Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yeni bir Sendikalar Kanunu taslağı hazırladı ve bunu sosyal taraflara verdi. Bütünüyle 2821 sayılı Sendikalar Kanununun sistematiğine bağlı kalınarak düzenlenen taslağın yürürlükteki düzenlemelere göre daha demokratik bir içeriğe sahip olduğu ilk bakışta görülüyor. Aslında sendikalar hukukunun düzenlemeleri, toplu iş sözleşmesi ve grev haklarını düzenleyen toplu pazarlık hukukuyla bir bütünlük taşımaktadır. […]
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yeni bir Sendikalar Kanunu taslağı hazırladı ve bunu sosyal taraflara verdi. Bütünüyle 2821 sayılı Sendikalar Kanununun sistematiğine bağlı kalınarak düzenlenen taslağın yürürlükteki düzenlemelere göre daha demokratik bir içeriğe sahip olduğu ilk bakışta görülüyor.
Aslında sendikalar hukukunun düzenlemeleri, toplu iş sözleşmesi ve grev haklarını düzenleyen toplu pazarlık hukukuyla bir bütünlük taşımaktadır. Bu nedenle taslağın, toplu pazarlık hukukunun genel çerçevesi ortaya çıkmadan tartışmaya açılmış olması bir eksiklik olarak görülebilir. Ne var ki yine aynı nedenle; sendikalar hukuku ve toplu pazarlık hukukunun böylesine bütünlük taşıyor olmaları nedeniyle Sendikalar Kanunu Taslağı, önümüzdeki süreçte gündeme gelecek olan Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu Taslağının kimi düzenlemelerinin de ipuçlarını vermektedir.
Bu yazıda Sendikalar Kanunu Taslağının ayrıntılarına girmeden çok önemli bulduğum iki tespiti ortaya koymaya çalışacağım.
1. Tek Tip Örgüt:
Öncelikle taslak, “tek tip sendika” önermekte ve bu yanıyla Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına; Türkiye tarafından da onaylanmış bulunan ILO’nun 87 sayılı “Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme”sinin ruhuna aykırılık taşımaktadır. Buna göre sendikalar ancak “işkolu esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacı ile”(Taslak-3/1) kurulabileceklerdir. 2821 sayılı Kanunda yer alan “meslek veya işyeri esasına göre işçi sendikası kurulamaz.” (2821-3/3) hükmü taslakta aynen korunmaktadır. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 2. maddesindeki “işçi” kavramı yer alan ve “meslek sendikacılığına bir istisna” olarak değerlendirilen “nakliye, neşir veya adi şirket mukavelesine” göre çalışanların taslakta yer almaması, bu yasaklamayı pekiştirmiştir. Bunun yanında 2821 sayılı Kanuna paralel olarak üst örgüt olarak sadece “konfederasyon” tipi örgütlenmeye izin verilmektedir.
Sendika örgütünün çatısını kuran bu yasaklamalar, aynı zamanda toplu pazarlık sürecinin de uygulama alanını, kapsamını belirlemektedir. Bir kere ortaya çıkmıştır ki, Anayasa’nın, ILO normlarına açıkça aykırı olan “aynı iş yerinde, aynı dönem için, birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz”(Anayasa-53/Son) hükmünün önümüzdeki süreçte de korunması düşünülmektedir. Bu çerçevede Sendikalar Kanununda “tek tip sendika” öngörüldüğü gibi, hazırlanan Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu Taslağında da “tek tip toplu pazarlık” ya da daha teknik anlatımla “tek düzeyli toplu pazarlık” öngörülmektedir. Sendikaların işkolu esasına göre örgütlenme zorunluluğu ve federasyon tipi örgütlenmelere izin verilmemesi karşısında toplu pazarlığa yine sadece “işyeri düzeyinde” izin verilmesinin planlandığı anlaşılmıştır. Öyle görülüyor ki genellikle “federasyon” tipi örgütlenmelerin faaliyet konusu olabilecek “işkolu düzeyinde toplu pazarlık” yine yasaklanacaktır. 2822 sayılı Kanunda yer alan “işletme sözleşmeleri” yine mevcut nitelikleriyle korunacak, zaten temel özellikleriyle var olan “;grup sözleşmeleri” belki biraz daha ayrıntılı olarak ve “isimlendirilerek” yeni düzenlemede yer alacaktır. Ulusal ölçekte toplu pazarlık, Anayasa’nın tek düzeyde toplu iş sözleşmesi öngören anti-demokratik hükmü karşısında yasal statüye kavuşamayacaktır.
Toplu pazarlığın klasik piramidine; ülke düzeyinde bağlayıcı çerçeve anlaşmalarına olanak veren ulusal ölçekte toplu pazarlığa, bu çerçevede işkollarında yürütülen ve ücret ve asgari çalışma koşullarını belirleyen “işkolu” ya da “endüstri” düzeyinde toplu pazarlığa yer verilmeyecektir.
Toplu pazarlık hukukunun en temel alanı olan, toplu pazarlığın yürütüleceği birimlerin saptanması noktasında 2822 sayılı Kanunun anti-demokratik ve uluslararası asgari standartlara aykırı tercihler ve yasaklamaların aynen korunacağı belli olmuştur.
2. Noter Şartı:
Yeni Sendikalar Kanunu Taslağıyla, üyeliğin geçerliliği açısından 2821 sayılı Sendikalar Kanununda yer alan, üye kayıt fişinin “notere tasdik Ettirilmesi” koşulunun (2821-22/3) kaldırılması öngörülüyor. Taslaktaki düzenlemeye göre, “işçi sendikasına üyelik, işçinin beş nüsha olarak doldurup imzaladığı üye kayıt fişini sendikaya vermesi ve sendika tüzüğünde belirlenen yetkili organın kabulü ile” kazanılacaktır. Buna göre sendika üyeliğinin geçerliliği her hangi bir şekil şartına tabi tutulmamaktadır.
Öte yandan sendika üyeliğinden çekilmek için noter şartı yeni düzenlemede de korunmaktadır. Buna göre, “çekilme bildirimi noter huzurunda münferiden kimliğin tespiti ve istifa edecek kişinin imzasının tasdiki ile” olacaktır.
Bununla da kalmamakta, çekilme 2821 sayılı Sendikalar Kanununa oranla daha da güçleştirilmektedir. Taslağa göre çekilme notere başvurma tarihinden itibaren “üç ay sonra” geçerli olacaktır. 2821 sayılı Sendikalar Kanununda “bir ay” olan bu sürenin üç aya çıkarılıyor olması, statükonun korunması yönünde bir tercihi yansıtmaktadır ve pratikte sendika değiştirmeyi
güçleştirmektedir.
Sendika üyeliğinin “notere tasdik ettirilmesi” zorunluluğu, yayımlandığı 1983 yılı Nisanından bu yana 2821 sayılı Sendikalar kanununun en fazla eleştirilen düzenlemelerinden biri olmuştur. Eleştirilerin ağırlık noktası noter hizmetlerinin “ücretli” olması ve sendika üyeliğinin işçiye -uygulamada genellikle işçi sendikasına- ağır bir yük getirdiği noktasında toplanmıştır. Bu eleştiri kuşku yok ki son derece haklı bir eleştiridir. Noter şartının kaldırılıyor olması desteklenmesi gereken bir gelişmedir, aynı şekilde üyelikten çekilme durumunda da bu şart mutlaka kaldırılmalıdır. Sendika üyeliği gibi temel bir hakkın kullanılabilmesinin az ya da çok bir mali faturası olması, kuramsal olarak hakkın özünü zedelemektedir. Ne var ki kamuoyunda noter şartının sadece bu yanıyla algılanması gerçekten talihsizlik olmuştur.
Sendika üyeliğinin tespiti, toplu pazarlık ve grev haklarını da içeren sendika hakların kullanılabilmesi açısından en temel meselelerden biridir. Öyle ki sendika üyeliği, sonuçları bakımından salt bir sivil toplum kuruluşuna katılma, üye olma bağlamında değerlendirilemeyecek, bunu çok aşan özelliklere sahiptir.
Gerçekten de işyerlerinde toplu iş sözleşmesi bağıtlanabilmesi, yetkili sendikanın belirlenmesine bağlıdır ve bunun yolu da sendikaların üye sayılarının tespitinden geçmektedir. İşte bu noktada işçi sendikaları arasında ortaya çıkan “yetki uyuşmazlıkları” yıllarca sürmekte, mahkemeler “evrak üzerinde” yetkili sendikayı belirlemeye çalışmaktadırlar. Yetki uyuşmazlıkları işyerlerinde aylarca, yıllarca süren büyük çatışmalara, kamplaşmalara neden olmuş ve olmaktadır.
Çoğu kez işverenlerin de taraf olduğu bu kaos ortamı çalışanlara olduğu kadar işyerlerine de zarar vermekte, büyük ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Sendika üyeliğinin ve üyelikten istifanın belgelenmesi, işte bu yetki çatışmasının bir parçası olduğu için önemlidir. Ve işte bu nedenle noter şartının kaldırılması, tek başına hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Bunu görebilmek için, 1983 yılına kadar yürürlükte kalan eski 274 sayılı Sendikalar Kanununda bulunmayan noter şartının 2821 sayılı Sendikalar Kanununa neden konulduğunu hatırlamak yeterlidir. Noter şartı, yetkili sendikanın belirlenmesinde bir çözüm olarak 2821
sayılı Sendikalar Kanununa alınmıştır. Ancak Sendikalar Kanununun yirmi yılı aşan uygulaması sonunda bunun bir çözüm olmadığı görülmüştür.
Yetkili sendikanın belirlenmesinin demokratik ve kesin yolu referandumdur.
Referandum, halen 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile düzenlenen toplu pazarlık ve grev haklarına ilişkin olarak önünüzdeki dönemde yapılması öngörülen değişiklikler arasında mutlaka yer almalıdır.
Bu yapılmadığında, noter şartını kaldıran düzenleme referandum mekanizmasıyla tamamlanmadığında, Sendikalar Kanunundan çıkarılan noter şartı, kısa zaman sonra yetki uyuşmazlıklarında “mahkemelerce itibar edilen” etkili bir ispat yolu olarak uygulamada yeniden karşımıza çıkacaktır. Nitekim 274 ve 275 sayılı Kanunların uygulandığı dönemde de böyle olmuştur. Noter şartının bulunmadığı bu dönemde işçi sendikaları tarafından düzenlenen “sahte üye fişleri” nedeniyle yetki uyuşmazlıkları arapsaçına dönmüş, üye fişlerinin notere tasdiki bu dönemde bizzat işçi sendikaları tarafından bir çare olarak uygulamaya sokulmuştur.
Çözüm yetki prosedürünün sadeleştirilmesi, demokratikleştirilmesidir elbette. Bu noktada yıllardır gündemde olan referandum talepleri karşısında, siyasi iktidarlar tarafından sürdürülen inatlaşmanın bugüne kadar hiçbir rasyonel açıklaması yapılamamıştır.
Sonuç:
Sendikalar Kanunu Taslağı, görece demokratik yanlar taşımakla birlikte gerek sendikalar hukuku ve gerekse toplu pazarlık hukuku açısından en esaslı noktalarda; evrensel sendika hak ve özgürlüklerine kuşkuyla bakan, sınırlayan, yasaklayan bir zihniyeti sergilemektedir. ILO normlarıyla da uyum içinde olmayan bu düzenlemeler, Taslağın bütünü içindeki kimi olumlu düzenlemeleri de gölgede bırakmaktadır.
Aslında gerek sendikalar ve gerekse toplu pazarlık hukuku alanlarında demokratikleşmenin önündeki asıl engel Anayasa’dır.
CAN ŞAFAK
Kristal-İş Sendikası
Toplu Sözleşme Müdürü
[email protected]