Van’da, Rektör Yücel Aşkın’ı hasta olmasına rağmen beş kat merdiveni tırmandırtacak kadar gözü dönmüş bir hukuksuzluk kampanyası sürerken… Ülkenin malvarlıkları kasabalı esnaf ağzıyla yapılan pazarlıklarla satılırken… Yoksulları örgütleyerek iktidara gelen AKP artık daha ziyade Dubaili işadamlarının çıkarlarını korurken… Yabancı haber ajansları bile dini bir hayat tarzının Türkiye’yi ele geçirdiğini tüm dünyaya ilan ederken… İnsanların elinden […]
Van’da, Rektör Yücel Aşkın’ı hasta olmasına rağmen beş kat merdiveni tırmandırtacak kadar gözü dönmüş bir hukuksuzluk kampanyası sürerken…
Ülkenin malvarlıkları kasabalı esnaf ağzıyla yapılan pazarlıklarla satılırken…
Yoksulları örgütleyerek iktidara gelen AKP artık daha ziyade Dubaili işadamlarının çıkarlarını korurken…
Yabancı haber ajansları bile dini bir hayat tarzının Türkiye’yi ele geçirdiğini tüm dünyaya ilan ederken…
İnsanların elinden rakı bardağını kapmaya varan düzeyde bir muhafazakârlaştırma operasyonu sürerken…
Van’da başlayan kampanyayla birlikte düşünen insanların ellerinde kalan son iki kale olan yargı ve üniversitelerin de ele geçirilmesi için her şeyin yapılacağı ortaya çıkmışken…
Sağlık ve eğitim gibi en basit insani ihtiyaçlar bile “parasıyla” olmuşken…
Parti girişimi
DİSK öncülüğünde başlayan bir parti girişimi var. Henüz sadece kültürel elitin beyin fırtınası toplantıları olarak yürütülen çalışmaların, dini sembollerle süslenerek dokunulmaz kılınan iktidarın eşitlik ve adalet karşıtı uygulamalarına karşı doğru düzgün bir muhalefet geliştirebilmesini isteyen çok insan var.
Fakat, Bolu’da yapılan ilk toplantıda söylediğimi tekrar edeyim:
Çamurun içine girmeden, sokağa temas etmeden yapılan her şey geçmiş başarısız deneyimlerin yeni bir tekrarı olmaktan öteye geçemez.
Asıl muhalif, sokak
Girişim, sokakta ve Anadolu’da var olan muhalif damara denk gelmezse, yeni bir dil kurmazsa, bütün bu çabalar sadece Meclis kulislerinde kendine yeni bir parti arayarak, duble paça pantolonlarıyla gezen sosyal demokrat, “profesyonel” politikacılardan başka kimseyi heyecanlandırmaz.
En son katıldığım “Siyaset Meydanı” programına gelen tepkilerden de gördüğüm üzere, var olan “kariyer sahibi” politikacılar, tanınan siyasetçiler artık bu ülkeyi temsil etmiyor.
Kimse memleket meselelerinin çözümünde çoktan kurulmuş ve ezberlenmiş dillerle bir yere varılacağına inanmıyor. Yeni bir politik dil gerekiyor. Bu yeni dil nerede?
Yeni dil Halkevi’nde
Sokakta çalışan, manileşmiş sol örgüt diliyle bir yere varılamayacağını iyi bilen, sokağın isteklerini, sokağın diliyle talep eden Halkevleri yeni bir şey yapıyor. Bir süredir çalışmalarını izlediğim Halkevleri, Latin Amerika’da uygulanmış ve başarıya ulaşmış modelleri örnek alıyor. Mahalle örgütlenmelerine gidiyor ve oralardan gelen talepleri büyüterek bir muhalefet çalışması yapıyor.
Halkın temel gereksinimlerini ideolojik saplantıların önünde tutan örgütlenme, mahallelerde kent yoksulları için eğitim ve sağlık çalışmaları yapıyor. Halk okulları, deprem bölgesinde Yaşam Evleri kuruyor.
İşçilerin kendi haklarını öğrenmesi İstanbul’da “Alo İşçi Hattı”, Adana ve Hatay’da Irak mağduru şoförlerle dayanışma merkezi, çeşitli illerde okuma yazma kursları…
‘Dayanışma’…
Bunların etrafında bir araya gelen kent yoksulları kendi politikalarını kendileri belirliyor. Kendi dillerini de kendileri üretiyor. Okuma yazma öğrenen kadınlar çocukları için kreş istiyorlarsa bunun için basın açıklaması yazabiliyor örneğin, “İnsanca yaşamak istiyoruz” sloganını kendileri buluyor.
Veliler parasız eğitimin çocuklarının hakkı olduğunu kendileri kavrayıp okullara baskı yapabiliyor. Sanat kursları, ÖSS hazırlık kursları, veli-öğretmen meclisleri kuruluyor. Halk okullarında gönüllü öğretmenler parasız dersler veriyor.
Böylece sağın, AKP’nin mahalle çalışmalarıyla soldan çaldığı “dayanışma” kavramı sola dönerken yoksullar, haklarına, kendi, yeni dilleriyle sahip çıkmayı öğreniyor.
Türkiye’nin kenar mahallelerinde, üniversitelerinde bir şey oluyor.
Bir enerji birikiyor.
Bu enerji, yeni dilini kullanabileceği bir yer arıyor.