Kuklalar, artık eskisi kadar yaşantımızda yok, oysa Avrupa’dan Asya’ya uzun yıllar boyunca milyonlarca insanın heyecanla, hüzünle, merakla, neşeyle izlediği görsel bir sanattı. Bir bakıma geçmişin televizyonu idi. Gözler kuklalardan ayrılmaz, defalarca izlense bile merakla neler olacağı beklenirdi. Çünkü kukla oyununda ana fikir aynı kalır, diyaloglar her an değişebilirdi. Sonuçta aynı oyunu izlerdiniz ama hep farklı […]
Kuklalar, artık eskisi kadar yaşantımızda yok, oysa Avrupa’dan Asya’ya uzun yıllar boyunca milyonlarca insanın heyecanla, hüzünle, merakla, neşeyle izlediği görsel bir sanattı. Bir bakıma geçmişin televizyonu idi.
Gözler kuklalardan ayrılmaz, defalarca izlense bile merakla neler olacağı beklenirdi. Çünkü kukla oyununda ana fikir aynı kalır, diyaloglar her an değişebilirdi. Sonuçta aynı oyunu izlerdiniz ama hep farklı olduğu düşüncesine kapılırdınız.
Kuklaların ellerini, kollarını, bacaklarını, gövdelerini, başını hareket ettiren ipler parlak ışıkta görülmezdi. İpleri görebilseniz bile oynatıcıları fark edemezdiniz. Onlar karanlıkta kalır, oyunu istedikleri gibi yönlendirir, izleyicilerin gözlerini, dikkatlerini kuklalardan ayırmalarına olanak tanımazdı.
Yakın tarihimizde önemli izler bırakan önemli bir kukla, geçtiğimiz günlerde yine önemli bir gündem maddesi haline geldi.
İlk büyük suçunu işlemesinin, yani Abdi İpekçi’yi katledişinin üzerinden tam 26 yıl geçmiş olmasına rağmen ne olayın ne de sonrasındakilerin üzerindeki sır perdesi kalkmadı.
Hep birlikte kuklayı ve kuklanın söylediklerini izlemeyi sürdürdük. Arada ısrarla kuklanın iplerini takip etmemizi söyleyenlere çok fazla aldırmadık. Gözümüzü rolünü iyi oynayan kukladan, kuklalardan alamadık. Kuklaların büyüsüne kapıldık.
Olayların, kişilerin üzerindeki gizemi çözemedik, çözüm yollarını takip etmedik, adresin giderek belirginleşmeye başladığı her adımda birilerinin patlattığı sis bombasıyla yolumuzu şaşırdık.
Kuklanın iplerinin ne olduğu belliydi, faşist bir örgütlenme. Ülkedeki binlerce cinayet ve büyük çaplı katliamlardan sorumlu tutulan, mahkumiyeti Askeri Yargıtay’da dosyası sümen altı tutularak düşürülen bir parti ve ülkücü alt yapısı. Daha ötesi görülemedi, ipler kimin elindeydi. Onlar da sonradan aralarındaki istihbaratçılardan şikayet etmeye başladı. Yani ipin üstünü kendilerince gösterdi.
Ağca’nın serbest bırakılması üzerine yapılan tartışmaları izledikçe insanın midesine kramplar giriyor. Hukukun, demokrasinin, özgürlüklerin neden tam anlamıyla işlemediği, işletilmediği üzerine sorular kafamızda yoğunlaşıyor.
Hemen her kesimden tepki almak mümkün. Konuyu hukuk açısından sorgulayanlar, demokrasi çerçevesinde ele alanlar, kuklanın ardındaki gizemin parçalarını birleştirmeye çalışanlar.
Yalnız Malatyalı yoksul bir ailenin, işsiz çocuğu Mehmet Ali Ağca değil, onun gibi birçok ülküdaşı için insanı hayretler içinde bırakan süreçler işletildi.
Sorun nerede, Ağca, yeniden cezaevine sokulup, bir on yıl daha içeride tutulursa neyi çözmüş olacağız. Evet vicdanlar rahatsız, adaletin tecelli etmesini isteyen insanlar var. Birkaç ay veya birkaç yıl cezaevinde kalması acı içindeki vicdanlara hitap edecek. Ama aramızda dolaşan suç ortağı veya sahne arkadaşı diğer kuklalara ne demeli, onların bir kısmının adı bile geçmedi, bir kısmı ise paşalar gibi yaşıyor.
Olayların ve olayları yapanların üzerindeki kalkanın tutucusunu aramıyoruz, kuklaların kendilerini bu kadar güvenli hissetmelerini sağlayan sistemin merkezine gitmeyi düşünmüyoruz. Sineğin peşinde koşarken ülkemizi bataklığa çeviren sistemin kendisini ve kuklacıları gözden kaçırıyoruz.
Işıkları kuklacıya çevirmek
Türkiye hala burjuva demokratik devrimini tamamlayamamış olmanın, bu devrimi tamamlayamadan emperyalizmin sömürgesi olmanın sancılarını taşıyor. Demokrasi, hukuk, özgürlükler son derece çarpık bir sistemin içinde yaşam bulamıyor. Kağıt üzerinde yazılı değerler yaşamda yerini başka değerlere, efendilerin koyduğu kurallara bırakıyor.
Efendiler adına (bu geniş anlamda ABD emperyalizmi dar anlamda ise burjuvazi) kurulan sistem tüm kurum ve kuruluşlarıyla hüküm sürüyor. Emperyalist patronun Soğuk Savaş sürecinde oluşturduğu kurumları, geçmişte üstlenmiş oldukları iç denetim ve yönetim rolünü bırakmıyor.
Avrupa’nın birçok ülkesi, yani burjuva demokratik devrimlerini onlarca yıl öncesinde tamamlayan ülkeler bile daha yeni yeni ABD’nin kurduğu bu sistemini tasfiye edebildi.
Türkiye ise inkar ve gizleme siyasetini terk etmedi. Edemediği için bir çok olay karanlıkta kaldı, sistemin çarkları kapalı bir biçimde işletildi.
Türkiye’de hala bu tip bir yapıyı işlevsel gören bir anlayış egemenliğini koruyabiliyor. Bu yapılar hala aktif ve süreci tıkayan eylemleriyle dişlerini göstermekten çekinmiyorlar.
Yakalanan kuklalar konuşmuyor, konuşturulmuyor hemen koruma altına alınıyor. Hakimlerin kimselere açıklayamam dediği dosyalarla, büyük adamların iyi çocuktur demeçleriyle kanaatler etkileniyor, kararlar biçimlendiriliyor. Kısa zamanda özgür kalıyorlar ve rahat bir yaşam sürüyorlar.
Kuklacı ise karanlıktaki konumunu koruyor, istediği gibi yeni kuklalarıyla işini sürdürüyor, eskiyen kuklaları ödüllendirerek yenilerin sadakatle hizmet vermesini sağlıyor.
Oysa sadece görünen izleri takip etmek, kritik noktalardaki kimi kişilerin laf arasında söyledikleri, yani açık istihbarat dedikleri ortamı izlemek bile bize epey ipucu veriyor.
Bu ülkede demokrasi işliyor, herkes hukukun önünde eşit duruyor, özgürlükler engelsizce kullanılabiliyor diyebilmemiz için bazı arşivlerin açılması, sorumlu kurum ve kuruluşların rollerini topluma anlatmaları ve suçluların adalet önünde hesap verebilmesi gerekiyor.
Önce şu özel harp dairesi denilen varlığı bir kabul edilen bir reddedilen yapı ve MİT’in yıllardır iç siyasetteki rolünü açıklığa çıkarmak ve kimin hangi örgütü neden, nasıl ve kimlerle yönettiğini görmeliyiz.
Bunu yapabilen ülkeler, demokrasi ve özgürlükler üzerindeki en küçük bir tehdide pabuç bırakmıyorlar. Örnek mi istiyorsunuz, İspanya bunu daha birkaç gün öncesinde tüm dünyaya gösterdi.
Bunu yapabilen ülkelerin demokrasisinde, hukukunda, hak ve özgürlüklerinde bir gerileme olmadı. Devleti çökmedi, adliyesi yıkılmadı, emniyeti dağılmadı, ülkesi bölünmedi.
ABD tarafından sosyalizm tehdidini önleme adına tüm Avrupa ülkelerinde oluşturulan paralel örgütlerin, doğrudan veya dolaylı biçimlerle desteklediği faşist/paramiliter militanlarla gerçekleştirdiği faili meçhul cinayetler, saldırılar, bombalamalar, adam kaçırmalar, sabotajlar son buldu.
Türkiye dışında tüm Avrupa’da kurulu sistem durduruldu. Darbeler dönemi sona erdi.
Artık bizim de ışıkları kuklacıya çevirme zamanımız gelmiştir. Kuklaların etkisiz hale gelmesinin, getirilmesinin yolu kuklacıyı durdurmaktır. Bunu yapmak zorundayız, geçmişimizi aydınlatmak, geleceğimize döşenecek tuzakları yok etmek için bunu yapmak zorundayız.
Yürütmeyi, yargıyı denetleyebilen, etkileyebilen bu yapıların işlevlerinin sona erdirilmesi, sistemin dağıtılması gerekmektedir.
Bu sistemi dağıtamazsak, yollarına kurban kanı akıtılan, üzerine güller yağdırılan, uğruna bayraklar açılan katillerin, uyuşturucu tacirlerinin göz kamaştırıcı yaşamlarına şaşmaya devam ederiz.
Bu konuda en fazla sorumluluk ve görev işçi sınıfınındır. Çünkü demokrasinin, hukukun ve özgürlüklerin önündeki en küçük engel, işçi sınıfı için büyük bir barikata dönüşmektedir. Demokrasinin ve özgürlüklerinin eksikliğinin ekmeklerin küçülmesine, hakların elden gitmesine kadar giden bir sürecin de yolunu açtığını işçi sınıfı deneyimlerle öğrenmiştir. Şimdi görev zamanıdır, bıkmadan, usanmadan hesap sormalı, suçluları adalet önüne çıkarmalıyız.