Bir kazaya belaya uğramazsa 25 Ocak 2006’da Filistin yönetimi için seçimler yapılacak. Ancak, Batının (AB) Hamas ile ilgili kaygıları, Mahmut Abbas’ın, “İsrail’in Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilere, oy kullanma izni vermemesi durumunda seçimleri askıya alabiliriz” açıklaması ve Ariel Şaron’un ani rahatsızlığının sürece gölge düşürecek etkileri olabilir mi? Orası Ortadoğu’dur. (Bu makalenin kaleme alındığı saatlere kadar İsrail’in […]
Bir kazaya belaya uğramazsa 25 Ocak 2006’da Filistin yönetimi için seçimler yapılacak. Ancak, Batının (AB) Hamas ile ilgili kaygıları, Mahmut Abbas’ın, “İsrail’in Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilere, oy kullanma izni vermemesi durumunda seçimleri askıya alabiliriz” açıklaması ve Ariel Şaron’un ani rahatsızlığının sürece gölge düşürecek etkileri olabilir mi? Orası Ortadoğu’dur. (Bu makalenin kaleme alındığı saatlere kadar İsrail’in Doğu Kudus’te, Filistin seçimlerine resmi olarak izin verip vermeyeceği belirsizliğini koruyordu). Özellikle Filistin üzerine her şey bir gün önceden konuşulup kararlaştırılsa da, bir sonraki gün tersi düşünülebilir. Avrupa Birliği adına dış politikadan sorumlu Javier Solana, geçtiğimiz günlerde, Filistin yönetiminin, Hamas’ın meclis seçimlerine katılmasına izin vermesi halinde, AB’nin Filistin’e yaptığı on milyonlarca Euro yardımı keseceğini açıklamıştı. Zira, Hamas’ın seçimlere katılma kararına tepki duyan Batılı güçlerin, Hamas’ın yerel seçimlerde elde ettiği başarının aynısını Filistin özerk yönetimi seçimlerine de yansımasından duydukları kaygılarında ne kadar ciddi oldukları düşündürücüdür. Nedeni ise, Hamas ile Batının arasındaki yıllara dayanan çirkin ilişkilerdir. İsrail’in, AB’nin, ABD’nin Filistin seçimlerine yönelik açıklamaları, Hamas’ın Filistin özerk yönetimi karşısında meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir. Batının bu açıklaması İsrail’e güç verip, bölgedeki saldırganlığının devam etmesi dileğinin bir ifadesidir.
İsrail’in, ABD’nin ve AB’nin Hamas konusundaki endişeleri son derece aldatıcıdır . Çünkü endişe duyan güçler aynı zamanda Hamas’ın ve benzerlerinin bu duruma gelmesinin sorumlularıdır. Dün Arap Milliyetçiliği’nin uyanışının önünün kesilmesi için desteklenen ve güçlenmesine göz yumulan Hamas, bugün tersini yaptığından dolayı bu güçler tarafından endişe odağı oluyor.
Zira İkinci Dünya Savaşından sonra emperyalizm tarafından Ortadoğu ve Asya ülkelerinde sol muhalefete karşı geliştirilen ve desteklenen siyasal İslam, bugün seçimlerle iktidara gelmekte. Ortadoğu ve hatta genel olarak İslam coğrafyasında eğer bugün, siyasal İslam seçimlerde çoğunluk oluşturma koşullarına sahipse, bunun tek ve asıl sorumlusu ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerdir. 1950’lerden sonra komünizmin İslam coğrafyasına, özellikle sıcak Akdeniz ülkelerine inmesini engellemek için Pakistan, Suudi Arabistan, Türkiye ve İran gibi ülkelerde geliştirilen siyasal İslam (Yeşil Kuşak) politikaları Batının yarattığı bir durumdur. İsrail’in, ABD’nin ve Batılı güçlerin bölgede siyasal islamı destekleme projesi kapsamında, Filistin’de Hamas’ı ve Mısır’da Müslüman Kardeşleri (Ihvan) destekleme stratejisi geri tepti. Gelinen süreçte Batılı emperyalist güçlerin militarist gücü olan ABD ile savaş meydanına inmiş siyasal İslam şu an çekişmeye devam ediyorlar. Yani eski dostlar yeni düşman oldular.
Soğuk savaş döneminin, “petro-dolar siyasal İslam”ının Filistin’deki temsilcisi Müslüman Kardeşler (Ihvan) hareketinin uzantısı olan, bugünün Hamas’ı ile Batının ve İsrail’in başı dertte. 1967’de İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında “İslam’ı ruhta yaşamak” isteyen toplumu iyi değerlendiren İsrail rejimi, o dönemde Filistin toplumunu etnik dini inançlara (Müslüman, Dürzi ve Hıristiyan) ayırarak dini propagandaya ağırlık verdi. 1960’lardan sonra, Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına egemen olan Arap milliyetçiliği ve Marksist ideolojinin gelişiminin önünün alınması, bir başka yerlerde olduğu gibi Filistin yurdunda da geliştirildi. Filistin’deki Siyasal İslam’ın gelişimini hızlandıran diğer bir etki ise, İsrail-Arap savaşlarında Arap milliyetçiliğinin 1948’lerden sonraki savaşlarda uğradıkları musibetler olup, siyasal İslam “Marksizm’de hayır yok” diyerek, İslamcılık temelinde örgütlendirildi.
Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki emniyet sübabı olan İsrail’in bekası gereği, Filistin direnişine yönelik geliştirdiği stratejik politikanın hedefinde Arap milliyetçiliğinin zayıflatılması ve önünün alınması vardı. Bu vesileyle o dönemden sonra, Filistin yurtsever hareketine karşı İsrail’in Hamas vb. İslamcı örgütlere verdiği gizli-açık destek de bilinmektedir.
1970’lerden sonra İsrail, Arap milliyetçiliğine ve yurtsever hareketlere ilişkin yayın ve faaliyetlerine yönelik ne varsa yasakladığı bir dönemde, İslamcıların dini tarihlerine ve yayınlarına yönelik her türlü faaliyetlerine kolaylık tanımıştır. İsrail’in bu yönelişi, bölgede uyanmaya başlayan İslamcıların, Filistin milliyetçiliği ile bağlarını koparabilmeyi ve Filistin direnişinin Arap milliyetçiliği ile birleşmesini engellemeyi hedeflemekteydi. Çünkü, Filistin milliyetçiliğinin, İslamiyet adına hareket eden İslamcı güçler ile birbirlerine karışıp yeni bir mücadele rotasında buluşması durumunda, Filistin direnişinin renginin değişeceğini biliyordu. Dönemin İsrail yöneticilerinden bağnaz görüşlü Menahim Begin, “giderek uyanan İslami duygular, İsrail için en büyük tehlikeyi oluşturur” diyordu. Filistin yurtsever hareketini ve direnişini pasifsize etmek için böyle bir strateji geliştiren İsrail, işgal toprakları altındaki İslamcıların cami, mescit vs. gibi yerlerde örgütlenmelerine ses çıkarmıyor ve dini kurumların kurulmasına izin veriliyordu. İsrail rejiminin işgali altında bulunan topraklarda yurtsever ve ilerici Filistinlilere tanımadığı imkanları İslamcı örgütlenmelere tanıyarak, insanları dini yönelişlere zorluyordu. Bu durum giderek, İslamcı Filistinliler ile yurtsever-milliyetçiler arasından sürtüşmeleri ve çelişkileri derinleştirerek ve birbirlerine karşı şiddet kullanmalarına kadar varmıştır. İsrail’in bilinçli olarak Arap milliyetçiliğine karşı, İslamcı örgütleri teşvik ederek, hem Arap milliyetçiliğiyle İslamcı hareketlerin bütünleşmesini engelliyor, hem de bunları birbirlerine saldırtarak zor sarılması zor yaralar açıyordu.
Diğer bir olgu ise, Filistin Ulusal Kurtuluş hareketinin ulusal talepleri karşısında, Hamas ve İslami Cihad gibi örgütler, “Filistin sorununun ulusal bir sorun değil, sadece İslami bir sorun” olduğu teziyle FKÖ’nün mücadelesinden soyutlanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda Filistin ulusal hareketinin talepleri ulusal istemlerin dışına çekilerek, İslamcıların deyimiyle, “İslam ümmetinin Filistin de bir İslam devleti kurması” talebine çevrildi. Bu söylemler İsrail’in halen işine yaramaktadır. Çünkü Filistin ulusal davası, ulusal kavgadan, dini ağırlıklı bir kavgaya çekilmiştir. İsrail ve diğer emperyalist güçler de bu görüşün devamından yana…
Öte yandan 1975 Lübnan iç savaşı başladığında, FKÖ bu ülkenin iç savaşına katılarak kendini gereğinden fazla yıpratmış oluyordu. FKÖ’ün Lübnan iç savaşına girmesiyle, ABD ve İsrail’in başından beri hedeflediği Arap milliyetçiliğinin zayıflatılması ve belinin kırılması stratejisinin hayata geçirilmesinin fırsatı doğmuştu. Hamas’ın, ABD ile sol güçleri hedef alan bir işbirliği içerisinde, 1976’da Lübnan’a girmesi Filistinliler arası kanlı çatışmalara neden olmuştu. Yaser Arafat bu işbirliğine yönelik daha sonraki yıllarda yaptığı bir değerlendirmede; Hamas’ı, “Güney Afrika Beyaz yönetimiyle işbirlikçilik yapan İnkatha Zulu kabilelerine” benzetiyordu.
Sonuç olarak, bugün Filistin halkının ulusal bağımsızlığının sağlanması ve Filistin halkına uygulanan ayrımcı politikalara son verilmesi durumunda, Ortadoğu’daki siyasal İslamcı hareketler ya zayıf
layacaktır, yada muhalif güçler karşısında güç kaybedeceklerdir. siyasal İslamın Ortadoğu’da hayat bulmasının en önemli nedeni Öteden beri emperyalist Batı devletlerinin bölge üzerindeki böl-yönet politikaları ve siyasal İslam’a verdiği destektir. Çünkü Ortadoğu halklarının çoğunluğunun siyasal İslam’la barışık olmadığı gibi nefret ettiği de bir gerçektir. Gözlerini Filistin toprağına çevirmiş siyasal İslam’ın El- Kaide örgütünün liderlerinden Eymen el Zavahiri, bundan birkaç gün önce El-Cezire televizyonunda yayınlanan kasette, “sıranın Filistin’e geldiğini” ve Filistin’deki taraftarlarının farz-ı ayn’e (Cihad’a) hazırlanmalarını söylüyordu. Bu durum Filistin halkı için daha çok ölüm, kaos ve zulüm getirecek olmakla birlikte, İsrail’in ve Emperyalistlerin bölge üzerindeki “felaketler teorisine” hizmetten başka bir anlamı olmayacaktır.