın muhatabı daha çok, devrimci sıfatını benimsemiş bir Konfederasyon’da devrimciliğe ters işler yapan, bu konfederasyonu sağa çeken, çekmeye çalışan yöneticiler, sendikalar ve işçilerdir. Ancak, bu açıklama Yönetim Kurulu adına yapıldığı için, Yönetim Kurulu üyeleri bu açıklamadan sorumludur, bu nedenle de bu tartışmanın muhatapları içinde yeralır.
Eskiden bir değerlendirme yapan çalışmalarda, eserlerde “… üzerine”, “… kritiği” gibi çarpıcı bir terim ile başlık sona erdirilirdi. Şimdilerde bu unutulmuş bir yazım geleneği gibi. Ancak, oldukça çarpıcı tespit ve eleştirileri içeren bu türden çalışmalar, genellikle, nesnel bir gerçeğin eleştirisine, değerlendirmesine yönelik eser özelliği de taşırdı. Devrimciliğin “itibarsızlaştırılmaya”, sosyalizmin bir kavram olarak dahi unutturulmaya çalışıldığı bir dönemde, akıntıya karşı kürek çekmek zordur. Ancak, devrimcilik de sosyalistlik de kolay değildir. Bu nedenle, DİSK’in “D”si günümüzde devrimciler için büyük bir önem taşımaktadır. Böyle olduğu için de tartışmayı haketmektedir.
DİSK YK’sı özelleştirme uygulamalarına “karşı ciddi bir tepki gelişse de, her tür eylem ve etkinlikle karşı konulmaya çalışılsa da, bu tavır Hükümetin neo-liberal politikalarını değiştirecek bir güce ulaşamadı” tespitinde bulunuyor. Kuşkusuz doğru bir tespit, de, bu politikaları değiştirmek için bir güç olarak DİSK ne yapmıştır? Daha doğru bir soru ile, bu özelleştirme yıkımına karşı DİSK yeterince mücadele etmiş midir, devrimci bir duruş sergileyerek güçlü bir sınıf dayanışmasının tüm gereklerini yerine getirmiş midir? Bu gerekleri yerine getirememiş, özelleştirme üzerinden bir sınıf mücadelesini yükseltememiş bir DİSK, ne kadar devrimci olabilir? Devrimcilik eylem gerektirir, mücadele gerektirir, yakınma değil!…
DİSK, devrimciliğin bir gereği olarak olanı ve olmakta olanı da anlayamamış görünüyor. Zira, “ekonomi yönetimi tamamen IMF anlaşmalarına programlandı ve benzer tüm programlarda olduğu gibi sosyal adalet kısa vadeli istikrar arayışına feda edildi” türünden bir ifade başka bir şeyi göstermez. “Kısa vadeli istikrar arayışı” mıdır sosyal adaleti ortadan kaldıran, yoksa kapitalizmin yıkıcı ve yokedici saldırısı mıdır? Dizginsiz kalmış olan kapitalizm istikrar için değil, kâr oranlarını artırmak, sömürü oranını yükseltmek ve kâr alanlarının kapsamını genişletmek için sosyal adaleti (varsa) ortadan kaldırır. Devrimcilik bunu görmeyi gerektirir, yoksa sosyal demokrat bir yaklaşımı temsil eden “kısa vadeli istikrar arayışı”nın bir gereği olarak görmeyi değil…
DİSK, uygulanan ekonomik politikaların sosyal sonuçlarına maruz kalmış bir kesimi temsil etmiyor olmalı ki şöyle bir ifade kullanıyor: “Uygulanan ekonomik politikaların sosyal sonuçlarının daha çok hissedilmesi, daha ciddi sosyal tepkilerin gelişmesi önümüzdeki yıl yaşanacak olaylardır”. Çalışma yaşamını düzenleyen yıkım yasaları, sosyal güvenliği etkisizleştirmeye çalışan “reform” çalışmaları, açlık sınırının çok altındaki asgari ücret, sigortasız, kaçak işçi çalıştırma ve bu işyerlerindeki kölelik koşulları ve benzeri şeyler anlaşılan DİSK’e göre şimdilik bir sosyal tepkinin gelişmesi için yeterli değildir. Üstelik bu sosyal tepkinin gelişimi için DİSK’e düşen görev de yoktur. Bu kendiliğinden olacaktır. Yani daha fazla yoksullaşma ile daha ciddi sosyal tepkiler ortaya çıkacaktır. Devrimciliğin el kitaplarını okumuş olanlar bilirler ki kendiliğindenciliğin gelecek vaadeden bir yanı yoktur. Devrimci olanlara düşen bu süreçte aktif rol almaktır. DİSK, böylesi bir role aday görünmemektedir. İşi daha çok “sosyal sonuçların hissedilmesine” havale etmiş görünmektedir. Eh, bu sosyal sonuçlar olmazsa, 2005 düzeyinde kalırsa ya da bir parça daha iyi bir durum ortaya çıkarsa, artık yapacak bir şey de yoktur, bu değerlendirmeye göre. Peki bu süreçte DİSK’e ne yapmak düşecektir?
DİSK YK’sına göre, DİSK’e düşen görev “kalkınmacı ve sosyal adaletçi bir ekonomik model için mücadele” etmektir. DİSK bir siyasal parti midir, bir sendika mıdır? Bolu ve İstanbul’daki sosyal demokrat parti arayışı toplantıları (kolaylaştırıcılığı) ile sendikal faaliyetler biraz birbirine karışmış gibi görünmektedir! DİSK’e bir devrimci sendika olarak düşen görev sınıf mücadelesini yükseltmek, bu ücretli kölelik sistemi olan kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömmek için devrimci, sosyalist bir mücadele vermektir, sosyal demokrat bir mücadele değil.
Görüntü ile özü karıştırmak hiçbir devrimci sendikanın yapacağı şey olmamalıdır. Bu nedenle Devrimci DİSK, ne 3 Ekim’den önce ne de 3 Ekim’den sonra sermayenin has temsilcisi olan AKP hükümetinin “Demokratikleşme” derdi olmadığını, bu nedenle AB’ye üyelik sürecinde emekçiler lehine dişe dokunur bir düzenleme yapmayacağını kestirebilmelidir. Kestireceği için de “3 Ekim’de müzakere tarihinin başlamasından sonra ise demokratikleşme süreci tıkandı” gibi bir ifadeye bu açıklamada yer vermemeliydi.
Devrimci DİSK, “Yargı bağımsızlığının ne denli önemli bir konu olduğu tartışmasız bir gerçektir” dedikten sonra örnek olarak işten atılan işçileri, sendikaya üye olduğu için işsiz bırakılan işçileri ilgilendiren olumsuz yargı kararlarından sözetmek yerine “Yücel Aşkın davasında olduğu gibi, haklı gerekçeye dayanmayan uzun tutukluluk süreleri kamuoyu vicdanını yaralıyor” türünden açıklamalara başvurmamalıydı, kısacası örneklerini daha sınıf eksenli seçmeli ve sermayenin niyetini daha açık sergilemeliydi. Bu bakışaçısı ile de “hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığını tam olarak gerçekleştirmeyi hedefleyen bir yargı reformu” için nasıl çaba sarfettiklerini göstermeliydi, pasif bir beklenti yerine.
Devrimciler ve sosyalistler “demokrasiyi ve özgürlüklerin” “toplumun her bireyi için eksiksiz şekilde uygulanması gerektiğini” savunmaz. Zira, sınıf mücadelesinde kapitalistler hiçbir zaman gönül rızası ile demokrasiye ve özgürlüklere uygun hareket ederek emekçilere tek bir hak vermez. Bu haklar zorlu bir mücadele ile elde edilir. Birinin çıkarı diğerinin çıkarı ile birinin özgürlüğü diğerinin özgürlüğü ile çelişir. Böyle olduğu için iktidara egemen olanlar diğerinin aleyhine bu sınırları daraltır. Bu nedenle Devrimci DİSK’in savunduğu demokratik hukuk düzeninde köydeki çiftçi de, fabrikadaki işçi de, fabrika sahibi işveren de yasalar önünde eşit olamaz!.. Böyle olduğu için de TÜSİAD yöneticilerini savunmak devrimci bir sendikaya düşmez. Devrimci sendikaya düşen bu yöneticilerin işyerlerinde işçilerin karşı karşıya kaldığı baskının, sömürünün ortadan kaldırılmasıdır, bunun en yetkin mücadelesinin verilmesidir.
Devrimci DİSK, DİSK’in geçmişindeki devrim ve sosyalizm isteğini unutamaz! DİSK’i demokrasi mücadeles
inin bir örgütüne indirgeyerek, daha geriye çekemez; DGM’lere karşı verilen mücadelenin anti-faşist bir mücadele olduğunu, 15-16 Haziran eylemlerinin de devrimci bir sendikayı korumak için yapılan büyük bir başkaldırı olduğunu hatırlar. Evet, “bu konuda çok ciddi bedeller ödendiği de hatırlanmalıdır”, ancak başta, bugün bunların hangi amaçlarla yapılmış olduğunu unutmuş görünenlerce hatırlanmalıdır, bir anı olarak değil, sığınılacak bir geçmiş tarih olarak değil.
2005 yılına kadar yapamadıklarının bir kısmını önüne koyan DİSK, devrimci sıfatını haketmek için etkili, güçlü, devrimci bir mücadele politikası benimsemedikçe, 2006 hedefleri buz üzerine yazılmış dilekler olarak kalacaktır. Bu nedenle, bugüne kadar devrimci bir sendikanın gereklerini yeterince ve güçlü bir şekilde yerine getirmemiş olan DİSK’in şu sözünün takipçisi olacağız: “Bir yandan sendikal alanda mücadelemizi arttırarak sürdüreceğiz diğer yandan toplumsal muhalefetin siyasal ifadesinin yaratılması sürecine katkı vermeye devam edeceğiz. Ve elbette DİSK olarak geleneklerimiz ve ilkelerimize bağlı kalarak önümüze çıkan her konu ile ilgilenmeye devam edeceğiz. Başta 12 Eylül Anayasası yerine demokratik bir Anayasa olmak üzere her alanda tam demokratikleşme; asgari ücretin insanca yaşam düzeyine çıkarılması; ev kadınlarının, emeklilerin ve tüm dışlananların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için, kısacası demokratikleşme ve sosyal adalet için mücadeleyi yükselteceğiz”.
Bu mücadelenin anti-kapitalist bir hatta sürmesini dilemek ise her devrimci için kaçınılmaz bir talep olsa gerek. Kuşkusuz, Devrimci DİSK için de.