‘Değişim için Birlik’ mi? 1955’te AFL (Amerikan Emek Federasyonu) ile CIO’nun (Endüstriyel Örgütler Kongresi) birleşmesiyle ortaya çıkan AFL-CIO, Temmuz sonunda yapılan kongre öncesinde önemli bir bölünme yaşadı. Federasyon üyelerinin yaklaşık %40’ını bünyelerinde toplayan 5 sendika ayrılarak Ekim ayında yeni bir federasyon kurma hazırlıklarına başladılar. İlk bakışta hangi tarafın daha ilerici olduğunu söylemek zor gibi gözüküyor, […]
‘Değişim için Birlik’ mi?
1955’te AFL (Amerikan Emek Federasyonu) ile CIO’nun (Endüstriyel Örgütler Kongresi) birleşmesiyle ortaya çıkan AFL-CIO, Temmuz sonunda yapılan kongre öncesinde önemli bir bölünme yaşadı.
Federasyon üyelerinin yaklaşık %40’ını bünyelerinde toplayan 5 sendika ayrılarak Ekim ayında yeni bir federasyon kurma hazırlıklarına başladılar. İlk bakışta hangi tarafın daha ilerici olduğunu söylemek zor gibi gözüküyor, genel olarak ayrılan 5 sendikanın, geleneksel sendikal çizgiye muhalefet ettikleri bu anlamda ilerici kanadın bu olduğu söyleniyor. Öte yandan AFL-CIO’nun da gerçekleşen kongresinde, Irak’tan tüm askerlerin çekilmesini talep eden bir karar alması kafaları başka yöne çeviriyor.
(http://www.changetowin.org , http://www.afl-cio.org )
Nitekim 10 yıl önce yapılan kongrede geleneksel gangster sendikacılık geleneğini devirerek işbaşına gelen Sweeny dönemin en ilerici sendikal hareketinin önderi olarak kabul ediliyordu. Sweeny’nin en büyük destekçisi ise yine nakliyat işkolu sendikası Teamster’de en ünlü gangster sendikacı olarak bilinen (baba) Hofa’yı 1991’de devirerek yeni bir dönem açan Carey olmuştu. Temmuz ayı sonunda yapılan kongrede ayrılığın başını çekenler, Sweeny’nin desteği ile genel hizmet iş sendikası başkanı olan A. Stern ve Teamster sendikasının yeni başkanı Hofa, ama baba Hofa değil, oğul Hofa. Peki neler oldu da dostlar düşman, düşmanlar dost oldu AFL-CIO içerisinde veya bu bölünmenin anlamı nedir? Yoksa düz bir mantıkla hepsi de sermayenin işbirlikçileridir, al birini vur ötekine, demek mi gereklidir?
Bu soruları irdelemek için ABD sendikal hareketinin son yıllarda içinden geçtiği süreci gözden geçirmek bir zorunluluk. Sendikal hareketin 1995 dönemecine kadarki serüveni kısaca şöyle özetlenebilir.
’95 Dönemeci Öncesi
1980 sonrası özellikle Reagan dönemi ve duvarın çöküşü ertesinde sendikal hareket şöyle bir ikilemle karşı karşıya kaldı, o zamana kadar sermayenin kanatları altına sığınan ve var oluşunu ondan bağımsız düşünemeyen sendikalar, kendilerine doğrudan veya dolaylı “artık sana ihtiyacım kalmadı” diyen sermayeye karşı nasıl davranacaklarını bilemez hale geldiler. Öte yandan geleneksel olarak var oldukları endüstriyel işletmelerde çalışanların sayısı sürekli azalırken, yeni ortaya çıkan ve genel olarak hizmet sektörü olarak adlandırılan yeni işkollarında nasıl örgütleneceklerini de bilemiyorlardı. 1996 yılında çizilen aşağıdaki tabloda şunları görüyorduk.
Son 25 yıl içinde ABD’de çalışanların sayısı 65 milyondan 112 milyona çıkarken tek sendikal federasyon olan AFL-CIO’ya bağlı 72 sendikanın üye sayısı 23 milyondan 16.4 milyona düşmüş! Üstelik bu süreç içinde işçi sınıfının yaşam koşulları gözle görünecek kadar kötüleşmiş, şöyle ki;
– Çalışanların % 16’sının aldığı ücret “yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli gelirin” altında,
– Ortalama haftalık gelir ’79’da 600 dolar iken bu ’95’te 560 dolara düşmüş,
– 40 milyon ABD yurttaşı, yani toplam nüfusun % 15’nin hastalık sigortası yok,
– Yıllık ücretli izin yok denecek kadar az, yılda 5 ile 15 işgünü arası,
– Sendikaların toplu iş sözleşmesi yapmadığı işyerlerinde çıkış süresi yok, bugünden yarına çıkış her an mümkün,
– Çalışanların üçte biri hasta olduklarında hastalık parası alamamaktalar, sigortaları yok,
– İşyerlerinde işyeri temsilciliği, sendika temsilciliği tamamen unutulmuş kavramlar.
Bunlara ilaveten, sendikanın toplu iş sözleşmesi yaptığı işyerlerinde ücret ve sosyal hakların diğer işyerlerinde %20 ile %30 daha fazla olduğu söylenirse, sendikal hareketin hala neden üye kaybetmeye devam ettiğini açıklamak daha da zorlaşır.
İlk elden iki açıklama akla gelmekte. ABD sermayesi daha yüzyılın başında, sarı sendikacılığı keşfetti ve bunu “gangster sendikacılık” mertebesine yükseltti. İşveren yanlılığı artık iyice ayyuka çıkan bu kuruluşlara işçilerin yanaşmamasını anlamak zor değil. Diğer bir bakış, sermayenin artık bu kuruluşlara ihtiyacı kalmadığı yolunda. Son yirmi yıl içinde olanları gözden geçirmek her iki açıklamanın da doğru yanları olduğunu gösterir. Özellikle 1980 sonrası Reagan yönetiminin sendikalara yönelik bir dizi kısıtlayıcı önlemler getirmesi, sendikal harekette, deyim yerindeyse sonun başlangıcı oldu.
Yasal düzenleme, her işyerinde toplu iş sözleşmesi yapılması için, işçilerin %30’nun yazılı isteği ile bir referandum yapılmasını öngörmekte. Hükümetin atadığı bir komisyonun gözlemi altında yapılan oylamadan işçilerin çoğunluğunun toplu iş sözleşmesine evet demesi ile sendika işveren ile görüşme masasına oturmakta. Toplu iş sözleşmesi yapmadan bir sendikanın o işyerinde üye kaydı yapmasının yasak olduğu dikkate alınırsa bu sürecin ne kadar zor olduğu anlaşılır. Buna işverenin oylama öncesi işyerinde sendika aleyhine propaganda yapma imkanının olması, buna karşılık sendikanın işyerine girişinin bile yasak olduğu eklenirse, son yıllarda sendikaların nasıl bir tuzakla karşı karşıya olduğu iyice anlaşılır. Nitekim 1995 yılında yapılan 458 oylamanın yalnızca 136’sını sendikalar kazanabildi.
Böylece özellikle ekonomideki yapısal değişikliklere paralel olarak yeni işyerlerinde örgütlenmek zorunda olan sendikal hareket önemli bir handikapla karşı karşıya. Kamu sektöründe %38 olan sendikalaşma oranı özel sektörde %10’lara kadar düşmüş durumda. Toplu iş sözleşmesi ile ücret giderlerinin artmasını istemeyen işyerleri, üretimlerini başka bölgelere kaydırma yoluna gitmekte, böylece sendikalar için yeniden sözleşme hakkı alabilmek için yılları alabilecek yeni bir süreç başlamakta.
Ancak sendikal hareketi inmelendiren, işverenlerin saldırılarından çok, hala düzenle uzlaşma eğilimleridir. Bu çıkmazdan kurtulmak için sendikal hareketin attığı adımlar bir türlü istenen sonucu getirmiyor. Örneğin sendikal hareket yeni üretim teknikleri/organizasyonlarına ilişkin olarak önemli adımlar atıyor.
İşyeri içinde oluşturulan çalışma grupları, yeni üretim organizasyonlarına karşı nasıl tavır alınması konusunda önemli çalışmalar yaptılar. Sendikal hareket ilk planda, işyeri içindeki sendikal örgütlenmeye karşı olarak oluşturulan bu çalışma gruplarına karşı tavır almasına rağmen, bunun yanlışlığını çabuk kavrayarak bu gruplar içinde etkinlik kurdu. Bu geçiş aşaması hala yaşanmakta, ancak bir anlamda sendikal örgütlenmenin doğrudan içinde olmayan bu işçi örgütlenmeleri, sendikal ve politik şaşılıkları aşması halinde, sınıfın öz örgütleri olmaya aday gibi görünmekte.
Tartışılmaya açılması gereken en önemli konuda bu zaten, sınıfın, yeni üretim yöntemlerine karşı nasıl bir örgütlenme ile cevap verebileceği… Gerek ABD deneyleri gerekse de Avrupa’daki deneyler, sendikal hareketin böylesine bir örgütlenme yaratma kapasitesine ve yeteneğine pek sahip olmadığını gösteriyor. Onun ötesinde sendikal hareket bu türden ortaya çıkacak örgütlenmeleri kendine “rakip” olarak görebiliyor ve engelleme yoluna gidiyor. Bu nedenle ABD’de yaşanan deney önem kazanıyor ve bundan sonraki gelişmesinin takip edilmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor.
Sınıfın bu tür örgütlenmelerinin, sendikal hareketten bağımsız olarak ortaya çıkması, sınıfın politik mücadelesi açısından önemlidir. Nasıl ki sendikal hareket bu tür örgütlenmeleri dışlamak yerine, içinde yer almayı denediyse, sınıfın politik örgütleri de bu konuda izleyecekleri
yolu tespit etmelidirler. Daha da ileri giderek söylenebilir ki, politik yapılanmalar bu tür örgütlülüklerin oluşmasını kışkırtmak, desteklemek zorundadır. Bunu yaparken, sendikal hareketin dışlanmaması da ayrı bir önem taşımakta.
ABD sendikal hareketi, sorunun çözümü konusunda kararsız bir adım attıktan sonra yine “kendi” derdine düştü. Sendikal bürokrasi öncelikle kendi geleceğini garantilemek için sendika birleşmelerini gündeme getirdi. ’95 yılında otomobil işçileri sendikası (UAW) ile çelik işçileri sendikası (USW ) birleşti. Bugünlerde bu sendikalar üçüncü bir sendika ile makine ve uçak yapım işçileri sendikası (IAM) ile birleşerek 2 milyon üyeli bir sendika oluşturuyorlar. Benzer şekilde sendikal federasyon AFL-CIO da kendi yapılanmasını değiştirerek, bir yandan politik çalışmaya ağırlık verirken, bir yandan da sendikalara yeni üye kazanma kampanyalarına girişti.
Federasyon başkanlığına geçen yıl seçilen J. Sweeny bu kampanyalar için 35 milyon dolar ayrıldığını söylüyor. Yani sendikal hareketin birikimlerinin yarıya yakını. Eğer bu kampanyalar bir başarı sağlamaz, yeni üye kazanma gerçekleşmezse, sendikal hareket maddi açıdan da sonuna yaklaşıyor demek olacak.
95 Dönemecinin İzlediği Yol
10 yıl öncesi için yapılan bu tespitleri bugüne taşırsak iki önemli bulgunun altını çizmek gerekecektir. Öncelikle sendikal hareket işyerleri içinde ortaya çıkan yeni üretim organizasyonlarına uygun işyerlerinde bir örgütlenme yaratamadı. Bunun gerçekleşmesi hala ufukta gözükmüyor. İşyerlerinde tutunamayan sendikalar kendi dertlerine düştüler ve sendikal birleşmelerle sendikal bürokrasileri kurtarma yoluna girdiler, son on yıl içinde sayısız sendika birleşmesi yaşandı. Ancak bugüne kadar başarılı bir örnek görmek mümkün olmadı.
Bütün bunlara karşın özellikle ABD’de sendikalar ilk bakışta son derece başarılı örgütlenme çalışmalarına girdiler ve önemli başarılara imza attılar. İlk bakışta çelişki gibi gelse de bu başarılar, özellikle bu başarılara nasıl ulaşıldığı sendikaların bölünmesinin ana nedeni. Şimdi bu örgütlenme çalışmalarının irdelenmesine geçebiliriz.
Kongre öncesi duyurdukları deklarasyonla AFL-CIO’dan ayrıldıklarını ilan eden 5 sendika konfederasyonun toplam 13 milyon üyesinin %40’ına sahipler. ‘Win to Change’ adıyla oluşan bu birlik Ekim ayında yeni bir federasyon kuracağını ilan etti. Birliğin başını çeken Genel Hizmet İş Sendikası SEIU, diğer sendikaların tersine son yıllarda hızla üye sayısını artıran bir sendika ve toplam 1.7 milyon üyesi ile en büyük sendika konumunda. AFL-CIO başkanı seçilmeden önce Sweeny’de bu sendikanın başkanıydı ve onun çırağı A. Stern onun yerine SEIU başkanı olmuştu. Ancak aradan geçen 10 yıl, yol ortaklarını düşman kamplara itti.
SEIU ve diğer 4 sendika Kasım 2004’te konfederasyona bir dizi öneri paketi ile geldi. Esas itibari ile bunlar bizzat kendi programını oluşturuyordu. Buna göre konfederasyona sendikaların gönderdiği aidatların yarı yarıya azaltılması, merkezde çalışanların yarısının işine son verilmesi, sendikalar arasında rekabete son verilmesi için sendikal birleşmelerin teşviki, başka bir deyişle merkezi idare yerine tek tek sendikaların güçlendirilmesi. Buna ek olarak sendikal hareketin iki konuya politikalarını yoğunlaştırmaları;
1. Çalışma koşullarının “Walmart”laştırılmasına karşı etkinlikler,
2. Tüm çalışanlara hastalık sigortası.
Son dönemdeki sendikal hareketin yoğunlaştığı bu alanlarda sendikaların belli bir başarı bile elde ettikleri dikkate alınırsa, bunun yeni bir öneri olduğunu söylemek zor elbette, ama somut öneriler olması da dikkate değer. Bu arada kongre öncesi yaptığı bir konuşmada Sweeny, muhalefetin bu önerilerini birlikte hayata geçirmeye hazır olduğunu söyledi. O zaman ortada ayrılığı gerektirecek bir durum olmadığı rahatça söylenebilir. Oysa ayrılığa neden olan iki konuyu, her iki taraf dile getirmiyor. Bunların daha az önemlisi politik olarak hangi partinin destekleneceği, diğeri ise sendikaların örgütlenme yöntemleri.
‘Ayrılık’ Noktaları
Gerçekten de son başkanlık seçimlerinde Sweeny AFL-CIO’nun tüm gücü ile Bush’a karşı demokratları destekledi ve demokratlar buna rağmen bir hezimet yaşadılar. Buna karşın 5’li birlik hangi parti iktidara yakınsa onun desteklenmesi gerektiğini savunmakta, iktidarın desteğinin örgütlenme çalışmalarında kullanılmasının gerekli olduğunu savunmakta.
Sendikaların durumuna bakıldığında ise SEIU’nun önerilerinin son derece mantıklı olduğu görülmekte. Örneğin taşımacılık alanında 15, kamu sektöründe 13 sendika bulunmakta, en çok göze batan işkolu 30 sendikanın faaliyet gösterdiği sağlık işkolu. En önemli 15 işkolundan 13’ünde en az 4 sendika bulunmakta, bunlardan 9’unda ise 6 sendika çalışma yapıyor. AFL-CIO’ya bağlı 65 sendikadan sadece 15’i 250.000’den fazla üyeye sahip ve 40’tan fazla sendikanın 100.000’in altında üyesi bulunmakta. Buradan hareketle sendikaların sayısının 20’ye kadar düşürülmesi, muhalefet tarafından bir gereklilik olarak görülmekte. Ancak bu nasıl gerçekleştirilecektir?
Kuşkusuz sendikaların birleşmeleri ile sayıları azalacak, ama sorunun kaynağı tam bu noktada yatıyor. Hangi sendika kiminle birleşecektir, oluşacak sendika hangi alanlarda çalışma yapmaya yönelecektir, sorularının cevaplandırılması gereklidir.
Öncelikle bu tezi öne süren SEIU’nun son 10 yılda gerçekleştirdiği birleşmelere baktığımızda bizzat bu sendikanın kendisinin net bir yönelim içinde olmadığını görürüz. ’80’li ve ’90’lı yıllarda birbiri ardına 50’den fazla bölgesel veya küçük sendikaları bünyesine katan bu sendika içinde petrol işçisinden itfaiyecilere, hatta bağımsız el işçilerine rastlamak mümkün hale geldi. 1996 yılında sağlık işçilerinin katılması ile genel yönelim belli oldu, hizmet sektörü.
Ancak daha sonraki birleşmeler veya ayrılmalar göz önüne alınınca bunların daha önce belirlenmiş belli bir yönelimin sonucu olmaktan çok günlük gelişmelerin peşinden sürüklenerek ortaya çıktığı görülür. Bu tartışmalarda dile getirilen konu genel olarak işkolları arasındaki sınırların ortadan kalkmaya başladığı ve buna bağlı olarak işkolu düzeyinde örgütlenme modellerinin geride kaldığıdır.
Doğru, ama bu her sendikanın her alanda örgütlenme çalışmasına girmesi, diğerini kendine rakip görmesi gerektiği anlamına gelmez. Başka bir deyişle doğru görünen bir tespitten kalkılarak, nereye çıkacağı belli olmayan bir yola sapılmakta, her sendika fırsat bulduğunda başka bir sendikayı bünyesine katarak büyümek, dolayısıyla krizden çıkmayı hedeflemekte. Ancak bugüne kadarki birleşmelerin gösterdiği gibi birleşme, amacı ne olursa olsun, sınıfı kurtarmak yerine sendika bürokrasini kurtarmaya hizmet etti.
Birleşmeler sonucu ortaya çıkan yeni sendikalar ise başı, sonu, sınırı belli olmayan, ne için, nasıl bir araya geldiği belli olmayan birer ucubeye dönüştüler. Birleşmelerde bir kriter, bir prensip aramak veya bulmak pek dert edilmedi, önce birleşme kararı alındı, daha sonra bunun gerekçeleri bulunmaya çalışıldı, çünkü “sendika bürokrasisini kurtarmak için birleşiyoruz” demek yakışık almazdı.
‘Union City’ Taktiği
‘Gangster sendikacılık’ geleneğinin izlerini taşıyan bu olumsuz gelişmenin yanı sıra döneme damgasını vuran asıl süreç ise ‘union city’ adı ile anılan başarılı sendikal örgütlenme taktiği oldu. Yeni üretim örgütlenmelerine karşı işyeri içinde bir sendikal taktik geliştirememe so
nucu sendikal hareket doğal bir refleksle bölgesel örgütlenme düşüncesine yöneldi, tek tek işyerlerinde örgütlenme yerine belli bölgelerde çalışan tüm işçileri bir sendika bünyesinde örgütlemeyi hedefleme öne çıkarıldı. Özellikle yeni üretim örgütlenmeleri -yalın üretim- ile yaygınlaşan taşeronlaştırmaya karşı bu yönelimin bir gereklilik olduğu tartışılmaz.
Nitekim ‘Change to Win’ birliğini oluşturan sendikaların bu alanda amaçlı ve planlı bir yönelimle önemli başarılar kazandıkları tartışılmaz. Diğer sendikalar sürekli olarak üye kaybederken SEUI ve diğerlerinin üye sayılarını artırmaları bu yönelimin doğrudan bir sonucu. Ancak bir olumsuzluğun (işyeri içinde tutunma ) ortadan kaldırılamaması sonucu doğal bir refleksle bulunulan bu yol, bilinçli bir dönüşüme uğratılamıyor. İşçilerin sendikaya üye olmaları, yeni mücadele yöntemleri deneme konusunda bir sorun olmamasına karşın bunun sürekliliğinin nasıl sağlanabileceği üzerine kafa yorulmuyor. Sendikaya üye olan işçiler belli bir süre sonra sendikadan uzaklaşmaya başlıyor. Ve kaybedilen üyelerin yerine örgütlenme kampanyaları yeniden başlatılıyor.
Kesin rakamlar olmamasına karşın 20. yüzyılın başında bir sendika üyesinin ortalama 30 yıl üye olarak kaldığı tahmin ediliyor, neredeyse çalıştığı sürenin tamamına yakın bir süre. Günümüzde ise sendika üyeliğinin ortalama 13 yıl olduğu tahmin edilmekte, çalışma süresinin 40 yılı aştığı düşünülürse kaba bir hesapla bir işçi çalışma yaşamının sadece üçte birinde sendika üyesi oluyor demektir bu. Birde hiç sendika üyesi olmayanları düşünecek olursak, sendikalaşma oranının neden bu kadar düşük olduğunun ilk ipuçlarına varırız, hayır, sanıldığı gibi çalışanların çok az bir kısmı sendika ile ilgileniyor demek yanlış, sendika ile hiç ilgilenmeyen işçi bu hesaba göre çok az, ama bu ilgi sürekli değil.
Tam bu nokta AFL-CIO’daki bölünmenin mihenk noktası gibi görülüyor, bir yanda sürekli yeni üye, daha fazla üye diyenler, bir yanda yeni üye gerekli, ama kendi üyelerimizi kaybetmeyi nasıl önleriz sorusuna pek bilinçli olmasa da cevap arayan kesimler. Her iki kesim düzenden kopmaktan başka çareleri olmadıklarını biliyor, ama kopamıyorlar ve yollar ayrılıyor.
Birleşmelerin ‘Mantığı’
Sendikal birleşmelere yakından bakıldığında daha önce belirtildiği gibi bunların belirli amaçlar doğrultusunda yapıldığı, ancak bunun sendikalar ‘faciasını’ ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı açıkça görülür. Oysa sendikal örgütlenmenin yeni döneme ilişkin görevleri doğrultusunda yapısal bir reform (daha doğrusu ‘devrim’) yapmaları bir gerekliliktir. Birleşmeler aynı yapıların kötü kopyaları olmaktan ileri gidemedi. Birleşme amaçları kısaca, her sendikanın kendi kasasını, yani maddi imkanlarını düzeltmeyi, sendika bürokrasisini daha üretken kullanmayı, daha fazla üye ile toplum içindeki etkinliğini artırmayı amaçladı. Her ne kadar bunlar birleşmelerin amacı olarak doğrudan deklare edilmedi ise de sonuçta her birleşme bu doğrultuda yürüdü.
Bir örnek bize bunu daha da netçe gösterebilir, iki yıl önce Birleşik Endüstri İşçileri Sendikası’nı (Allied Industrial Workers) ‘bünyesine katan’ Petrol Kimya ve Atom işkolu işçileri sendikası (OCAW) bunu takiben kağıt işçileri sendikası ve onu takiben de çelik işçileri sendikası ile birleşti. Yine geçen yılın Aralık ayında UNITE (hizmet işkolu) ile HERE (tekstil işkolu) arasındaki birleşmenin herhangi bir anlamını bulmak çok zor, ama bütün bu birleşmelere bakıldığında, aynı işkolunda örgütlü iki sendikanın, kendi aralarında birleşmek yerine başka bir işkolundaki sendika ile birleşmeyi tercih etmeleri için başka bir ilginç yön. Eğitim işkolunda örgütlü iki sendika senelerdir görüşmeler sürdürmelerine rağmen bir türlü birleşemiyorlar veya OCAW kimya işkolunda örgütlü ICWU ile birleşme yerine kağıt işçileri ile birleşmeyi tercih ediyor.
Bu ve benzeri birleşmeleri belirleyen faktörler ise öncelikle, geçmişte sendikalar arasındaki kavgalar, ‘rekabet’. Bunun yanı sıra ‘politik duruş’, geleneklerden kopuşamama ve sendikal bürokrasinin tercihleri gidiş yönünü belirlemekte.
Birleşmeler sonucu eski sendikalar yeni sendikaların birer birimi haline gelmekte ve kendi alıştıkları biçimde toplu iş sözleşmeleri çalışmalarını yürütmeye devam etmektedirler. Ama asıl sorun yerel sendikal örgütlenmelerde ortaya çıkmakta, birleşen sendikaların yerel birimleri bir araya gelerek daha büyük bir yerel birim oluşturmakta, bu da yetmezmiş gibi, birleşme fırsat bilinip yerel birimler üretken çalışabilme için belli bir büyüklükte olması gerekir mantığı ile (tıpkı bir kapitalist işletme modeli gibi) bir araya getirilmekte. Bunun, belki istenen, ama belki de istenmeyen sonucu ise sendikacılarla üyeler arasındaki mesafenin artması olmaktadır. Yani özellikle olması gerekenin tam aksi yönde bir gelişme.
’95 Dönemecinin Başarıları
1995 yılında AFL-CIO’da ortaya çıkan değişmenin nasıl bir seyir izlediği ve bu bölünmeye nasıl etki ettiği ayrıca incelenmeye değer bir konu. Eldeki verilerden hareketle kısa bir irdeleme yapılırsa şunlar ön plana çıkıyor.
1980’lerde Reagan tarafından sendikal harekete yönelik saldırıların başlaması ile sendikalar içinde yeni bir arayış başlamıştı ve sihirli bir sözcük -the organizing- bu arayışı ifade eder hale geldi, bu arayışın sahiplerinin 1995’te sendika yönetimine gelmesi ile arayış bu isim altında şöyle ifade edildi.
‘Örgütlenme modeli iki yönde geliştirilmelidir, öncelikle iyi bir pratikle üye sayısı artırılmalıdır. Bunun için hedefli ve planlı bir örgütlenme kampanyası, çalışanların özellikle çalıştıkları yerlerdeki ihtiyaçlarına cevap veren taktikler geliştirilmelidir.
İkincisi sosyal hareketler yeniden tanımlanarak, çalışanları harekete geçirecek bir hale getirilmesi sağlanmalıdır.’ Sweeny tarafından her yıl 1.000.000 yeni üyeyi amaçladığı açıklanan “Organizing for Change, Changing to Organize” başlığı ile şöyle bir program kabul edildi:
– Örgütlenmeye daha fazla maddi imkan aktarılması,
– Örgütlenme yapacakların eğitilmesi,
– Bir örgütlenme stratejisi planı yapılması ve
– Üyelerin örgütlenme için aktif hale getirilmesi.
2003 yılına kadar bu doğrultuda sürdürülen çalışmaların sonunda ortaya çıkan tablo hiçte iç açıcı değildi. Beklenenlerin tersine sendikaların üye sayıları ve sendikalaşma oranı, çok aktif kazanma çabalarına karşın bir artma göstermiyordu. Öncelikle sayılar şöyle bir tablo çiziyordu:
Tablo 1 Sendikalaşma oranlarının gelişimi 1981-88 1988-95 1995-2002 Toplam -21.5 -11.3 -10.7 Özel Sektör -32.1 -18.9 -16.5 Kamu sektörü +6.7 +3.0 +0.3 Kaynak: Hurd: the failure of organizing, Barry T. Hirsch and David Macpherson, Union Membership and Earnings Data Book, 2003 edition, pp. 11, 12, 16. Washington: Bureau of National Affairs.
Tablo 2 İşkollarına göre sendikalaşma oranlarının gelişimi 1988-95 1995-2002 İnşaat -13.7 -0.5 Dayanıklı Tüketim Malları -20.3 -17.5 Diğer tüketim malları -20.1 -20.8 Taşıma -11.9 -10.8 İletişim -23.6 -23.7 Hizmet -6.4 -9.3 Satış -9.1 -25.0 Hastane -5.4 +1.4 Eğitim +1.4 -1.4 Kamu +6.0 +1.6 Kaynak: Hurd: the failure of organizing, Barry T. Hirsch and David Macpherson, Union Membership and Earnings Data Book, 1996 edition, pp. 74-80, 1999 edition, pp. 128-135, 2003 edition, pp. 48-55. Washington: Bureau of National Affairs.
Sendikalaşma oranlarında gelişim Reagan yıllarına tekabül eden ilk 7 yılda hızla bir düşme gösterirken, Swee
ny öncesi 7 yılda düşme azalmış, ancak Sweeny ile ilk 7 yılda düşme hızı bir önceki dönemle hemen hemen aynı kalmış, yani düşmede bir gerileme sağlanamamış.
2003 yılında da devam eden düşüşle sendikalaşma oranı 1901 yılındaki en düşük düzeyine düşmüş! İkinci tablo ise bu düşmenin işkollarına göre daha ayrıntılı bir görünüşünü vermekte, endüstriyel dallarda daha hızlı bir erozyon, ama bazı hizmet işkolları da bu düşmeden payına düşeni almaya başlamış.
2003 yılında bu konu ile ilgili bir rapor hazırlayan SEIU sendikası bunun nedenlerini daha sonra Change to Win birliğine katılacak olan 5 sendika dışındaki sendikaların örgütlenme kampanyalarına gereken ağırlığı vermediği ile açıklayarak, bu konuda tüm sendikaların daha etkin örgütlenme çalışması yapması ve bunun için daha fazla para ayırması gerektiğini savunarak ayrılığın ilk sinyalini vermiş oluyordu. Bu maddi imkanların sağlanması için öncelikle üst kurum olan AFL-CIO’ya verilen aidatların düşürülmesi ve sendika birleşmelerine hız verilmesi öneriliyordu, bu yapılmadığı takdirde kendilerinin yalnız olarak bu yola çıkmaktan başka bir çıkış yolu görmedikleri de satır aralarında vurgulanıyordu.
Her şeyden önce rakamlar bu tespitlerin rastgele iddialar olduğunu söylüyor. Bu birlikte yer alan sendikaların örgütlenme alanlarındaki başarıları diğer sendikalardan farklı değil, aşağıdaki rakamlar bu gerçekliği netçe ortaya koymakta;
Tablo 3. Değişim için Birlik Sendikalarının İşkollarına göre Gelişimi 1993 1998 2003 Üye sendikalaşma Üye sendikalaşma Üye sendikalaşma Tekstil Konfeksiyon 181.0 10.7 100.3 8.8 60.6 6.5 Laundreis 35.8 9.7 36.7 9.4 24.5 8.2 Otel 115.4 2.1 82.6 1.3 75.4 1.1 Eğitim 49.5 9.3 45.9 7.9 46.6 5.6 Hastane 740.1 14.7 662.8 12.9 796.3 14.1 Ev sağlık 183.7 10.6 168.7 9.6 174.1 9.4 Kalifiye sağlık personeli 296.2 16.1 273.9 14.7 410.7 16.9 Sağlık personeli 227.6 13.7 222.5 12.1 245.2 13.9 Konut personeli 356.6 18.2 367.4 17.2 308.5 13.9 Ağaç işçileri 160.7 20.0 176.7 18.4 196.7 17.4 İnşaat işçileri 127.4 20.2 136.8 16.3 157.7 16.0 Kaynak: Hurd: the failure of organizing, Barry T. Hirsch and David Macpherson, Union Membership and Earnings Data Book, 1999 edition, pp. 46-65, 87-106, Washington: Bureau of National Affairs; Barry T. Hirsch and David Macpherson, Union Membership and Coverage Database, http://www.unionstats.com.
Görüldüğü gibi kendisi dışındakileri yeterince çaba sarf etmemekle suçlayanların kendi karneleri oldukça zayıf. Elbette bu durum getirilen eleştirilerin ciddiye alınmamasını gerektirmez, ama böylesine bir gerekçe de bir ayrılığa neden olmamalıdır.
Özellikle kazanma için değişim yolunda olduğunu iddia edenlerin üzerlerinde durmadıkları önemli bir nokta ise, kazandıkları üyeleri bırakalım aktif hale getirme üye olarak tutma başarısı gösteremedikleri gerçekliği, bu alanda dişe dokunur bir istatistik bulunmuyor, ama ortalamanın üzerinde yeni üye kazanan bu sendikaların en azından üye sayılarında bir patlama yapmamış olmaları, üye kayıplarının diğer sendikalardan daha fazla olması gerektiğini söylüyor. Bununla birlikte, örgütlenmeye canhıraş sarılan bu sendikalar kendi üyelerinin sorunlarına yeterli çözüm getirmek için yeterince zaman bulamamaları da normal karşılanmalı, ancak bu üyelerin beklentilerine denk düşmüyorlar. Beklentisi yerine gelmeyen üyelerin de sendikadan daha kolay uzaklaşmaları beklenilen sonucu doğurmakta.
Elbette bu söylenenler sendikal harekete sınıf bilinci ile katılan veya sendikal mücadele içinde sınıf bilincine varan işçiler için geçerli değildir, onlar bu durumu anlayışla karşılıyorlar, uzun vadeli çıkarları için günlük beklentilerini arka plana atmaya zaten sınıf bilinçleri gereği hazırlar. Ancak bunların küçük bir azınlık oldukları bir gerçeklik. Sınıf bilinçli işçilerin zaten sendika içinde olmaları gerekir, ancak bunların sayıları nasıl artırılacak sorusu kendiliğinden ortaya çıkmakta. Sendikal hareketin sendikal eğitim meselesine eskiden beri gereken önemi verdiği en azından sayısal açıdan bakıldığında ortada, her yıl binlerce sendika üyesi eğitimlere katılıyor. Sorunun can alıcı noktası tam da burada gibi gözüküyor, eğitimin biçimi ve kalitesi.
Sendikal Eğitim Açmazı
Biçimsel olarak eskinin bir devamı olduğunu iddia etmek kuşkusuz gülünçtür, sendikalar modern biçim ve yöntemlerle eğitimlerini yapmaktalar, yetişkinlerin eğitimi için günümüzde zaten oldukça yaygın bir çalışma var ve toplumsal olarak bu konuda geri olunduğu söylenemez. Ancak eğitimin içeriğine bakıldığında, esas olarak düzenden kopamamış olmanın sancıları görülür. Bu anlamda sendikal eğitime katılan üyeler için bu eğitim, toplumun, daha doğrusu düzenin yaygın olarak sunduğu imkanlardan biri olmaktan öteye geçememekte. Hele günümüzde çalışma yaşamı boyunca tek eğitimin yeterli olmadığını, gelişen tekniklere dayalı olarak çalışanların sürekli olarak yeniden eğitilmesi gerektiğini söyleyen bir düzen elbette çalışanlara sürekli eğitim imkanlarını sunmaktadır.
Ancak bunlar düzen için eğitimdir, sendikaların bunu kopya etmeleri amaçtan uzaklaşma ile sonuçlanmaktadır. Sınıf sendikacılığının bu alanda söyledikleri bu anlamda hala canlı ve geçerlidir, eylemde eğitim olmalıdır, eğitimde eylem. Peki bu doğru söylem neden hayata geçirilemiyor? Bu noktada kaçınılmaz olarak örgütlenme sorununa geri dönmemiz gerekiyor kaçınılmazca. Söylemi yüzeysel olarak ele almak bize bir şey kazandırmaz, ondan ne anlamalıyız, bunun günümüzde anlamı ne olmalıdır, sorusunun cevaplandırılması gereklidir. Ve örgütlenme modelleri yaratılırken bu perspektif mutlak olarak akıllara çakılı kalmalıdır.
Birleşmelerde Amaç Neler Olmalıydı?
Bu soru kuşkusuz geleceğe yönelik bir sendikal model çerçevesinde cevaplandırılmalı. Biliyoruz böyle bir model henüz yok, ancak bu modelin belli prensipleri günümüzde beliriyor ve şu şekilde şematik olarak ilk belirlenmeler sıralanabilir.
1. Birleşmeler işçi sınıfının gücünü artırmalı, böylece sınıf haklarını koruma konumlanmasından hak alma konumuna gelebilmeli. Gelişmelere bakıldığında sendikal hareket bundan başka şeyler anlıyor, sınıfın güçlenmesinden çok bu sendikacıların güçlenmesi anlaşılıyor veya ikameci mantıkla sendikacılar güçlü olursa sınıfta güçlü olur mantığı hemencecik gözüküyor. Sınıfın aktif hale getirilmesi, bizzat mücadelede taraf olması gerekliliği atlanarak bir kez daha başkalarının onların yerine mücadele etmesi gerektiği yanılgısından vazgeçilmiyor. Bu prensip eskiden işçileri satmak için ortaya çıkmışken, şimdi aynı prensip sınıfı ‘kurtarmak’ isteyenler (en azından bu iddia ediliyor) tarafından benimseniyor. Mümkün olmadığını söylemeye gerek var mı?
2. Birleşmeler sınıf içindeki dayanışmanın artırılmasını da sağlamalıdır. Yeni sendikal yapılanma, her sendikanın kendi mücadelesini vermesi esasından çok sınıf olarak bir mücadele perspektifi ile hareket edecek bir örgüt modeli yaratmalı. Birleşmelerle ortaya çıkan yeni sendikaların gerek merkezi gerekse yerel anlamda bu anlayışa tekabül edecek bir yapılanmaya gitmedikleri açık
3. Yeni yapılanma sınıf içinde ortaya çıkan yatay ve dikey bölünmeleri dikkate alarak bunların mücadelenin önüne engel olmakta çıkaracak bir program ve yapılanmaya sahip olmalıdır. Her ne kadar sendikalar göçmenler, kadınlar, gençler, işsizler ve benzerleri için belli çalışmalar yürütüyorsa da bunların eski sendikal örgütlenme mantıklarını aşmadığı da ortadadır. Hala sendikalar kadın
, gençlik vb ‘kolları’ gibi örgütlenme mantıkları ile hareket ediyorlar, bu alanlarda yeni bir soluk gözükmüyor, dahası sendikalar bunları giderek birer angarya olarak görmeye başlıyorlar. Bir ‘göçmen sendikası’ kurulduğunda bunu kendilerine rakip olarak görüyorlar.
4. Sendika içi demokrasi hala bir kaç tüzük maddesi ile sınırlı kalıyor, sendika içi karar mekanizmaları hala sendikacıların tekelinde kalmaya devam ediyor, üyelerin karar mekanizmalarına katılması için gerekli örgütlenme modellerinin geliştirilmesi acil ihtiyacını cevaplayacak bir çalışma ortalarda görülmüyor.
5. Sınıfın bağımsız politikasını belirleme yerine düzen partileri içinde sınıfa en yakın olanının peşine takılma alışkanlığı sürüyor. Daha da kötüsü bağımsız politika belirleme, örneğin SEIU’nun yaptığı gibi ‘Demokrat’ adayların yanı sıra ‘Cumhuriyetçi’ adayları destekleme gibi sulandırmalarla geçiştirilmeye çalışılmakta.
6. Küreselleşmeye karşı uluslararası dayanışma ‘kongre turizmi’ olmaktan nasıl çıkarılır sorusuna artık bir cevap bulunmalıdır. Sendikal hareketin yerel ve işkolu sınırlarını bile aşamadıkları bir ortamda ulusal sınırların aşılmasına vurgu belki de bir lüks olarak görülebilir, ama bu sınırların tek tek değil birlikte aşılması bir gereklilik değil midir?
Sonuçlar
Her şeyden önce sendikal hareketin en yakıcı sorunu olan, işyerlerinde kök salma (içselleşme) sorununun apaçık ortada olduğu ve bunun çözümü bir yana, tespitinin bile yapılmadığını söylemek gereklidir. Bu sorunun üzerinden atlanarak sendikal harekette bir yenilenme gerçekleştirmek mümkün değildir. ABD sendikal hareketindeki gelişmeler bir kaz daha bunu bizlere hatırlatmalıdır.
Bunun ötesinde sendikal hareket birleşmeler konusunda bir bilanço çıkarmak zorundadır, yukarıda birleşme prensiplerini sıraladık, ancak temel soru, yani birleşmelerin bir çıkış yolu, bir yenilenme hareketi yaratma şansını ne kadar yarattığı/yaratabileceği de tartışmaya açılmalıdır. ‘Alt sendikacılık’ adı altında toparlanan modeller birleşmelere bir alternatif olarak görülebilir. Bu konuda daha önce Yol dergisinde çıkan yazı tartışmalara yeni bir boyut kazandırmalıdır. Ancak belli koşullarda birleşmelerin gerekli olabileceği de gözden kaçırılmamalıdır.
Ek 1
ABD’deki Sendikalar
* AFL-CIO: American Federation of Labor-Congress of Industrial Organizations (ABD Sendikaları Konfederasyonu )
* AFSCME: American Federation of State, County and Municipal Employees (Genel Hizmet İş Sendikası )
* ACTWU: Amalgamated Clothing and Textile Workers Union (Tekstil ve Konfeksiyon İşçileri Sendikası )
* AFT: American Federation of Teachers (Öğretmenler Sendikası)
* Change to Win Coalition: AFL-CIO konfederasyonundan ayrılan International Brotherhood of Teamsters (LIUNA, UNITE HERE, SEIU, UFCW sendikalarının kurduğu birlik )
* GCC: Graphic Communications Conference (Grafik İşçileri Sendikası)
* ICWU: International Chemical Workers Union (Kimya İşçileri Sendikası)
* ILGWU: International Ladies Garment Workers Union (Kadın Giysileri İşkolu Sendikası)
* NUHHCE: National Union of Hospital and Health Care Employees (1199) (Hastane ve Sağlık İşkolu İşçileri Sendikası )
* NEA: National Education Association (Eğitim İşkolu Sendikası)
* NUP: New Unity Partnership (Birlik İçin Yeni Oluşum )
* OCAW: Oil, Chemical and Atomic Workers (Petrol Kimya ve Atom Endüstrisi İşçileri Sendikası)
* PACE: Paper, Allied-Industrial, Chemical and Energy Workers International Union (Kağıt Kimya Enerji vb İşkolu İşçileri Sendikası )
* United Paperworkers International Union (Kağıt İşkolu İşçileri Sendikası )
* SEIU: Service Employees International Union (Kamu ve Genel Hizmet İşkolu Sendikası )
* USWA: United Steelworkers of America (Çelik İşçileri Sendikası)
* UBC: United Brotherhood of Carpenters and Joiners of America (Ağaç İşçileri Sendikası)
* LIUNA: Laborers’ International Union of North America (Kuzey-Amerika İşçileri Sendikası)
* International Brotherhood of Teamsters (Kamyon Şoförleri Sendikası)
* UAW: United Automobile, Aerospace & Agricultural Implement Workers of America International Union (Araba Uçak Tarım Makineleri Yapımı İşçileri Sendikası )
* UFCW: United Food and Commercial Workers International Union (Gıda İşkolu Sendikası)
* UFW: United Farm Workers (Tarım İşçileri Sendikası)
* UNITE HERE (Otel ve Tekstil İşçileri Sendikası)
Ek 2
Aşağıda bu yazıya ek olarak Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın neredeyse 40 yıl öncesinde yazdığı ‘UYARMAK İÇİN UYANMALI UYANMAK İÇİN UYARMALI’ eserinden, sendikalarla ilgili bölümü koymak ihtiyacı duydum. Kıvılcımlı’nın önerdiği ‘İşçi Gönüllüleri’ bugünde güncel, ama bunu 40 yıl sonrasına taşımakta gerekli. Sendikal yapılanmanın neredeyse ilk ortaya çıktıkları 150 yıl öncesinde bugüne hala aynı yapı ile geldikleri göz önüne alınırsa bu önerinin nitelik olarak ne kadar önem taşıdığı ve ne kadar geliştirilmeye açık bir öneri olduğu görülebilir.
Bu ekin diğer bir gerekliliği ABD sendikalarının ’95 dönemeci öncesini anlamaya olağanüstü yardımcı olabileceğidir, bunları herkes biliyor demek yerine yazıyı bir kez daha üzerinde dura dura okumayı salık veririm.
İşçi Sendikaları
Türkiye’de bugün bir sendikalar meselesi yok, bir sendikalar faciası vardır. Sağlı, sollu devletçilerimizin o başarılarını kimse inkar edemez; Sendikaları da devletçiliğimizin tıpatıp kopyası yaptılar: Sendika, devlet içinde özel bir devletçilik oldu. Bir yol sendikaya yazılan işçi, ömür boyunca sendikanın “tebaa”sı durumuna giriyor, uygunsuzluk görüp çıktığı zaman bile sendikaya “dayanışma aidatı” adıyla vergi ödemek zorunda kalıyor. Sendika aidatını, işçinin kendi eliyle vermesine müsaade edilmiyor: Devlet baba, sendika yavrusunu kendisine benzetmekle kalmamış, kendisinden daha nazlı tutmuştur.
Devlet yılda iki öğün vergi alır. Sendika her aybaşı alacağını (tahsil masrafına ve zahmetine bile katlanmaksızın) hazırca kesilmiş, biçilmiş olarak cebinde bulur. Toplanan aidat ya süslü salonlarda gösterişli bir iki nutuk atılarak ele geçirilir, yahut iki yılda beş on kişi ile “Genel Kurul!” denilen bir alicengiz oyunu tertiplenir: danışıklı dövüş zabıtlar tutulur; tamamıyla hazır yiyici, tamamıyla işçi sınıfına kazık atmakla görevlendirilmiş, sendikacı adlı yeni bir zümre vurgunculara yem olur.
İşyerinde geçeli gündüzlü çalışırken 200 lira aylık ücreti güç bulan kişi “sendika organlarında görevli” oldu muydu, aylığını 200 liradan aşağıya düşürtmemek için girmedik kalıp bırakmaz. İşverenle cakalı ve kapalı oturumlarda işçi haklarını kırışır; devleti de atlatmak yoluyla açıktan ve havadan büyük sus payları kopartır. Bütün o işçiyi satarak vurulan gayrı meşru kazançlar, alınan “yönetici” maaşlarını gölgede bırakır. Dün işçi iken nefesi açlıktan kokarak, beş on kilometrelik çamurlu yolları yarım yırtık pabuçla tabana kuvvet yürüyen kimse, şimdi “sendika lideri” kesilir kesilmez, altında özel otomobil görmezse, haksızlığa uğramışça gocunur. Bir iki yılda, kendisinin veya eşinin üstüne bir apartman daireciği yaptırmayan sendikacı görülmedik namus ve ihsan sahibi sayılır.
Kooperatif adı altındaki çapul girişkenliklerini başta devlet gelmek üzere, bütün mali kurumlar ve işçi sigortaları destekler: Normalin iki misli pahalıya çıkartılan inşaat, işçileri yirmi yıl borç ödeme işkencesinden başlarını kaşıyamaz hale getirir.
Bu marifetlerini azımsayıp, canı sıkılan sendikacı ağa, dilerse “Avrupa tetkik gezisine” çıkar, dilerse kendisini Amerika’ya “davet” ettirip, hak ettiği Kadillak arabasıyla geri döner.
Her gün, herkesin gözleri önünde akıp giden sendika faciasının her yanını anlatmak ciltlere sığmaz. Durumu TİP yöneticilerinin bilmemelerine imkan yoktur. İçlerinde, bu alanın her türlü cilvesini denemişlerin insaflarına başvurulabilir. Bir çeşit neo-etatizm (Yeni-Devletçilik) adını alabilecek olan sendika faciası, TİP’in sosyal sınıf dayanağını pek yakından ilgilendirir. Sendika faciası önünde TİP üyeleri yedisinden yetmişine dek seferber olmazlarsa ve Mehmet Akif’in deyimiyle: “Bu hayasızca akın”ı durdurmazlarsa, Babil çağında yaşatılmak istenen işçi sınıfımız, insanın insanı çıtır çıtır yediği vahşet çağına doğru itilmekten kurtulamayacaktır. Milli kurtuluş da, milli kalkınma da, sendikacılık vahşetinin tehdidi altındadır. Bir kaç istisna ile, sendikacı denilen asri yamyamın, vahşi yamyamdan farkı; yamyamların yabancıları yemeleri, sendikacıların kanunca kendi cinslerinden sayılan işçileri, çok defa emperyalist ajanların işbirliği ile yabancılara yedirtmeleridir. Bu sendikacılık göz önüne getirilirse, TİP liderlerinin “anti-emperyalist” söylevleri, Ziya Paşa’nın; “Gökte yıldız arayan” müneccimliğine benzemek üzeredir. Emperyalizm dış politikada, iç politikada değil, Türk milletinin içinde: Şirketleriyle, işçi sınıfımız içinde: Sendikacılarıyla har vurup harman savurmaktadır.
TİP liderlerine tekrar tekrar rica edelim: Türk milletinin içine bu aşağı yoldan daha çabuk ulaşılır. Büyük Millet Meclisi’nin yüksek katlarından “EMEKÇİ YIĞINLARI” pek az şey anlarlar. Bezirgan partilerin açıkça veya saman altından su yürüterek sendikalara saldırttığı zağarlar, “Emekçi Yığınları”nın oylarını sürek avı durumuna getirmişlerdir. İşçi, bezirgan partilerin Meclis’te İFTAR TOPU patlatmalarını, yüksek nutuklardan daha iyi anlıyor. Bu şartlar altında, emekçi yığınlarını uyaracak laf kalmamıştır: Tek yol iştir.
İş ise, genel olarak teşkilat, halk örgütleri, özel olarak sendikadır. Sosyal İŞ, milyonlarca üyeli işçi sınıfımızı her gün kursağından yakalayıp sürükleyen sendikada yığılıp kalıyor.
“Türkiye’de sınıf var mı? İşçi sınıfı var mı?” gibi soyut söz ebelikleri işleye dursun, işçi sınıfımız kendi tarihsel determinizmi ile varlığının somut yapısını, SENDİKA’yı dosta düşmana kabul ettirdi. Emekçi yığınları, sendika gangsterlerinden kurtarıldıkları gün, işçi partisini halk daha yakından tanıyacak, ayrıca da, manen ve maddeten hiç umulmadık ölçüde dayanaklar doğacaktır. Yalnız maaş olarak ayda 2000 lirayı kesmeden kılını kıpırdatmayan işçi vurguncuları yerine, işçi partisinin gönüllüleri 500 liraya hizmet etseler neleri eksilir? TİP saflarında yığınla işsiz ve yarı işsiz aydın ve işçiler sinek avlıyorlar. Sendikalarda, işçi sınıfımızın işleri tepesinden aşıyor, yapan yok. Bu iki uç neden birleşmesin? Neden hem aldatılan masum işçi sınıfımıza, hem kendilerine bu küçük ekonomik iş teşkilatlarında yararlı olunmasın? Ancak sendika işinde, ama fedakarca gösterilecek başarılardır ki: Halkla aydınlar, işçi sınıfı ile işçi partisi arasına gerilmiş duran ezeli DEMİR PERDE’yi yırtabilir.
O zaman, işçi gönüllüleri, en geniş kadrolarla milli kalkınma çabamızda: Madde ve ruh israfını giderir, üretici verimi ve yüceltici eğitimi getirir, manevi soysuzlaşma yerine gerçekçi ahlak ve erdemin gelişimini sağlar. O kadroların ayakta durması, en sağlam temeline oturtulmuş olur. İşçi gönüllüleri probleminin birinci büyük, geniş sonucu budur. Bu sonuç uzun vadeli sabır, zeka, enerji, tecrübe ister. Hem partiliyi hem halkı iyice siyasal terbiyeye kavuşturacak olan çözümler, sendika faaliyetlerinde bulunur. İşçi gönüllüleri sendikaları, sendikalar işçi gönüllülerini sebep netice zincirlemesiyle en istikrarlı başarılara yürütür. Küçük bir plan, dürüst bir metot, kararlı takip fikri ve zekice enerji, sendika faciasını, kısa zamanda işçi sınıfımız lehine ve halkın, milletin yararına işleyen sendika yaratıcılığına ve mutluluğuna çevirebilir.