Eğitim Sen kararlı, militan bir mücadele süreci sonrasında toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği haline gelmiştir. Son eylem göstermiştir ki, Eğitim Sen zorlu bir abluka sürecinden geçmektedir. ‘Kapatma Davası’, tüzüğündeki “anadilde eğitim ilkesi” gerekçe gösterilmiş de olsa, aslında Eğitim Sen’in toplumsal muhalefeti besleme gücü, mücadele potansiyeli zayıflatılmak istenmiştir. Anti-demokratik, siyasi bir saldırı olarak bilinçlere kazınan bu […]
Eğitim Sen kararlı, militan bir mücadele süreci sonrasında toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği haline gelmiştir. Son eylem göstermiştir ki, Eğitim Sen zorlu bir abluka sürecinden geçmektedir. ‘Kapatma Davası’, tüzüğündeki “anadilde eğitim ilkesi” gerekçe gösterilmiş de olsa, aslında Eğitim Sen’in toplumsal muhalefeti besleme gücü, mücadele potansiyeli zayıflatılmak istenmiştir.
Anti-demokratik, siyasi bir saldırı olarak bilinçlere kazınan bu dava ile, ilk duruşmadan (13 temmuz 2004) başlayarak, demoklesin kılıcı gibi bir buçuk yıl kapatma tehdidi ile yıpratılmak istenmiş ve sendika davaya kilitlenerek, tüm enerjisini bu tehdite karşı faliyetlere aktarmıştır. Sendika, bu saldırıyı sağduyulu bir manevra ile boşa çıkarmış, davanın düştüğü 27 Ekim duruşmasında ilan edilmiştir. Kapatma davası, siyasi bir saldırı olma özelliği ile dikkat çekerken, sendikal anlayışların oluşturdukları politikalar bakımından da değerlendirilmeye muhtaçtır.
Saldırı dava ile de sınırlı kalmamış, örgüt hassas bir dönemi geçerken, Ekim ortalarında sendikamızı zayıflatmayı amaçlayan derin müdahalenin hareketlendirmesiyle istifalar ortaya çıkmış, yeni sendika kurma adımları atılmıştır. Hiç bir tutarlı gerekçesi olmayan, tarihe demokratik öğretmen hareketini zayıflatacak bir iş olarak yazılacak olan bu adım, şairin “…ve 500 atlı, bir ihanet yani…” dizeleriyle anılacaktır.
Eğitim Sen’in adeta dışa dönük mücadeleden koparıldığı bu süreçte, üye kitlesinin ve tüm eğitim emekçilerinin temel taleplerini, “büyük eğitimci yürüyüşü” paketi ile eylül-ekim ayında kamuoyuna açıklamıştır. Talepler,öğretmen, öğrenci, hizmetli ve büro emekçilerinin taleplerinin bütünüydü. Ve eğitimcilerin “büyük yürüyüşü” önce taleplerin içeriğinde gizliydi.
Eğitim çağındaki çocukların sağlık giderleri devlet tarafından karşılanmalıydı,
Anaokulu ve ilköğretim birinci kademe öğrencilerine ücretsiz süt ve beslenme hakkı verilmeliydi,
Eğitimde kadrolaşma değil, demokratik yönetim anlayışı benimsenmeliydi,
Eğitime hazırlık ödeneği tüm eğitim ve bilim emekçilerine ödenmeliydi,
Hizmetli ve büro çalışanı için özel hizmet tazminatı ödenmeliydi,
Ek ders ücretleri günün şartlarına göre yeniden belirlenmeliydi,
Tüm eğitim ve bilim emekçilerine yakacak parası verilmeliydi,
Kamu emekçilerine grev ve toplusözleşme hakkı tanınmalıydı,
Öğretmenlik mesleğinin saygınlığı korunmalıydı,
Demokratik Anayasa oluşturulmalıydı
Artık yüzümüzü dışa dönecek, sendikamıza uygulanan abluka kırılacaktı. Haklı meşru taleplerimizi gerçekleşir kılmak için harekete geçmenin zamanıydı. Toplantılar, çalışma programları, materyalleri oluşturuldu.
Sendikal çalışmada bu süreç yaşanırken, ülkemizin siyasal gündeminde de yeni yeni gelişmeler yaşanıyordu. AB ile müzakere sürecinin başladığı, erken seçim tartışmalarının yapıldığı bir dönemde, demokratikleşme söylemleri eşliğinde dogu-güneydogu illerinin bazılarında ve başka yerlerde arka arkaya bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, şovenizm hortluyordu. Suyun bulanmasından nemalanan bazı karanlık çevrelerin ve hatta resmi kolluk görevlilerinin, zaman zaman provokatif eylemler yaptığı söyleniyordu. Ancak ortada somut, inandırıcı deliller olmadığından dolayı, kamuoyu net değildi. Şemdinlide bir kitabevine bomba yerleştirilmesi sırasında saldırganların halk tarafından suçüstü yakalanması susurluk vakasının devam ettiğini açığa çıkardı. Şemdinli’de açığa çıkan durum, devletin bölgedeki özel savaş politikasının bir döneme ait, olmuş bitmiş bir politika olmadığını, bir devlet politikası olarak, bugün de sürdürüldüğünü gösterdi. Yaşanan durum, resmi devlet üniforması giyen çetelerin, sağı solu bombalaması ve sonra da “PKK bombaladı” diye çığırtkanlık yapıp, asayişi sağlama adına, daha büyük şiddete başvurması şeklindeydi. Artık açığa çıkan gerçekleri kimse saklayamıyor. Askeriyle, Polisiyle, MİT’i ve JİTEM’iyle, kirlenmişlik ortadadır. 2005 Newroz kutlamaları öncesinde yapılan ‘toptan mücadele’nin kaçınılmaz olduğu” açıklamasıyla, başlayan Mersin’de bayrak krizi, linçler, şovenizmin yükselme süreci… Şemdinli’de patlayan bombaların kimler tarafından ve niçin gerçekleştirildiği sorularına yanıt olma niteliği taşımaktadır. Bu gerici şoven politikalar, devletin, Kürt sorununu barış ve demokratikleşme temelinde çözme yerine, baskı ve şiddetle örtme anlayışından kaynaklanmaktadır. Dün Fatsa’da, Kemal Kara’nın öldürülmesi ve başka örneklerde yaşananlarla, bugün Şemdinli’de yaşananlar, derin devletin örgütlediği çetelerin açığa çıkarılıp tasfiye edilmesinin, ancak halkın örgütlü-kararlı mücadelesiyle mümkün olacağına işaret etmektedir.
Ülkemizde açığa çıkan, Susurluk ilişkilerinin Şemdinli’de sürdüğü bir dönemde Eğitim Sen, ekonomik-sosyal taleplerle meşru eylemini başlattı. 24 Kasım’da İstanbul’dan 1500 eğitim emekçisinin önce Taksim’e, sonra da Kadıköy iskelesinden başlattığı “Büyük Eğitimci Yürüyüşü”, bir gün sonra Kocaeli’nde 5.000’e yakın kitlesel eyleme dönüşmüştü. İstanbul yürüyüş kolu Ankara’ya hareket ettiğinde, Türkiye’nin tüm illerinden yaklaşık on bin emekçi de Ankara’ya hareket etmekteydi. Bu süreçte hükümet ve milli eğitim bakanlığı, “öğretmenler günü!” nedeniyle hince hesaplarla sempati toplamaya çalışıyor, iş-kolunun yetkili sendikası Eğitim Sen’i fırsatçılıkla suçlayarak, iş-kolunda kurulu “devletçi” sendikaları kollama tutumları geliştiriyordu. Ancak geçmiş dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de, konuşmaların da, vaatlerin de samimi olmadığı en iyi şekilde bu günlerde açığa çıkmıştır. Bakan’ın “öğretmenler sadece iki gün çalışıyor!” sözü ile başlayan, ek ders ücretlerinin artırılmasını önce dillendirip sonra da, ”olmayan kaynaktan bir şey verilemeyeceğinin farkındayım” demesi samimiyetsizliklerinin göstergesidir. Siyasi iktidar hafta boyunca eylemi engellemeye dönük çabalarını eksik etmemiştir. Ardından Bakanlık tarafından okullara genelge gönderilerek, eğitim emekçilerinin sevk eylemi yasa dışı ilan edilerek engellenmek istenmiştir.
Tüm bu baskı ve tehditlere rağmen taleplerinin takipçisi olarak Ankara’ya gelen yaklaşık on bin eğitim emekçisi 26 Kasım 2005 sabahının erken saatlerinde Ankara girişlerinde jandarma ve polis barikatları ile durdurulmuş ve Ankara’ya girmelerine izin verilmemiştir. İstanbul yolunda saatlerce aç, susuz, uykusuz yollarda bekletilen eğitim emekçileri yolu kapatmış, buna karşılık jandarma-polis güçleri uyarı yapmadan saldırıda bulunmuşlardır. Saldırı tazyikli suyla başlamış, kitlenin üstüne panzer sürülmüş, arkasından da gaz bombası kullanılmıştır. Tazyikli suyun yakın mesafeden sıkılması, birçok emekçinin yaralanmasına neden olmuş, yine yakın mesafeden atılan gaz bombası, eylemciler hedef alınarak atılmıştır. Bunun sonucunda, dağılmadan isabet eden gaz kapsülleri ciddi yaralanmalara neden olmuştur. Diğer üç giriş noktasında da engellenen eğitim emekçileri yolları kapatmışlardır.
Ankara’da ise eğitim emekçileri aynı gün Güvenpark’ta polis saldırısına maruz kaldılar. Ankara sokakları günün erken saatlerinden itibaren, binlerce polisin konumlanmasıyla terörize edildi. Böylece parçalara ayrılan, katılımı engellenen yaklaşık üç yüze yakın kişi polis ablukasına alınmış ve beş saat boyunca herhangi bir yere gitmelerine izin verilmeyerek fiili gözaltı uygulanmıştır. Abluka dışında kal
an emekçilere polis saldırmış ve bir kısım insanın yaralanmasına neden olmuşlardır. Ankara ve yollarda, örgütlü toplum, demokratik devlet, insanca yaşam talepleri ile polis barikatlarına takılan emekçiler, kararlı bir direniş göstermişler, bu direnişte 18 eğitim emekçisi yaralanmıştır. Bunların bir kısmı Sincan Devlet Hastanesi’de ayakta tedavi edilirken, sekiz emekçinin tedavisi de Ankara Numune Hastanesi’nde yapılmıştır.
AB ilişkilerinde, “demokratikleşiyoruz” görüntüsüne sarılan, “sol” liberallerden de alkış alan AKP iktidarı, Eğitim Sen’in nitelikli-parasız eğitim, ekonomik-sosyal haklar ve demokratik Türkiye talepleri ile başlattığı büyük yürüyüşe tahammül edemeyerek ne kadar samimiyetsiz, demokrasiden uzak ve emek düşmanı olduklarını göstermişlerdir. İktidara geldikleri günden beri emekçilere yönelik kaba, saldırgan tutumlarını her fırsatta gösteren AKP Hükümeti, eğitim emekçilerinin haklı taleplerini de baskı ve şiddetle engellemeye çalışmış, başbakan Erdoğan eylemcilere “bindirilmiş kıtalar” diyerek öğretmen değil provokatif unsurlar imasında bulunmuştur.
Hiç kuşkusuz karşılaştığımız bu sert önlemi, Şemdinli olayları sonrası toplanan ‘Güvenlik Zirvesi’nin ikincisinin 24 Kasım’da toplanmasından kopuk düşünemeyiz. Toplantı sonrasında Başbakanlık’tan yapılan açıklamada, “…her türlü kanunsuz eyleme kesinlikle müsamaha gösterilmemesi gerektiği…” sözleri kullanılmış ve Eğitim Sen; işkolunun en büyük ve yetkili sendikası olarak, yasal ve meşru çerçevede yaptığı eylemine rağmen hukuksuz/keyfi bir engellemeye maruz bırakılmıştır. Buradan çıkan sonuç, anti-demokratik uygulamaların önce bizi vuruyor olduğu ve demokrasi mücadelesinin bizim için ne kadar yaşamsal ve vazgeçilmez olduğudur. Diğer yandan, Ankara’ya girme yasağını, kapatma davası, yeni sendika kurma müdahalelerinin devamı bir halka, sendikamıza dönük baskı ve saldırıların yeni bir biçimi olarak, görmek gerekiyor. Önümüzdeki dönemde yeni baskı ve saldırılarla karşılaşacağımızı bilerek çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.
Büyük Eğitimci Yürüyüşü’nün, organizasyon eksikliği, metropol kentlerin (Ankara, İstanbul, İzmir) katılım yetersizliği, Ankara’ya ‘tavizsiz’ giriş yasağının alternatiflerinin düşünülmemiş olması, eylem sürecindeki hukukumuzu hiçe sayan disiplinsizlikler, iç-gerilim ve ani gelişmeler karşısındaki inisiyatifsizlikler gibi eksikliklerden ders çıkarmalıyız. Tüm bu eksikliklere rağmen eylem, sonuçları itibarıyla başarılı olmuştur. Taleplerimiz basında ve medyada geniş bir şekilde yer almıştır. Eğitim Sen, toplumun ve eğitim emekçilerinin ilgi odağı olmuş, üyelerde yeniden bir heyecan uyandırmıştır. Önümüzdeki süreçte eğitim emekçilerine sağlanacak ‘olası’ bir iyileştirmede ‘büyük eğitimci yürüyüşünün’ pozitif etkisi şimdiden oluşmuştur.
Şimdi önümüzdeki süreci, daha dikkatli olarak, siyasal-sendikal ihtiyaçları karşılayacak şekilde, eksiksiz örme becerisi göstermemiz gerekiyor. IMF ve DB programlarının uygulanacağı, AB müzakere sürecinin ilerleyeceği, kamu yönetimi, kamu personel rejimi, sosyal sigortalar ve GSS gibi yıkım yasa tasarılarının gündeme geleceği, özeleştirmelerin devam edeceği, sağlıkta dönüşüm politikalarının ve yeni hak gasplarının, neo-liberal saldırıların gündeme geleceği önümüzdeki dönemde sendikal çalışmalarımızı bu gündemlerden kopuk yürütemeyiz. Olumlu bir atmosfer oluşturan işkolu taleplerimizin gerçekleşir olması için takipçisi olmalı, çalışmalarımızı Kesk bütünselliğinde programlamalıyız.
17 Aralık’ta KESK, DİSK, TMMOB, TTB önderliğinde düzenlenecek olan “Demokratik Türkiye Halk İçin Bütçe” büyük mitingine tüm gücümüzle seferber olmalı, katılımı artıracak çalışmalara zaman geçirmeden başlamalıyız. Demokratik Türkiye Halk İçin Bütçe miting çalışması, işyerleri ile sıcak bağ kurma çalışması olarak anlaşılmalı, örgütlenme, üye yapma çalışmaları ile birlikte sürdürmeliyiz.
Sendikal örgütlenmemizi, günün ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandıracak olan tüzük -program kurultayı için çalışmalar geciktirilmeden başlatılmalı, üretken geçmesi için şimdiden önlemler alınmalıdır.
DSD Eğitimciler Türkiye Yürütmesi