Martin Hart-Landsberg ve Paul Burkett’in bu çalışması, büyük bir devrim-sonrası toplumunun sosyalizmden kapitalizmin ekonomisine doğru nasıl yöneldiğini inceleyen sağlam temellendirilmiş bir Marksist çalışma olması açısından alanında tektir. Buna ek olarak Çin’in günümüzde yaşamakta olduğu dönüşüm, kapitalizmin ekonomik büyüme sürecinde, doğası gereği, yoksulluk, eşitsizlik ve ekolojik yıkım yaratıyor olmasının nedenlerine de ışık tutmaktadır.
Harry Magdoff ve John Bellamy Foster’ın ÖNSÖZÜ
Mao sonrasında Çin’de gerçekleştirilen piyasa reformlarını konu alan kitapların sayısı hiç de az değil. Bununla birlikte Martin Hart-Landsberg ve Paul Burkett’in bu çalışması, büyük bir devrim-sonrası toplumunun sosyalizmden kapitalizmin ekonomisine doğru nasıl yöneldiğini inceleyen sağlam temellendirilmiş bir Marksist çalışma olması açısından alanında tektir. Buna ek olarak Çin’in günümüzde yaşamakta olduğu dönüşüm, kapitalizmin ekonomik büyüme sürecinde, doğası gereği, yoksulluk, eşitsizlik ve ekolojik yıkım yaratıyor olmasının nedenlerine de ışık tutmaktadır.
Sosyalizm bir gecede kurulamaz; siyasi, insani ve ekonomik temellerinin inşası için uzun bir geçiş sürecine ihtiyaç duyar. Eğer geçmişten bir şeyler öğreneceksek, devrim sonrası toplumların başarılarını olduğu kadar başarısızlıklarını da eleştirel ve amansız bir biçimde çözümlemeye ihtiyacımız olduğu açıkça ortada. Sınıf iktidarında yaşanacak bir değişikliğin gerçek bir farklılaşma yaratacağını biliyoruz. Bu farklılaşma kendini yeni bir toplumsal sisteme geçişin henüz ilk günlerinden itibaren ortaya koyar: Açlığın ortadan kaldırılması, tam istihdamın sağlanması, okur-yazarlığın yaygınlaştırılması, halk için genel eğitim ve sağlık hizmetlerinin sunulması ve emperyalizmin hakimiyetinden kaçış. Toplumsal adalet yolunda bütün bu adımların atılması kolay değildir. Üstelik çeşitli tuzakların bu ilerici ve radikal adımları yavaşlatması ve hatta başka yönlere sevk etmesi de mümkün.
Gelişkin bir sosyalizme geçiş güçlüklerle ve çelişkilerle dolu sarp ve uzun bir yolu katetmeyi gerektirir. Varolan üretici güçleri işçiler ve çiftçiler tarafından kontrol edilen işletmelere dönüştürmek, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan yeni üretici güçleri yaratmak ve toplumun bütününün refahını sağlamaya hizmet edecek bir yasal-siyasi-kültürel üstyapı oluşturmak için zamana ihtiyaç vardır. Bizi kestirmeden hedefe ulaştıracak bir yol olmadığı gibi, her ülkeye uyacak ve tarihin tüm kıvrım ve dönüşlerini önceden görebilecek bir reçete de bulunmamaktadır. Kitlelerin bilgilenmelerinin ve katılımının yolunu açacak, onlara yönetenleri görevden alma ve hataları düzeltme gücünü verecek deneme yanılma süreçleri için gerekli zaman sağlanmalıdır.
Yaşam standartlarını ve yaşam kalitesini yükseltmek için çabalayan, önceliği haksızlıklara en çok uğramış olanlara, fakirlere ve güçsüzlere veren sosyalist bakış açısı, hiyerarşik olmayan, eşitlikçi bir toplumu içermektedir. Bu bağlamda, Çin’de devrimi takip eden yaklaşık 30 yıl boyunca ana eğilim, kaynakların ve gücün eşitliği sağlama hedefine uygun bir biçimde paylaştırılması ve bütün toplumun, özellikle de eilmiş toplum kesimlerinin temel ihtiyaçlarının karşılanmasına adanması biçiminde olmuştur. 1970’lerin sonunda (devrimcilerin iktidarı ele geçirmelerini izleyen 30 yıllık sürenin sonunda) Çin, büyük oranda eşitlikçi bir toplum, gelir dağılımı ve temel ihtiyaçların karşılanabilmesi açısından bakıldığında belki de dünyanın en eşitlikçi toplumu haline gelmiştir. Ancak bu tarihten sonra çarpıcı bir dönüşüm yaşanmıştır. Parti önderleri (Çin Komünist Partisi ç.n.) ve hükümet, yeni gelişmekte olan özel sanayiyi yerli ve yabancı yatırımlar yoluyla cesaretlendirmeye girişmiş, piyasa sosyalizmi olarak adlandırılan bu sisteme geçiş açıkça ilan edilmiştir. Hakim ideolojideki bu U dönüşü oldukça dramatik bir biçimde yaşanmıştır. Piyasa sosyalizminin hem maddi üretimde hızlı bir büyüme sağlayacağı, hem de kaçınılmaz bir biçimde bu zenginliklerin tüm toplum kesimlerine hızlı bir biçimde yayılacağı iddia edilmiştir.
Gerçekten de Çin’in izlediği bu yeni rota üretimde ve toplam ulusal gelirde son derece hızlı bir artışa yol açmış, ancak yaratılan zenginlik çok fazla yayılamamıştır.Sonuç, çok zengin bir üst tabaka, huzurlu bir orta sınıf ve geri kalanlar için fakirlik, güvensizlik, işsizlik ve eğitim ve sağlık hizmetlerinde bir gerileme olmuştur. Yaşanan dönüşümün yarattığı bu etkiler en sonunda resmi belgelerde de itiraf edilmiştir. Geçen yıl Çin Maliye Bakanlığı konu üzerine bir rapor yayınlamıştır. People’s Daily Online da (19 Haziran 2003) konunun özünü içeren bir makaleyi aktarmıştır. Söz konusu makaleye göre hükümet raporu, (1) “Gelir dağılımda sürekli genişleyen bir uçurumun ve gittikçe kötüleşmekte olan bir zengin ve fakir sınıflaşmasının oluştuğunu” (2) “oluşan zenginliklerin gittikçe konsantre bir hal aldığını ve ailelerin servetleri arasındaki farklılaşmanın gittikçe büyümekte olduğunu” vurgulamaktadır.
Çin deneyimi, sınıf mücadelesinin esasının iş ve ticaret kurumlarının millileştirilmesinden sonra bile devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Eski toplumun zihniyeti (ideoloji) devrimci bir değişiklikten sonra buharlaşıp havaya karışmamaktadır. Tam tersine var olmayı ve sosyalist yolla çatışmayı sürdürmektedir. Bu çatışmanın diğer izleri, bürokratik elitin potansiyel ve gerçek kökleşmesinden, hiyerarşinin gösterdiği dirençten ve bir halk demokrasisini kurmanın karmaşıklığından ortaya çıkmaktadır. Halkın çoğunluğunun ihtiyaçlarına yabancı durumda olan ve kendi ayrıcalıklarını savunan bürokratik elit ve diğer imtiyazlı gruplar kendi ideolojilerini sürdürmektedirler. Elit tabakanın üyeleri yaygın olarak, sınıf toplumunun tipik özelliği olduğu üzere, avantajlarını çocuklarına geçirmeye yönelir. Bu biçimde sınıf çıkarları arasındaki çatışma kuşaktan kuşağa devam etmektedir. Bu yolla sınıf mücadelesi geçmişten farklı biçimlerde de olsa sürüp gitmektedir. Mao’nun işaret ettiği gibi, Komünist Parti’nin yüksek pozisyonlarında olan bazı kişiler bile aslında “kapitalist yolu” takip etmek istemektedirler.
Bu alanda yaşanan ideolojik mücadele esas olarak büyümenin yönü ve derecesi arasındaki farklılıklar ile ilişkilidir. Ne tip büyüme? Hangi amaç için? Kimin yararına? Büyüme entelektüellerin, yöneticilerin, iş sahiplerinin ve bürokratik siyasi grup ve sınıfların isteklerini karşılamak için mi hızlandırılmalı? Ya da, büyümenin yönü topumun çoğunluğunun yaşam standartlarını ve yaşam kalitesini geliştirmek üzere mi yönlendirilmeli? Gibi temel sorular ortada yanıtsız dururken büyüme, ne yazık ki, “kapitalist yolcular” tarafından, kendisine tapınılan bir tanrı düzeyine yükseltilmiştir.
Kuşkusuz bu kısıtlı alanda tüm bu soruları ve tartışılmaları gerektiği biçimiyle ele alamayız. Ancak bazı önemli noktaların altını çizebilmek mümkün. Büyümeye çeşitli nedenlerden ötürü yakıcı bir biçimde ihtiyaç duyulabilir : Evsizlere ev için, tıp merkezleri için, herkese günde üç öğün yemek için, kenar mahallelere su ve kanalizasyon hizmeti için vb. Bununla birlikte, aşırı hızlı büyüme insanlara ve çevreye zararlı olabilir. Kapitalizmi ve sosyalizmi birbirinde ayıran kimi temel sorular vardır. Birkaç kişinin kazancını arttırmak hedefiyle işleyen kapitalizmde birikim dünya ölçeğinde gerçekleşmekte, bunun bedelini dünya nüfusunun büyük çoğunluğu sefaletleriyle ödemektedir .Hart-Landsberg ve Burkett tarafından gösterildiği gibi Çin olgusu, artan oranda kar amacıyla gerçekleştirilen bir büyümenin ya da sadece büyüme için büyümenin kaçınılmaz olarak toplumsal eşitsizliğe neden olduğunu kanıtlamaktadır.
Hart-Landsberg ve Burkett’in çalışması ayrıca sol cenahtaki bir merak ve ilgiyle cesurca yüzleşmesi bakımından da önemlidir : “piyasa sosyalizm
“ine kapitalizmin yerini alacak uygun ve efektif bir alternatif olarak inançla. Ekonomik planlamanın bir hata olduğunu ve düzgün bir şekilde işleyemediğinin kanıtlandığı iddia edilmiştir. Durum, bir sınıf sorunu ya da en acil insan ihtiyaçlarını karşılama meselesi olarak görülmektense, sadece doğru mekanizmayı bulmaktan ibaret olan (piyasa ya da plan) bir teknik sorun olarak görülmüştür. Teknokratların cevabı bildiği varsayılmıştır. (Cevapları bu durumda piyasa sihrine duyulması gereken bir güven olmuştur) Ancak bir Çin tarihine bakın! Teorisyenlerin piyasa sosyalizmi için hevesi bugünkü Çin piyasalarının oluşturduğu heyecanla kıyaslandığında oldukça küçüktür. Açgözlülükleriyle sadece yaratılan müthiş zenginleri gören, geleneksel bilginler ve şirket CEO’ları insanların gerçek koşullarına karşı kördürler. CEO’lar kar fırsatlarıyla büyülenmişlerdir: bir yanda, olağanüstü büyük, düşük-ücretli endüstriyel yedek işçi ordusu, öte yanda, milyonlarca potansiyel müşteri. Sağ ve sol devam eden muazzam büyüme oranlarının keyfini çıkarmaktadır. Hiçbir yerde bu saptırılmış büyüme sisteminin devam eden devasa insan maliyeti önemsenmemiştir.
Konuya basitleştirilmiş bir biçimde yaklaşılabilir. Ulusal bir ekonomi iki kısımdan oluşur, tüketimden ve yatırımdan. Yatırıma daha fazla harcanırsa, tüketim için daha azı mümkün olur. Ekonomik büyüme emek üretkenliği ile desteklenen bir yatırım artışına bağlıdır. Ancak yatırımlarda bir artış, özellikle çok hızlı olduğu zaman, kitlelerin gerçekleştirdiği tüketimdeki artışı yavaşlatacaktır. Toplamda tüketim artsa bile, güç ve zenginliklerde büyük farklar oluşurken, zenginlerin tüketimi kaçınılmaz olarak fakirlerin ki pahasına gerçekleşecektir. Nüfusun bir kısmının diğerlerinden çok daha fazla harcayabileceği durumda, üretim kadar yatırım da lüks mallarda ve zenginlerin ihtiyaçlarında yoğunlaşacaktır. Yukarıda bahsedilen Çin hükümetinin raporu (People’s daily Online’da özetlenen) sınıflar arasındaki uçurumun alışılmamış derecede büyük bir hızla arttığını itiraf etmiştir: “Gelir dağılımda sürekli genişleyen bir uçurum ve gittikçe kötüleşen, zengin ve fakir sınıflaşması meydana gelmektedir.”
Gelir ve zenginlikte büyüyen kutuplaşma ve kitleler arasındaki tüketimde yavaş artış, büyümedeki çok hızlı artışın tek olumsuz sonucu değildir. Piyasa sosyalizmi denilen sisteme geçişi kapitalist küreselleşme tarafından dikte edilen yol izlemiştir. Financial Times’a göre, (4 Mayıs 2004) “Çin, en büyük yurtdışı yatırımcıları ligine katılmaya hazırlanıyor.” Başkan Yardımcısı (Vice Premier) Wu Yi, ” Çin firmalarının devam eden ‘global olmak’ (going global) isimli söyleşisine sunduğu yazılı bir bildirisinde bu stratejinin sadece Çin’in kalkınmasına değil aynı zamanda tüm dünyanın zenginliğine de fayda sağlayacağını söylemiştir.” (People’s Daily Online, 26 Mayıs 2004’deki haberden) Daha da öte, aynı kaynak Çin’in çok uluslu firmalarının gelişmesine yardım ettiğini belirtmiştir : “Üst düzey yöneticiler, Çin’in ‘küresel olmak’ stratejisini daha da ilerleteceğini ve daha fazla çok uluslu firma yetiştireceğini belirtmiştir.” Hükümet Çin firmalarının yabancı yatırımlarının 2003’te 2 milyar doları aştığını ve hızla artacağının beklendiğini onaylamıştır.
Hızlı büyüme idolüne olan inancın bir diğer sonucu ekolojik yıkım olmuştur. Çin’in, Devlet Çevre İdaresi’nin milletvekili yöneticisi Pan Yue’nin belirttiği gibi “Eğer geleneksel sanayi uygarlığı yolunda devam edersek, sürdürülebilir bir kalkınma için şansımız olmayacaktır… [ç]ünkü Çin halkı, kaynakları ve çevresi çoktan kapasitesinin sınırlarına ulaşmıştır.” (New York Times, 24 Mayıs, 2004) Üzerine baraj yapılan Yangtze Nehri lağım çukuru haline gelmiş ve sanayi ve insan atığına yapılmayan ya da yetersiz olan müdahale dolayısıyla zehirli hale gelmiştir. Kıdemli bir akademisyen ve Dış İlişkiler Konseyi’nde Asya çalışmalarının müdürü Elizabeth Economy’ye göre, Su, toprak ve enerji de dahil olmak üzere, her türden doğal kaynağa talepte ani bir artış vardır. Orman zenginlikleri; çölleşme, sel ve canlı türlerinin kaybı gibi geniş yıkıcı ikincil etkileri tetikleyerek tüketilmiştir. Aynı zamanda, su ve hava kirliliği müthiş artmıştır… Çin’in kentsel alanlarında akan nehir sularının %75’inden fazlası içmek ve balık tutmak için uygun değildir. 60 milyon insan suya ulaşmakta güçlük çekmektedir ve neredeyse bu rakamın yaklaşık üç katı insan pis su içmektedir. Çin toprağını 4’te birini etkileyen çölleşme, her yıl on binlerce insanı göç etmeye mecbur bırakmaktadır… (www.fas.harvard.edu/ffiasiactr/haq/200301/0301a001.htm)
Dünyanın hava kirliliği en üst düzeyde olan 10 şehrinden 7’si Çin’dedir ve Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımladığı sürdürülebilir kirlilik düzeyi için kabul edilebilir seviyeyi karşılamakta başarısız olan 300 şehri vardır. Bir kez devrim sonrası bir ülke, özellikle çok hızlı büyümeye ulaşmaya çalışıp, kapitalist kalkınma yoluna girdiğinde, kapitalist sistemin tüm zararlı ve yıkıcı özellikleri ortaya çıkana kadar atılan bir adım diğerine öncülük edecektir. Taahhüt edilen “piyasa sosyalizmi”nin yeni dünyası yerine, günümüz Çin’ini farklı kılan, önceki eşitlikçi başarıları yok eden ve büyük eşitliksizler ve insan ve ekolojik yıkımlar yaratan “hız”dır. Bizim görüşümüze göre, Martin Hart-Landsberg ve Paul Burkett’ın elinizdeki kitabı, Çin sosyalizminin dizginsiz bir kapitalizmin ortalarında bir yerlerinde yaşamaya devam ettiği mitini ortadan kaldıran bir eser olarak, özenli bir okumayı hak etmiştir. Eğer bu en acil insan ihtiyaçlarını bir kenara koyma ve insan eşitliğini taahhüt etme anlamına geliyorsa, sosyalizme giden bir piyasa yolu yoktur.
Yayınevi: Kalkedon Çevirmen : Emre Balıkçı Yayıma Hazırlayan : Hakan Tanıttıran Grafiker : Murat Özel Özellikler: Boyut: 14 x 21 / ithal kitap kâğıdı / 194 sayfa / 1. Baskı Yayın Tarihi: Ocak 2006