İşçi ve işveren taraflarının uzun görüşmelerinden sonra asgari ücret açıklandı. Yaklaşık 350 YTL olan asgari ücrette yüzde 8.65’lik bir artış yapıldı ve yaklaşık 380YTL’ye yükseltildi. Çalışma Bakanına göre bu artışın yüzde 5’i enflasyona karşılık verilirken, yüzde 3.65’lik bölümü “refah” payı olarak verildi. Sermayeye ait medya, yeni belirlenen asgari ücreti, sermayeye getireceği yük üzerinden değerlendirirken, bir […]
İşçi ve işveren taraflarının uzun görüşmelerinden sonra asgari ücret açıklandı. Yaklaşık 350 YTL olan asgari ücrette yüzde 8.65’lik bir artış yapıldı ve yaklaşık 380YTL’ye yükseltildi. Çalışma Bakanına göre bu artışın yüzde 5’i enflasyona karşılık verilirken, yüzde 3.65’lik bölümü “refah” payı olarak verildi.
Sermayeye ait medya, yeni belirlenen asgari ücreti, sermayeye getireceği yük üzerinden değerlendirirken, bir kişinin açlık sınırının 727 YTL olduğu bir ortamda, 380 YTL ile nasıl geçinilebileceği üzerinde fazlaca yorum yapmadı.
Evet bugün, bir kişinin aç kalmaması için gereken gelir (Kamu Sen’in araştırmasına göre), 727 YTL’dir. Bu durumda 380 YTL alan bir işçinin karnının doyması mümkün değildir. Bir de Türkiye’de ortalama ailenin dört kişiden oluştuğunu düşünürseniz durum çok daha vahimdir.
Türkiye’de emekçilerin içinde bulunduğu durumun vahameti bu kadarla da kalmamaktadır. Zira bugün, birçok emekçi asgari ücretin dahi altında bir ücretle çalışmaya razıdır.
Bu koşulları bir de eğitimin, sağlığın finansmanının giderek piyasalaştığını yani, emekçilerin cepten ödemeleri ile karşılandığını düşünerek değerlendirirseniz durumun vahameti çok daha açık biçimde ortaya çıkmaktadır.
Asgari ücretin gösterdiği üzerinden ortaya çıkan sonuç; Türkiye’de emekçilerin çok önemli bölümünün yoksulluk ve açlık içinde, eğitim ve sağlık olanaklarına ulaşamayacak biçimde yaşamakta olduğunu göstermektedir. AB üyeliği için tarımdaki nüfusun azaltılıp, kentlere doğru yönlendirildiğini düşündüğümüzde, bu koşullar içerisindeki emekçi sayısı giderek artmaktadır.
Türkiye’nin demokrasi, insan hakları konusunda gelişmesini sağlayacağı beklenen AB, birtakım bireysel hak ihlalleri için Türkiye’yi eleştirirken, birtakım yaptırımlar ile tehdit ederken ne hikmetse açlığın sefaletin giderek derinleşmesine yol açan uygulamalar karşısında sesini çıkartmamaktadır. Yani AB, eğitimi, sağlığı, çalışmayı ve gıda gereksinimini karşılamayı insan hakkı olarak görmemektedir.
AB’nin bu tutumunu anlamak aslında hiç de zor değildir. Bunun için AB’nin temel düşüncesini, ortaya koyan belgelerden biri olan Kopenhag Kriterlerine bakmak yeterlidir. Kopenhag Kriterleri içerisinde AB’ye aday ülkelerden demokrasi, insan hakları konularındaki beklentilerin yer aldığı siyasi kriterlere karşılık, ekonomik kriterler, tümüyle piyasa ekonomisinin işleyişinin sağlanmasına yöneliktir.
İçinde bulunduğumuz süreçte, piyasa ekonomisinin gereği de ne pahasına olursa olsun emek maliyetinin en düşük seviyeye çekilmesine dayalıdır. İşte bu nedenle AB, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde Türkiye’den IMF, Dünya Bankası programlarına uyulması, özelleştirmelerin bir an önce gerçekleştirilmesi, tarımın payının azaltılması, eğitimin, sağlığın, sosyal güvenliğin piyasa koşullarına göre işletilmesini istemektedir.
Diğer bir söyleyiş ile asgari ücretin açlık ücreti olarak belirlenmesi ve açlığı, yoksulluğu daha da derinleştiren politikaların izlenmesi, AB’nin taleplerine bütünüyle uygundur.
Bu nedenle AB, Pamuk ve Drink davaları gibi bireysel özgürlüğe dayalı konularda taraf olurken; sömürüyü yoğunlaştıran, açlığı, yoksulluğu derinleştiren uygulamalar karşısında sessiz kalmaktadır.
Görevi, emekçilerin hak ve çıkarlarını korumak olan sendikalar ise tüm bu gelişmeler karşısında, AB ile “müzakereyi mücadeleye dönüştüreceğiz” söylemi dışında hiçbir şey yapmamaktadır.
e-posta: [email protected]