ABD dış politikasında artık bir yol ayrımına gelindiği kesin. American Enterprise Institute’tan Thomas Donnelly gibi etkin ”neo-con” lar bile artık böyle ”tek başına” devam edilemeyeceğini düşünüyorlar. ” Bush yönetimi bundan sonra ne yapacak” sorusu etrafında canlı bir tartışma gelişiyor. İki fraksiyon, iki refleks Bu tartışmalarda yorumları genelde dış politika ”gerçekçileri” (ittifaklarla birlikte davranma gereğini vurgulayan […]
ABD dış politikasında artık bir yol ayrımına gelindiği kesin. American Enterprise Institute’tan Thomas Donnelly gibi etkin ”neo-con” lar bile artık böyle ”tek başına” devam edilemeyeceğini düşünüyorlar. ” Bush yönetimi bundan sonra ne yapacak” sorusu etrafında canlı bir tartışma gelişiyor.
İki fraksiyon, iki refleks
Bu tartışmalarda yorumları genelde dış politika ”gerçekçileri” (ittifaklarla birlikte davranma gereğini vurgulayan ”hegemonyacılar” ) ile ”idealistler” (imparatorlukların kendi gerçeklerini yarattığına inanan neo-con’lar) arasındaki ”ideolojik” farklara dayandırıyorlar. Örneğin The Economist, ”İdeolojinin Sonu” başlıklı yorumunda, Bush yönetiminin, vergi indirimi ve siyasi tercihlere endeksli devlet harcamaları sonucu oluşan bütçe açıklarından, neo-con tezlerin ”Bağdat’ın arka sokaklarında tokatlanmasından” sonra muhafazakâr partinin seçkinlerinin de kaygılanmaya başladığını vurguluyor, artık ideolojinin sonuna gelindiğini vurguluyor, bundan sonra ”pragmatizmin” egemen olmasını istiyor. Belli ki The Economist, politikacıların ”ideolojik saplantılarının” , yerini, küresel ekonominin ortak çıkarına uygun politikalara bırakmasını istiyor
Ancak ”ufak” (!) bir sorun var: Sermaye grupları arasında, gerek ulusal gerekse uluslararası alanda, piyasalar, yatırım alanları ve devlet kaynakları üzerinde rekabetin giderek keskinleştiği bir konjonktürde, ”sermaye” açısından bir ortak çıkar saptamak olanaksız. Dikkatleri ”ideolojik tartışmalardan” başka bir yöne çevirmek gerekiyor. Bu nedenle biz de Bush yönetiminin ”emperyalist refleksini” yorumlarken dikkatimizi jeopolitiğin ”satranç tahtalarındaki” ideolojik tartışmaların yanı sıra dünya ekonomisini etkileyen krizin dinamikleri üzerinde yoğunlaştırarak ”mali sermaye” ile ”askeri- sınai kompleks” arasında bir ayrım yapmaya çalışmıştık.
Asya ve borsa krizlerinden sonra gücü kırılan mali-sermaye geri çekilirken askeri-sınai kompleksin öne çıkarak inisiyatifi (ABD sermaye sınıfının ”iktidar blokunun” liderliğini) ele geçirmesine uygun bir ortam oluşmuştu. ”Mali-sermaye” küresel serbest piyasa projesiyle, özgürce dolaşabileceği homojen bir ekonomik mekân kurmaya ve uluslararası işbirliğini canlı tutarak büyük savaşların bu mekânı kirletmesini engellemeye çalışırken askeri-sınai kompleks enerji kaynaklarını, stratejik coğrafyaları ele geçirmeye, savaş harcamalarını arttırmaya, bu yönde tek başına davranmaya yönelik stratejileri benimseyecekti. Bu yüzden, Clinton döneminde ABD Dışişleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı gibi çalışır, dış politikada çok taraflı ”küreselleşmeci” yaklaşım izlenirken Bush döneminde Savunma Bakanlığı’nın askeri-sınai kompleksin çıkarlarını takip etmek üzere öne çıkmasına şahit olduk.
Ancak gerçeklik çok daha karmaşık
Gerçekten de mali-sermaye içinde, Lehman Brothers, Blackstone, Carlyle Group ve KKR gibi grupların askeri-sınai kompleksle girift ilişkileri var. Buna karşılık, enerji ve havacılık alanında uzmanlaşmış, küresel alanda etkin, General Motors, Chrysler, Hewlett Packard, Exxon-Mobil, Chevron Texaco gibi gruplar, bu emperyal dış politikadan olumsuz yönde etkilendiler.
Aslında, daha sağlıklı yorumlar yapmamıza yardımcı olacak bilgiler giderek birikiyor. Örmeğin, Washington Post’un aktardığı Beyaz Saray kaynaklı bir belge, Başkan Yardımcısı Cheney’ in ulusal enerji stratejisi hazırlarken enerji sektörü genel müdürleriyle yaptığı, ancak düne kadar şiddetle inkâr edilen bir toplantının varlığını kanıtladı (16/11). Enerji sitesi Platform’un yayımladığı ”Crude Designs: The Rip-off of Iraqi Oil Wealth” , ABD tarafından Irak yönetimine dayatılan ”üretim paylaşım anlaşmalarının”
, Irak petrollerini 40 yıl boyunca ABD petrol şirketlerine peşkeş çektiğini, bu talanın Irak halkına faturasının 194 milyar doları bulacağını gösterdi (http://www.carbonweb.org/crudedesigns.htm).
Mark Engler’ in tomdispatch.com’da yayımlanan ”War Woes of Business” başlıklı çalışması da Marlboro, American Online, McDonald’s, American Airlines, Exxon-Mobile, Chevron Texaco, United Airlines, Chrysler, Budweiser, Barbie Doll, Starbucks ve General Motors gibi ABD şirketlerinin, Bush yönetimin ”emperyal” dış politikasından zarar gördüğünü aktarıyordu. Ayrıca geçen yıl, ev inşaatı müteahhitleri, ev ipoteği veren mali şirketler, yatırım fonları, kimi TV-radyolar, turizm sektörü şirketleri, mali raporlarında savaştan zarar gördüklerini dile getirmişlerdi. Bunlar, Nike, Adidas vb. ve Hollywood film şirketleri gibi, performansları malların ve insanların serbest dolaşımına, Amerikan kültürünün çekiciliğine, dünya piyasasında ABD mallarına yönelik tüketici talebine bağımlı, ABD dış ticaret açığının finansmanı açısından büyük öneme sahip şirket ve sektörler. Buradan hareketle askeri-sınai kompleksin, Aegis, Bechtel, Halliburton, Lock-Heed Martin gibi dev şirketler için yaşamsal öneme sahip emperyal politikanın, ABD sermaye sınıfının daha geniş bir kesiminin çıkarına tosladığını söyleyebiliriz.