Irak seçimleri ertesinde Türkiye’deki ‘ABD’nin sesi’ yazarlar kolları sıvadılar: ‘Ulusalcılar’, ‘İslamcılar’, ‘laikçiler’, ‘anti – küreselciler’ yine fena halde yanılmış. Irak’ta demokrasi kuruluyormuş. Sünnilerin katılması rejimle ilgili meşruiyet tartışmalarına, hem de dünya çapında son veriyormuş. Önemli olan ”demokrasi mi kazandı? Demokrasi düşmanları mı” sorularıymış. Tabii ki ”demokrasi yanlıları kazanmış” . Akşamları uyumakta zorlanıyorsanız, bu yorumları okumayı […]
Irak seçimleri ertesinde Türkiye’deki ‘ABD’nin sesi’ yazarlar kolları sıvadılar: ‘Ulusalcılar’, ‘İslamcılar’, ‘laikçiler’, ‘anti – küreselciler’ yine fena halde yanılmış. Irak’ta demokrasi kuruluyormuş. Sünnilerin katılması rejimle ilgili meşruiyet tartışmalarına, hem de dünya çapında son veriyormuş. Önemli olan ”demokrasi mi kazandı? Demokrasi düşmanları mı” sorularıymış. Tabii ki ”demokrasi yanlıları kazanmış” . Akşamları uyumakta zorlanıyorsanız, bu yorumları okumayı öneririm, ”büyüklere masallar” olarak…
Seçim ve meşruiyet
Bir seçimin meşruiyeti ve demokratikliği üzerine kafa yorarken katılma oranına bakmak yetmez; katılma koşulları, seçimin yapıldığı ortam, adayların kimlikleri ve nihayet, seçim sonuçlarının siyasi yapıyı belirleme kapasitesine de bakmak gerekir.
Ama önce şu teorik/tarihsel gerçeği anımsamakta yarar var: Ulusal egemenlik, demokrasinin olmazsa olmaz önkoşuludur . Demokrasi ”halk iradesini özgürce kullanabiliyor” varsayımına dayanır. Bu varsayımın geçerli olabilmesi için ise, öncelikle, bu iradenin kullanılacağı ulusal mekân, ”ötekinin” (emperyal bir gücün) iktidarından arındırılmış olmalıdır. Bu önkoşul varsa, demokrasinin diğer ölçütlerine, örneğin, oy verenlerin ”vatandaş” kimliğine sahip olup olmadığına, bilgilenme düzeylerine vb… bakmaya başlayabiliriz. Amerikan işgali , Irak’ta demokrasinin olmazsa olmaz koşulunu ortadan kaldırdı. Aslında gerisini tartışmaya gerek bile yok. Ama ek olarak, seçimlere katılanların, Irak ”vatandaşları” olarak değil, etnik, aşiret ve dini kimlikleriyle sandık başın gittiklerini de anımsayabiliriz.
Diğer taraftan, Times’ın vurguladığı gibi, seçimlerden sonra da iktidar, ABD’nin elinde kalmaya devam edecek: Irak hükümetinin oluşmasında, iradesinin sınırlarının çizilmesinde, karar ABD’nin Irak temsilcisine ve kuvvet komutanlarına ait olmaya devam edecek..
”ABD demokratik bir ülke, bu yüzden Irak’taki egemenliği de kolaylıkla demokratik bir rejime açılabilir” diye düşünen ”akredite” yazarlar olabilir. Ama, önce Guantanamo’yu, Ebu Garib’i, CIA’nın işkence uçaklarını, ‘yabancı ülkelere dağılmış zindanlarını’ anımsamakta, sonra da, tam Irak’ta seçimler olurken ABD medyasını dolduran kimi haberlere göz atmakta yarar var. Bush , 2002 yılında, istihbarat örgütlerinin, ABD vatandaşlarının telefon konuşmalarını ve e-maillerini izlemelerine izin veren, gizli ve anayasaya aykırı bir kararname yayımlamış. Bush yönetimi, Irak’ta, halkın işgali algılama biçimini etkilemek amacıyla, bazı şirketlere milyonlarca dolar ödemiş. Bu şirketler, ”büyüklere masallar” üretip, sonra bunları yayımlatmak için ”bağımsız” Irak medyasını ve saygın yazarlarını satın almışlar. Aslında bu ABD medyasında da yaygın bir uygulamaymış. Prof. Krugman , New York Times’daki köşesinde, ”Kim para aldı diye değil almayan var mı diye sormak daha doğru olur” diye yazıyordu.
Irak’ta seçimlere katılanlar da bir garip. Örneğin adaylar, öldürülme korkusuyla açık kampanya yapamadıkları için halk kime oy verdiğinin farkında değil. Ama şu kadarı kesin: Kürtler otonom bölgedeki iktidarlarını gelecekte bağımsızlığa dönüştürmek amacıyla, Şiiler, teokratik bir Şii yönetimi kurmak için sandık başına gittiler. Bu dini ve etnik ayrımlara uymayan iki aday, Allavi ve Çelebi ise, siyasi yaşamlarının büyük bir kısmını ABD maşası, CIA personeli olarak geçirmiş, biri katil zanlısı diğeri banka hortumcusu iki adam.
Ya seçimden sonra…
Sünnilere gelince, onlar, anayasayı değiştirme umuduyla, ama dinci partilerin önderliğinde sandık başına gittiler. Bu umudun, aslında nasıl bir sorun yaratacağını, kısa sürede göreceğiz. Çünkü bu katılım önemli bir ”fantezinin” (katılın iktidarı paylaşın, anayasayı değiştirin) gerçekleşmesine ve gerçekleşen her fantezi gibi müstehcenleşmesine yol açacak. Sünnilerin gücü anayasayı, Irak’ın bütünlüğünü koruyacak yönde değiştirmeye yetmeyecek. Ya bu hemen ortaya çıkacak ya da siyasi ”partilerin” içindeki grupların aralarındaki pazarlıklar uzadıkça, devlet başkanı ve başbakanın seçilmesi süreci, Şii, Kürt ve Sünniler arasında bir ”at pazarlığına” dönüştükçe, ABD kendi adaylarını dayatmak için onun bunun kolunu büktükçe ve nihayet bu ”engeller aşılarak” , bakanlıklar feodal, etnik, dini klan liderlerinin arasında paylaşıldığında, hükümet felç oldukça, aslında hiçbir şeyin değişmemiş olduğu anlaşılacak. Ama, bu kez, Sünniler askeri direnişi sürdürürken siyasi arenada da direniş adına konuşan etkin bir sese kavuşmuş olacaklar. Kürtler ve Şiiler de artık ”iç rahatlığıyla” kendi yollarına gidecekler… ”Demokrasi” mi demiştiniz? Size, iyi uykular dilerim.