Biz ithalatımızı da başkalarından borç alarak yapıyoruz. Çünkü döviz açığımız büyük ölçüde borçlanma ile kapatılıyor. Ülkemizi borç sarmalına sokan ve büyük tehlike yaratan cari açıktır. İthalata dayalı üretimin hızla artması, cari açığı milli gelirin yüzde 6’sına yani 22 milyar dolara yükseltti. Bu açığı kapatmak için bir yılda özel kesim kaynaklı net 34 milyar dolar döviz […]
Biz ithalatımızı da başkalarından borç alarak yapıyoruz. Çünkü döviz açığımız büyük ölçüde borçlanma ile kapatılıyor. Ülkemizi borç sarmalına sokan ve büyük tehlike yaratan cari açıktır. İthalata dayalı üretimin hızla artması, cari açığı milli gelirin yüzde 6’sına yani 22 milyar dolara yükseltti. Bu açığı kapatmak için bir yılda özel kesim kaynaklı net 34 milyar dolar döviz girişi gerçekleşti. Bu paranın vadesi kısadır.
Ekonomide egemen olan iyimserlik perdesinin ardındaki tablo irdelendiğinde yüksek cari işlemler açığının yüklediği riskler ön plana çıkıyor. ”Madalyonun öteki yüzünü” anlatan Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu ile dün ”enflasyonun düşük döviz kuruyla kontrol altında tutulurken ihracat, büyüme rakamlarının şişirildiğini ve sokakta iyileşme olmadığını” ortaya koyduk. Bugünkü bölümde yüksek cari açığın risklerini sıralarken Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alan borçların seyri ve Uluslararası Para Fonu (IMF) destekli ekonomik programın etkileri üzerinde duracağız.
– Biraz da Türkiye’nin borçları üzerinde duralım.
– Türkiye’nin borçları konusuna gireceksek önce şunu söyleyelim: Biz ithalatımızı da başkalarından borç alarak yapıyoruz. Çünkü döviz açığımız büyük ölçüde borçlanma ile kapatılıyor. Başkasının parası ile tüketiyoruz ve bunun hep böyle süreceğini varsayıyoruz.
Ülkemizi borç sarmalına sokan ve büyük tehlike yaratan cari açıktır. İthalata dayalı üretimin hızla artması cari açığı milli gelirin yüzde 6’sına yani 22 milyar dolara yükseltti. Bu açığı kapatmak için bir yılda özel kesim kaynaklı net 34 milyar dolar döviz girişi gerçekleşti. Bu 34 milyar doların yalnızca 10 milyar doları borç yaratmıyor. 10 milyar doların yarısı gayrimenkul satışları dahil yabancı sermaye yatırımı. Geriye kalanı, yani 24 milyar doları ise mülkiyetinin kime ait olduğunu bilemediğimiz hisse senedi yatırımı. Yani kendisi için uygun zamanda kaçacak para. Bu paranın vadesi kısadır. Bir bölümü de sıcak para tabir edilen paradır. Kısa vadeli ya da sıcak para, kısa vadede yüksek kazanç elde etmek için gelir. Yüksek değerli lira ve düşük kur ortamında büyük kazançlar sağlıyor. Başka bir ülkede daha fazla bir getiri bulduğunda da ülkeyi terk eder. Tabii arkasında bir kriz bırakarak. Ekonomiden sorumlu bir bakanımız ”İstikrar olan ülkeye sıcak para gelir” diye övünebiliyor. 1997 Asya krizi sıcak para kaçışından çıktı. Dünya ekonomisinde işlerin iyi gitmediğini biliyoruz. Faizler yükselme eğiliminde. Enerji ve hammadde fiyatları sorunlu. Gelir dağılımı çok bozuk. ABD büyük bütçe ve dış ticaret açıkları ile karşı karşıya. AB ise durgunluk ve işsizlikle boğuşuyor. Dünyada politik dengeler pamuk ipliğine bağlı. Giren kısa vadeli paranın kaçmayacağının hiçbir garantisi yok. Bunlardan ders almak yerine günü kurtarmaya bakmak çok, ama çok risklidir.
IMF programı çok başarılı!
– Kişi başına gelirimiz artmadı, ama kişi başına dış borcumuz hızla yükseliyor. 1999 yılında kişi başına 1.400 dolar olan dış borcun 2004 yılı sonunda 2.250 dolara yükseldiği belirtiliyor. Beş yıl içindeki bu hızlı artışının arkasındaki nedenler neler?
Türkiye’nin dış borcunun arkasında yatan başlıca nedenler şöyle sıralanabilir: En başta düşük kur politikası ve üretim üzerindeki kamusal yükler, örneğin, istihdam üzerindeki yüksek vergi ve SSK primleri, sonucu rekabet gücünün hızla düşmesi sayılmalıdır. Başta tarım olmak üzere diğer ülkelerin kendi üreticilerini desteklemelerine karşın bizim üreticiyi her fırsatta cezalandıran bir politikayı IMF direktifleri kapsamında sıkıca uyguluyor oluşumuzu da önemli nedenler arasında sayıyorum.
Türkiye borçtan kurtulmak zorunda
Bunlara sürekli düşme eğilimi gösteren kâr marjlarını, çok çok ucuza kiralanan turistik tesisleri, araştırma geliştirmeye, amortismana ve kıdem tazminatına fon ayıramayan ihracatçı kesimi de eklemeliyiz. Doğrudan yabancı sermaye girişini sağlamaktaki başarısızlıklar ve borç çevirmeye dayanan bir bütçeyi kurtarmak, dış açığı kapatmak için kısa vadeli döviz girişini desteklemeye yönelik politikalar hızla yükselen dış borcun temel nedenleri arasındadır.
Ama belki hepsinden önemlisi dış borcu ekonominin temel unsuru olarak gören anlayıştır. Türkiye borç sarmalından kurtulmadıkça ekonomisinde köklü bir iyileşme yoluna giremez. Borçları yüksek olan Brezilya gibi Arjantin gibi ülkeler bu çemberi kırmak için harekete geçtiler ve yeni borçlardan kaçınarak ekonomilerini düzeltmeye çalışıyorlar. Türkiye de borçları, üretim üzerindeki vergileri, kur politikasını tartışmalıdır. Çalışana daha az vermekle rekabet düzeyinizi belki biraz korumuş olursunuz, ama bırakın olayın sosyal boyutunu, yurtiçindeki talebi de ciddi biçimde kısıtlamış olursunuz. Bir ekonomi hem iç hem de dış talebe yönelik çalışmak zorundadır.
Sorunlar hep birbirine bağlı. Yerli üretici zor günler geçiriyor. Bunun temel nedeni, sanayi ara malı ithalatının artmış olmasıdır. Sanayi ara malı ithalatının ihracat içindeki payı yüzde 80’lere inmiş durumda. Buna karşılık imalat sanayii üretiminin gerilediği görülüyor. Bu da üretimde daha fazla ithal girdi kullanıldığını ve doğal olarak yerli üreticilerin piyasadan silindiğini gösteriyor. Kanımca Türkiye’nin en önemli sorunu da sanayi üretimindeki bu gerilemedir.
HER ŞEY İYİ AMA NEDENSE 2.5 MİLYON İŞSİZ VAR
* 2001 krizi milat gibi kullanılıyor. Her rakam 2001 yılı ile karşılaştırılıyor. Bir anlamda ölüm gösterilip kansere razı olmamız isteniyor.
* 2001’de işsiz sayısı 1.967.000, işsizlik oranı ise yüzde 8.4 idi.
* 2005 yılında ise işsiz sayısı 2.473.000, işsizlik oranı ise yüzde 10.1
* İşsizliğin hesaplanması konusundaki temel sorunları burada tartışmayacağız. Türkiye açık ve gizli işsizi olan bir ülke. Özellikle şehirdeki ve genelde eğitimli işsizliğin oldukça yüksek olduğu bir ülke. Hiç kuşkusuz işsizlik yalnızca Türkiye’nin sorunu değil, girmeye çalıştığımız AB’nin de en önemli sorunu işsizlik.
* Türkiye’de gerek büyüme gerekse yapılan yatırımlar istihdama yansımıyor. Çünkü çoğunlukla yapılan yatırımlar maliyeti düşürmeye yönelik teknoloji ağırlıklı yatırımlar. Son bir yıldır girişimcilerimizin yurtdışında yaptığı 1 milyar dolarlık yatırım da bunun göstergesi. Türkiye, kendi işsizine iş sağlayacağına başka ülkere istihdam yaratıyor. Rekabet gücü düşen girişimci ‘tanımadığı’ ülkere gitmek zorunda bırakılıyor. Çünkü, yatırım açısından cazip bir ülke değil…
* Sonuç açık, işsizlik sayısı artıyor. Kredi kartlarında batık kredi sorunu dikkat çekiyor. Büyükşehirlerde suç önlenemiyor, sokakta mutlu ve geleceğe güvenle bakan yüzlere artık rastlanmıyor.