Yabancı sermayenin faziletleri hakkında, ortodoks iktisatçılarla çok uluslu şirketlerin halkla ilişkiler uzmanları tarafından ileri sürülüp kitlesel medyaya bağlı gazeteciler ve yayın sorumlularınca yaygın bir şekilde pazarlanan bazı efsaneler var: Efsane 1 – Yabancı sermaye, yeni işletmeler yaratır, yeni pazarlar açar ya da var olan pazarları büyütür ve böylece yeni araştırmaları ve yerel teknolojik bilgi birikiminin […]
Yabancı sermayenin faziletleri hakkında, ortodoks iktisatçılarla çok uluslu şirketlerin halkla ilişkiler uzmanları tarafından ileri sürülüp kitlesel medyaya bağlı gazeteciler ve yayın sorumlularınca yaygın bir şekilde pazarlanan bazı efsaneler var:
Efsane 1 – Yabancı sermaye, yeni işletmeler yaratır, yeni pazarlar açar ya da var olan pazarları büyütür ve böylece yeni araştırmaları ve yerel teknolojik bilgi birikiminin artmasını teşvik eder. Oysa işin aslı, yabancı sermayenin çoğunun özelleştirilmiş kamu işletmelerini ya da karlı özel işletmeleri satın almaya yöneldiğidir. Bunu yaparken geri kalan karlı kamu işletmelerinin özelleştirilmesi için de baskı kurar, mevcut pazarları ele geçirir. Girdiği ülkede teknolojik bilgi birikiminin artmasını teşvik ettiği iddiasına gelince, yabancı sermayenin bu konuda yaptığı kendi ülkesinde tasarlanmış ve geliştirilmiş teknolojiyi yöneldiği ülkede satmak ya da kiralamaktan ibarettir. 1980’li yılların sonlarından beri, Latin Amerika’ya giren yabancı sermayenin yarısından fazlası, zaten var olan işletmeleri, üstelik de çoğu kez gerçek piyasa değerlerinin altında fiyatlarla satın almaya yönelmiştir. Girdiği ülkedeki kamusal ve özel sermayenin yanında bir tamamlayıcılık rolü oynamaktansa, yerel sermayenin ve kamu girişimciliğinin ”elde patlamasına” yol açar ve yeni yeni gelişmekte olan teknolojik araştırma merkezlerinin altını oyar.
Pazarı genişletmesine gelince, bu iddia bazı bakımlardan doğru, bazı bakımlardan yanlıştır. Kamu işletmelerinin kaynak kıtlığı çektiği telekomünikasyon gibi kimi sektörlerde, yeni yabancı mal sahiplerinin kullanıcı sayısını artırmış ve pazarı büyütmüş olabilir. Ama, su, elektrik ve ulaşım şebekelerinin kurulması ve korunması gibi başka durumlarda, yeni yabancı mal sahipleri bu hizmetlerin fiyatlarını tüketicilerin çoğunun karşılayamayacağı şekilde yükseltmekle özellikle dar gelirli sınıfları devre dışı bırakarak, pazarı genişletmek şöyle dursun, mevcut pazarı daraltmıştır. Yabancı sermayenin teknoloji transferiyle ilgili karnesi de zayıflarla doludur: Araştırma-geliştirme (Ar-Ge) çalışmalarının yüzde 80’inden fazlası konak ülkede değil merkezde yapılmaktadır. Şu çok övülen ”teknoloji transferi”, yerel tasarım olmaktan çok, başka yerlerde geliştirilmiş tekniklerin satılması ya da kiralanmasından ibarettir. Çok uluslu şirketler, karlarını ve konak ülkeye ödenecek vergileri yapay ya da sahte bir biçimde düşük göstermek için çoğunlukla bağlı şirketlere aşırı yüksek patent ücretleri uygular, hizmet ve işletme giderlerini şişirir.
Efsane 2 – Yabancı sermaye girdiği iş kolunda ihracatta rekabet gücünü artırır, ikincil ve üçüncül alım ve satımlar yoluyla yerel ekonomiyi canlandırır. Gerçekte ise yabancı sermaye karlı mineral kaynaklarını satın alıp bunları çok küçük ya da hiç miktarda katma değer ekleyerek ihraç eder. Madenlerin çoğu, yüksek katma değerli yarı mamul ve nihai ürünlere ihraç edildiği ülkelerde dönüştürülür ve bu dönüştürme işlemlerinin gerektirdiği istihdam, ekonomik farklılaşma ve hüner bu ülkelerin kazancı olur. Brezilya’nın Vale del Doce’deki çok büyük ve karlı demir madeninin 1990’larda özelleştirilmesi madenin yeni sahiplerine muazzam karlar sağlamış ve buradan çıkarılan hammadde 21. yüzyıldan itibaren başta Çin
olmak üzere dışarıya pazarlanmıştır. Brezilya’nın ham demir cevherini işleyen Çin, ulaştırma, makine ve metalürji sanayileri için gereken çeliği üreterek kendi ekonomisini güçlendirmiş ve büyük ölçüde istihdam yaratmıştır. Aynı şekilde 1990’ların ortalarında Bolivya’nın gaz ve petrol sektörünün özelleştirilmesi, yabancı sermaye için 21. yüzyıla taşınan muazzam karlara yol açarken, buna karşılık, işleme ve doğalgaz ile petrolü yüksek katma değerli işlenmiş ürünlere dönüştürme işlerinde çalışan yüz binlerce Bolivyalının işlerinden olmasına neden olmuştur. Bundan başka, gaz ve petrol varlıklarını ihraç amacıyla işleyen yabancı sermaye, bu
kaynakların bulunduğu ülkelerde yaşayan düşük gelirli tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılamakla ilgilenmemiştir. Hammadde çıkarımı az işçiye ihtiyaç duyan sermaye yoğun bir iştir. İşleme ve imalat aşamaları ise daha emek yoğun ve daha çok istihdam yaratıcı niteliktedir
Efsane 3 – Yabancı sermaye, yerel hazineyi güçlendirecek vergi gelirleri yaratır ve nakit döviz kazandırarak ithalatın finansmanını sağlar. İşin aslı ise yabancı sermaye devasa vergi yolsuzluklarına, geniş çaplı para aklama işlerine bulaştığı ve kamu şirketlerini satın alırken
dolandırıcılığa varan dolaplar çevirdiğidir. 2005 Mayısında, Venezüella hükümeti, geçmiş hükümetlerle 1990’lardan itibaren hizmet sözleşmeleri imzalamış olan başlıca yabancı petrol şirketlerinin o zamana dek değeri milyarlarca doları bulan veri kaçakçılığı ve yolsuzluklarına
karıştığını ilan etti. Rusya’nın bütün petrol ve doğalgaz sektörü, yabancı yatırımcılarla işbirliği içindeki yeni bir milyarder girişimci sınıfı olan hırsız oligarklar tarafından gerçek anlamda çalındı. Bu soygunun bir sonucu da vergi gelirlerinin erimesi oldu. Bu oligarklardan
ikisinin, Platon Lebedev ile Mihail Hodorkovskiy’in ABD ve Avrupa bankaları aracılığıyla 29 milyar dolarlık vergi kaçakçılığından yargılanıp cezalandırılması aydınlatıcıdır. Yabancı sermayenin ödemeler dengesi üzerindeki uzun vadeli etkisi olumsuzdur. Örneğin, ihracata
yönelik serbest ticaret bölgelerinde kurulan montaj tesislerinin çoğu, gereken bütün girdileri,
makine donatımın, tasarımı ve know-how’ı ithal eder, bunlarla ürettiği yarı mamul ya da nihai ürünü ihraç eder. Bu işlemin ticari dengesi girdi maliyetlerinin ihracat değerine oranına bağlıdır. Pek çok durumda, ithal girdilerin yerel ekonomiye olan maliyeti ihracata yönelik serbest bölgelerde yaratılan katma değerden fazladır. İkincisi, ihracat platformlarından elde edilen gelirin çoğu kapitalistlere gider, çünkü kişisel imparatorluklara uzanan yolda başarının anahtarı işçi ücretlerinin düşük tutulmasıdır.
Brezilya’nın son on beş yıllık deneyimi yabancı sermaye ve dışarından fonlanan yatırımların ödemeler dengesi üzerindeki olumsuz etkisi bakımından aydınlatıcıdır. Brezilya, 2004 yılında yabancı bankalara faiz ve ana para ödemesi olarak 46 milyar ABD doları ödemiştir. Söz konusu yıl içinde sadece 16 milyar dolarlık yeni kredi alabildiğinden ülke dışına yönelen net para çıkışı 30 milyar dolar olmuştur (2). Bu yılın (2005) Ocak ve Nisan arasındaki ilk dört ayında, Brezilya ekonomisinin kan kaybı, faiz ödemesi olarak 4.6 milyar dolar, kar dağıtımı (temettü) olarak 3.7 milyar dolar, ”dış hizmetlere” karşılığı olarak 1.7 milyar dolar ve ana para borç ödemesi olarak 7.3 milyar dolar olmuştur (3). Toplamı 17.3 milyar doları bular bu ödemeler, 12.2 milyar dolar olan dış ticaret fazlasını hayli hayli geride bırakmıştır (4). Bir başka şekilde söylersek, yabancı yatırım öncülüğünde ihracat modeli, Brezilya’yı acil açığı yeni borçlarla finanse etme kısır döngüsüne, küçük ve orta ölçekçi çiftçilerin zengin sınai tarımcıların insafına terk edilmesine ve çevresel yıkıma mahkum etti.
Efsane 4 – Bir ülkenin uluslararası piyasalarda itibarını koruması ve mali sistemin güvenilirliğini sürdürmesi için borçlarını aksatmadan ödemesi zorunludur. Ve bu ikisi (uluslararası piyasalardaki itibar ve mali sistemin güvenilirliği) sağlam bir kalkınma için can alıcı önemdedir. Tarihin gösterdiği şey ise halkını gerçek anlamda temsil etmeyen hükümetlerce şaibe
li koşullarda ve yasadışı sözleşmelerle alınan borçları geri ödemenin, yerel mali sistemin uzun dönemli mali durumunu ve güvenilirliğini tehlikeye soktuğu ve mali bir çöküşe yol açtığıdır.
Arjantin’in 196-2001 yılları arasında geçirdiği deneyim bu açıdan yol göstericidir. Bu dönemde yapılan iç ve dış kamu borçlarının önemli bir bölümü yasa dışı sözleşmelerle sağlanmıştı ve bu borçların kalkınma hedefleriyle pek bir ilgisi de yoktu. Bu borçların ödenmesine karşı Arjantinli iktisatçı Olmos’un açtığı davada, Arjantin hükümetinin
Citibank, First National Bank of Boston, Deutsche Bank, Chase Manhattan Bank ile Bank of America’nın özel yabancı borçlarını ödemeyi üstlendiği ortaya çıktı (5). Kıyı aşırı (offshore) bankaların ülkedeki şubelerinin borçları için de aynı şey geçerliydi. Olmos davası, ayrıca, askeri diktatörlüğün ve onu izleyen rejimlerinin dolar cinsinden sermaye, kaçışını kolaylaştırmak üzere nakit döviz sağlamak için de borçlanmış olduklarını belgeledi. Yabancı
bankaların verdiği borçlar Merkez Bankası’na gitti, oradan da kıyı aşırı banklardaki hesaplara aktarılmak üzere Arjantin parası verip dolar alan zenginlere aktarıldı. 1978 ile 1981 arasında Arjantin’den kaçan para 38 milyar doları aştı. Yabancı borçların çoğu, ülkenin ekonomik ”dışa açılmasını”, lüks eşya ve tüketim malları ithalatını ve askeri malzeme alımını finanse etmek için harcandı.
Olmos davası daha büyük borçlanma kaynağı olan bir ahlaksızlığı da ortaya çıkardı: Arjantin rejimi bankalardan yüksek faizle borç alıp, aldığı bu paraları düşük faizlerle borcu veren aynı bankalarda tutmuş, böylece borç yükünü milyarlarca dolar artırmıştı.
Efsane 5 – Yerel kaynaklar yeterli ve uygun olmadığından, pek çok Üçüncü Dünya ülkesi kalkınma için gereken sermayeyi temin edebilmek için yabancı yatırımlara bağımlıdır. Neo-liberal iktisatçıların çoğunun katıldığı bu görüşün aksine, yabancı yatırımlar denen şeyin çoğu yerel işletmeleri ve mali yatırımları satın almak için ulusal birikimler karşılığı yabancı borçlanmadan ibarettir. Yabancı yatırımcılar ve çok uluslu şirketler ya yerel hükümetlerin güvencesiyle yabancı borçlar sağlarlar ya da doğrudan doğruya, yerel tasarruflardan ve işçilerin emeklilik kesintilerinden toplanan konak ülkenin emeklilik fonlarından ya da bankalarından borç alırlar. En son veriler, Meksika’da faaliyet gösteren ABD çok uluslu şirketlerinden Banamex’in yerel kaynaklardan 28.9 milyar peso (yaklaşık 2.6 milyar ABD Doları), American Movil’in (Telcel) 13 milyar peso (1.2 milyar dolar) Ford Motor’un (uzun dönem borçlanmayla) 9.556 milyar peso, (kısa dönem borçlanmayla) 1 milyar peso ve General Motors’un (mali kolunun) 6.555 milyar peso borç aldığını göstermektedir (6) Çok uluslu şirketlerin ve yabancı yatırımcıların girdikleri ülkenin piyasalarını ve verimli sektörlerini ele geçirmek için o ülkenin kendi kaynaklarını kullanmaları yaygın bir uygulamadır. Ve bu yaygın uygulama, yabancı yatırımların ülkelere ”yeni sermaye” getirdiği yönündeki efsaneyi çürütmektedir. Bu uygulama, aynı biçimde Üçüncü Dünya’nın sermaye kıtlığı yüzünden yabancı yatırımlara ”ihtiyaç duyduğu” iddiasının inandırıcılığını da sarsmaktadır. Yabancı yatırımları davet etmek, yerel tasarrufların kamu ya da özel sektörde olsun yerel yatırımcılara gideceğine yabancılara yönelmesine neden, oluyor, yerel yatırımcıların devre dışı kalmasına ve sermaye ihtiyaçlarını karışlamak için, daha fahiş faizlerle kredi veren ”kayıt dışı” tefecilerin kucağına düşmesine yol açıyor. Yani, yabancı
yatırımlar yerel yatırımcıların yanında bir tamamlayıcılık işlevi üstlenmek yerine, kredi piyasalarında bu yatırımcılarla daha güçlü bir konumdan rekabete girişiyor, yerel tasarrufları yerel işletmelerin elinden alıyor ve mali ve siyasal bakımdan daha güçlü olmaları sayesinde
yerel mali piyasalardan yerel yatırımcılardan daha iyi yararlanıyor.
Efsane 6- Yabancı yatırımların yandaşları bir ülkeye bir kez yabancı yatırım girdi mi, bunu başkalarının da izleyeceğini, yabancı yatırımların ”kalkınmanın direği” olacaklarını iddia eder. Bundan daha fazla gerçeğe aykırı bir iddia olamaz. Meksika’da, Karayiplerde, Orta Amerika’da yabancı sermaye tarafından geliştirilen montaj sanayilerinde yaşanan deneyimler, Asya’da özellikle de Çin ve Viet Nam’da yeni ucuz emek kaynaklarının çıkışıyla buralarda nasıl bir istikrarsızlık ve güvensizlik yaşandığını göstermektedir. Yabancı yatırımcılar, yerel yatırımcılara kıyasla çok daha kolay biçimde yer değiştirip yeni ucuz işçilikli pazarlara kayabilirler. Ve arkalarında kısa süreli bir göreli refahı izleyen enkaz ekonomiler bırakırlar.
Yabancı yatırımların Meksima, Karayipler ve Orta Amerika’daki pratiği.
Asya’nın rekabetiyle karşılaştığı anda, teknolojiyi, işçi hünerini ya da ürün kalitesini artırarak bulunduğu yerde rekabet etme yolunu seçmeyip, tası tarağı toplayıp ucuz emek pazarlarına taşınmayı tercih ettiğini ortaya koymuştur. Son olarak Hindistan’da yabancı sermayenin uzun vadeli etkilerini inceleyen bir araştırma, ekonomik büyüme ile yabancı yatırımlar arasında bir korelasyon (doğrudan ilişki) bulunmadığı yönündedir (7).
Sonuç
Yabancı yatırımlara bel bağlamak, riskli, masraflı ve kısıtlayıcı bir kalkınma stratejisidir. Nimetler ve külfetler yabancı yatırımları ”gönderenler” ile kabul edenler arasında eşit biçimde paylaşılmaz. Tarihsel olarak bakıldığında da, ne ilk, ne geç ne de en son kalkınan ülkelerin hiçbirinin kalkınma planlarının merkezine yabancı yatırımları koymamış oldukları görülebilir. Ne 19. yüzyıl ABD, Almanya ya da Japonya’sı, ne 20. yüzyılın Rusya, Çin, Kore ve Tayvan’ının sınai ve mali kurumlarını ilerletmek için yabancı sermayeye bağımlı olmamıştır. Yazı boyunca kaydedilen dezavantajları göz önünde tutarsak, gelişmekte olan ülkeler için ileriye giden yolun yabancı yatırımları en aza indirip, ulusal mülkiyeti ve yerel mali kaynaklara ve becerilere dayalı yatırımları olabildiğince artırmaktan, çeşitlenmiş bir ekonomi
aracılığıyla yerel ve yabancı pazarları genişletip derinleştirmekten geçeceği açıktır. Yabancı yatırımların ekonomik, politik ve toplumsal bakımdan olumsuz maliyetleri özellikle Latin Amerika olmak üzere, Üçüncü Dünya’da giderek daha fazla insan tarafından fark ediliyor. Yabancı yatırımlardan kaynaklanan olumsuzluklar, kitlesel toplumsal hareketleri, hatta, 2005 yılında Bolivya örneğindeki gibi devrimci mücadeleleri ateşleyen önemli bir fitildir. Yabancı yatırımlar devletin en yüksek makamlarında alınan siyasal kararların doğrudan sonucu olduğundan, kitlesel toplumsal mücadeleler, yabancı yatırımları olduğu kadar, hatta ondan da fazla, bunların koruyan ve nazlandıran işbirlikçi siyasi rejimi de hedef alıyor. Toplumsal hareketlerin giderek devlet iktidarı için siyasi mücadelelere dönüşmesi, siyasi iktidarla yabancı yatırımlar arasındaki yakın ilişkinin gitgide daha çok anlaşılır olmasıyla doğrudan doğruya ilişkilidir. 21. yüzyılda, en azından Latin Amerika’da, halk çoğunluğundan gelen hareketlerle devrilen bütün seçilmiş hükümetler yabancı yatırımlarla derin yapısal bağlara sahipti: Ekvador’da Guiterrez; Bolivya’da Sanchez de Losada ile Mesa ve Peru’da Fujimori. Buna karşılık, Latin Amerika’nın en büyük ve sağlam halk desteğine sahip olan lideri Venezüella Devlet Başkanı Chavez, yabancı yatırımlara giderek artan düzenlemeler ve vergiler getirip artan kamu gelirlerini yoksullar, işçi sınıfı ve
köylüler arasında yeniden bölüştüren tek lider olması anlamlıdır. Hala cevap bekleyen soru ise, sınıf bilincinin ve enerjinin bu yeni bileşiminin yabancı yatırım yanlısı rejimleri yenilgiye uğratmanın ötesine geçip, ”millileştirme”den fazlasını yaparak sosyalizme yönelecek geniş bir sınıflar ittifakına
dayalı yeni bir devlete ulaşmayı başarıp başaramayacağıdır.
Notlar:
1- Paul Doremus ve d.l, Myth of the Global Corporation, Princeton: Princeton University Press 1998
2- Boletin: Cedada da Divida No 12, May 31, 2005, s2
3- Age. s2-3
4- Age. s2-3
5- Cited in Boletin s6
6- La Jornada June 7, 2005
7- Tanushree Mazumdar, “Capital Flows into India”, Economic and
Political Weekly, Vol XL No 21, s2183-2189 June 13, 2005
[www.rebelion.org adresinden Ahmet KIRMIZIGÜL tarafından sendika.org için çevrilmiştir.]