ABD emperyalizmi, başta silah ve petrol sanayii olmak üzere kendi geleceği için bölgedeki zengin fosil kaynaklarını ele geçirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle Ortadoğu ve Avrasya’ya yönelik olarak, kamuoyuna da yansıyan “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”ni (GOP) geliştirmiştir. Ancak durum pek de onun istediği gibi ilerlememektedir. Çünkü Afganistan’dan sonra Irak’ta da hızlı ve bir an önce sonuçlanacak bir savaş […]
ABD emperyalizmi, başta silah ve petrol sanayii olmak üzere kendi geleceği için bölgedeki zengin fosil kaynaklarını ele geçirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle Ortadoğu ve Avrasya’ya yönelik olarak, kamuoyuna da yansıyan “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”ni (GOP) geliştirmiştir. Ancak durum pek de onun istediği gibi ilerlememektedir. Çünkü Afganistan’dan sonra Irak’ta da hızlı ve bir an önce sonuçlanacak bir savaş istemiş ve planlamışlardır. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadığı gibi, bu süre zarfında asıl neleri hedefledikleri iplik söküğü gibi ortaya çıkmaya başlamıştır.
ABD’nin bu derin devlet siyasetini kavrayan diğer kimi emperyalist odaklar, kendi çıkarları gereği ABD’nin bu politikasına ya karşı oldular ya da pastadan pay kapmak için çabaladılar.
Avrupa Birliği içinde Almanya’nın İran’a yönelik her hangi bir askeri saldırıya karşı olduğunu açıklaması ve en önemlisi de Rusya-Çin ittifakının gelişip ortak askeri tatbikat gibi çeşitli stratejik ittifak yapmaları, ABD’nin Avrasya’ya yönelik açılım politikalarına karşı olduklarını göstermektedir. Bunlar aynı zamanda bölgenin ne kadar önemli olduğunun da işaretidir. Avrasya deyip geçemeyiz, çünkü o bir çok yönüyle dünyanın önemli bir parçası demektir.
Avrasya üzerine egemenlik kurmayı içeren stratejik plan ABD için 1945-1990 yılları arasında süren “soğuk savaş” döneminden daha önemlidir. Zira ABD emperyalizmi 20. yüzyılda, özellikle de ikinci yarısı boyunca, ekonomik, askeri ve kültürel olarak büyüyen, yayılan bir güçtü. 21.Yüzyılda ise tüm veriler ABD’nin büyümeyi değil, kendi gücünü koruyabilmeyi hedef olarak seçtiğini göstermektedir. Zaten Afganistan ve Irak’a yönelik saldırganlığının altında yatan da kendi gücünü koruyabilme refleksidir.
Avrasya için, İngiliz jeopolitik uzmanı Sir Harold Mackinder de 1904 yılında, “Avrasya’ya hükmeden dünyaya hükmeder” demişti. Bu saptama, bugün ABD’nin 21.yüzyıl stratejisinin temelini oluşturuyor. Çünkü kapitalizm 20. Yüzyılda olduğu gibi 21. Yüzyılda da fosil enerji kaynaklarına bağımlı ve muhtaçtır. Her ne kadar yeni alternatif enerji seçenekleri üretse bile, bununla kapitalizm kendi sorunlarını aşamaz. Sermayenin enerji kaynakları üzerine ölümüne it dalaşı ve kavgaya tutuşmalarının nedeni de ona bu kronik bağımlılıktır. Bu nedenle ABD’nin Avrasya, özel olarak da Kafkasya, Hazar bölgesi, Orta Asya ve Ortadoğu üzerinde yoğunlaşması tesadüf değildir.
ABD başta olmak üzere belli başlı emperyalist-kapitalist merkezler, 21. Yüzyılda kurtuluşlarını Doğu’nun, daha anlaşılır bir dille Avrasya üzerinde egemenlik kurmada arıyorlar. Geçmişte 1. ve 2.Dünya Savaşı’nda olduğu gibi bu kez de emperyalistlerin hedefinde Doğu’nun(Avrasya’nın) denetim altına alınması var.
Sömürgeci dönemde Fransa’nın Napolyon’un, gerek Osmanlı’nın denetimindeki Mısır’a seferinin, gerekse Rusya’ya saldırısının hedefinde de aynı şey bulunuyordu. Yine 2.Dünya Savaşı’nda mihver devletlerinde benzer bir stratejiyi hayata geçirmeye çalıştıkları bilinmektedir. Hitler Almanya’sı Batı’dan Doğu’ya, Japonya ise Doğu’dan Batı’ya ilerleyişlerinde Avrasya’yı kıskaca almak istemişlerdi.
2. Dünya Savaşı’nda ABD’nin dün SSCB’nin sıcak Akdeniz ülkelerine inmesini engellemesiyle, bugün Çin ve Rusya ile süren “soğuk savaşı”nın temelinde yine Avrasya üzerinde egemenlik kurabilme hesapları bulunmakta.
ABD’nin Avrasya Stratejisi
21. Yüzyıla girerken emperyalist güç odakları (merkezlerinin) arasında ekonomik, siyasi ve giderek askeri alanlarda adı konulmamış hakimiyet kavgaları kızışıyor. Emperyalist sermaye, dünyanın kaba bir paylaşımıyla yetinmekten yana değil. ABD’nin 21. Yüzyıl’ın ilk çeyrek yılı için dünyanın yeniden yatay ve dikey paylaşımının haritası ve bu harita üzerinde yeniden paylaşımın adeta cephe savaşı hazırlıkları yapılıyor. Yerküremizin egemenliği üzerine kızışan ve tek kutuplu dünya liderliğine itiraz eden emperyalist güçlere rağmen, ABD egemenliğini nerelerde ve nasıl gerçekleştireceğinin planını ve tarihini bile açıklamaktan çekinmiyor.
Bununla ABD, Avrasya stratejisinin ön adımları olarak Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının ve Batı’ya taşıyacak olan Doğu-Batı enerji koridorunun vanaları üzerinde Rus egemenliğini kırmaya veya zayıflatmaya çalışmaktadır.
Diğer bir olgu Orta Asya ve Kafkaslar’ı Batı’ya bağlamayı amaçlayan, tarihi İpek Yolu’nun yeniden açılması projesidir. Bu projede etkinliğini artırmaya çalışan ABD, Hazar havzası, Kafkasya ve Orta Asya ile Avrupa arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin denetlenmesini istiyor. Bu vesileyle ABD, Azerbaycan-Ermeni ihtilafından dolayı devreye girerek,Rusya’nın Güney Kafkasya’da devre dışı bırakılmasını hedefliyor. Yine bu çerçevede Gürcistan, Ukrayna ve diğer Kafkas ülkelerinde gerilimler yaratarak, Rus egemenliğine karşı bölgede gücünü artırmaya çalışıyor.
ABD sinsi bir politika ile Kafkasya’nın özellikle de Kuzey Kafkasya’nın istikrarsızlığını hedefleyerek bölgede dini ve etnik sorunların altını kazımaktadır. Çeçenistan’ı ve Dağıstan’ı Rusya’nın zayıf karnı olarak gören ABD, bölgede derinlemesine sorunları geliştiriyor. ABD’nin hedefi yakın vadede Rusların Kafkasya üzerinde etkisini kırmak veya zayıflatmak, uzun vadede ise Rusya’yı yeni bir parçalanma tehlikesi ile baş başa bırakabilmektir.
Bu hedefler doğrultusunda, ABD Kafkas’larda gerilim yaratmaya çalışıyor. Örneğin, ABD’nin Kırgızistan Büyükelçiliği bünyesinde oluşturulan ve Dışişleri Bakanlığı’na bağlı “Soros Vakıfları” Orta Asya’da çeşitli isimler altında faaliyet sürdürmektedir. Bu faaliyetlerin sadece dini yönünü (örneğin, Fettullah Gülen hareketi Türkiyeli olup, ABD adına Kafkaslardaki Türki cumhuriyetlerde siyasal İslam’ın yayılma faaliyetlerini üstlenmiştir) bir tarafa bırakırsak, USAID ile işbirliği içerişinde çalışan Eurasia, Ulusal Demokratik Enstitü, Ulusal Cumhuriyetçi Enstitü, Özgürlük Evi ve Ulusal Haber Ağı vs. gibi sivil kurum ve kuruluşlarla bölgede aktif çalışmalar yürütmektedirler.
Bu yılın başlarında “Turuncu Devrim” diye adlandırdıkları gelişmeler yukarıdaki sivil kurumların başarısı olarak görülüyor. Bundan dolayı da, Gürcistan ve Ukrayna Amerika’nın bu amacını gerçekleştirmesi için önemli birer araç oldular. Yani ABD eski Sovyet ülkelerinde derinlemesine “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmak için bölgenin yeni haritasının oluşumundan yana fay hatlarını tetikliyor.
ABD’nin bölgede nasıl aktif olduğunu Kırgızistan Büyükelçiliği’nin Bush hükümetine ilettiği, ayaklanmalar ve darbeler planını ve tavsiyeleri içeren “rapor”dan bir kaç kesit aktaralım.
ABD’nin Kırgızistan Büyükelçisi Stephen M.Young; “Bizim bölgedeki varlığımıza uygun çıkarları ele alırsak, bizim ilk amacımız daha önceki planlarda da (ABD’nin Avrasya stratejisini kast ediyor) kabul edildiği gibi Akayev üzerindeki baskıyı artırarak onun parlamento seçimleri döneminde istifa etmesini sağlamaktır” diyor. Devamla S.M Young; “mevcut siyasi yönetimi gözden düşürmeyi, bu nedenle de Akayev rejimini ekonomik krizden sorumlu olarak gösterme”ye çalıştıklarını ve “bölgede Amerikan yaşam tarzını popülerleştirmenin önemi”ne dikkat çekerek, “genç kuşağı etkileyebilmek için bu amaçlı finansman gereksiniminin” bölgeye aktarılmasını öneriyor.
ABD büyükelçisi “Ukrayna ve Gürcistan’daki başarıyı örnek göstererek, Rusya ve Çin’in etkisine karşı ABD stratejisinin başarısından” övgüyle söz ediyor. Ve bu başarı
için bu tür darbelerin sürdürülmesini “Amerikan çıkarlarının” gereği olarak düşündüğünü ekliyor raporuna.
ABD elçisi bu arada 2005 sonlarında ve 2006 yılı içerisinde bu plan dahilinde Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan’da darbeler gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerin devam edeceğini açıklamaktan sakınmıyor.
Göründüğü gibi, günümüz ABD siyaseti daha saldırgan, daha aç gözlü, tüm Avrasya ve Ortadoğu’yu yeniden yapılandırıp siyasi haritayı değiştirecek kadar pervasız, gözü dönmüş ve militaristtir. ABD Avrasya stratejisinin mimarlarından olan Z. Brezezinski, bölgeye yönelik Bush hükümetine yaptığı tavsiyelerde Rus ve Çin öncülüğündeki Şanghay örgütüne karşı tutumunu zamana yayarak doğrudan askeri işgallere girişmeyi orta vadede durdurmasını ve stratejinin Orta Asya üzerinde zamana yayılmasını öneriyor. Daha doğrusu sivil itaatsizliklerin devam edip gelişmesi için
desteklenmesini öneriyor.
Bu siyasetin gereği olarak, G. Bush ve ekibi gidip, yerine Demokrat Parti’nin her hangi bir adayı Beyaz Saraya seçilse bile, ABD’nin bölgeye yönelik geliştirdiği 30-40 yıllık bir zaman dilimine yayılmış stratejisini ısrarla sürdürmeye çalışacaklardır.
ABD Stratejisinin Karşılaştığı Zorluklar
11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin ilerletmek istediği strateji, yani 10-20 yıllık bir süreç içinde dünya çapında gerileyecek olan süper güç ve Amerika’nın bölgesel saldırılar yoluyla, bir dizi savaşa hazırlanmasının ifadesiydi. Aynı zamanda Avrupa, Avrasya, Çin ve Japonya’yı hedef alan, bir ucu Kafkaslara ve Orta Asya üzerinden Pasifik bölgesine uzanan uluslararası büyük savaşların, vahşetlerin de bir halkasıydı.
Ancak, ABD’nin Afganistan ve Irak işgali, işgale karşı gelişen direniş ve kimi emperyalist merkezlerin bu stratejiye karşı çıkışları, projeyi sorunlu hale getiriyor.
21.Yüzyılda, dünyanın egemeni olarak kalabilmenin hesabıyla ABD, Avrasya’ya (Doğu’ya) dönük kapsamlı bir strateji oluşturdu. Irak bu stratejide önemli bir yer tutuyor. ABD Irak’ın askeri işgaliyle bir çok şeyi aynı süreçte test ediyor. Onun için askeri kayıpları artsa bile, ABD kolay kolay Irak’tan çekilmeyi düşünmeyecektir. Dolaysıyla ABD’nin Irak’ta başarısı ya da başarısızlığı, her iki durumda da faturası taraflara ağır olacaktır.
ABD’nin İran ve Suriye’ye yönelik, müdahaleci ve baskıcı politikaları son derece çapraşık olup her türlü komploya açıktır. Öte yandan, bölgede bir çok güçlerin küçük çapta da olsa rekabet mücadeleleri ve çatışmaları devam ediyor.
Bağdat ve çevresine savunma hatlarını kurmuş olan bir çok ülkeler; AB (Avrupa Birliği) ile ABD, İran ile ABD, Suriye ile ABD, Türkiye ile İran, Suudi Arabistan ile İran ve Rusya ile ABD bu güçler gizlice karşı karşıya gelebilmekteler. Bazen de birçoğu birleşip ABD stratejisine karşı ortak cephe kuruyorlar. Hal böyle olunca da ABD’nin Irak’taki planları, Washington’daki Yeni Muhafazakarların arzuladığı ölçüde hayata geçirilemiyor. Tersi, birçok açmaz ve çıkmazlarla karşı karşıya kalıyorlar.
Amerika’nın Avrasya’ya (Doğu’ya) yönelik “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” gibi planları başlı başına istikrarsızlıklar içeriyor. ABD, Latin Amerika’da yürürlüğe koyduğu planın bir benzerini Avrasya ve Ortadoğu’da kimi farklı taktiklerle yürürlüğe koymak istiyor. Bu da başlı başına kendi içerişinde bölgede serseri bir mayın kaosu yaratıyor.
Bugün Irak’ın içine girdiği ve sadece Anayasa konusundan gelinen süreç, Irak toplumunu bir iç savaşla karşı karşıya getirmektedir. ABD bölgede aşiret, kabile, din ve cemaat kapışmalarının hem yolunu açıyor, hem de örgütlemeye çalışıyor. Bu vesileyle kendinin Irak’ta kalış gerekçelerini çoğaltıyor.
Irak’ta işgal karşıtı muhalefet ise, alternatif bir siyasal harekete dönüşemiyor. İşgale karşı olmak gibi ortak bir özelliğin dışında, hiç bir ortak payda da buluşamıyor. Çünkü işgale öncülük eden gericilik, modern Arap milliyetçiliği temelinde bile bir alternatif oluşturamıyor.
Bu durum işgal karşıtı hareketin açmazı olarak karşımıza çıkıyor. Irak’ta durum buyken, ABD’nin Suriye hele İran’a dönük doğrudan bir işgal hareketi ihtimali giderek zayıflıyor. Bölgede ve dünyada büyüyen tepkiye rağmen, ABD’nin Suriye’ye ya da İran’a dönük açık askeri işgal hareketi önünde gün geçtikçe zorluklar artmaktadır.
İran’da ABD’nin tehdidi altında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi, Mollaların (radikal dincilerin) adayının kazanmasına yol açtı. Burada birkaç sonuç çıkıyor. Eğer ABD İran’a müdahale ederse; İran kendi içerisinde Mollalar etrafında kenetlenecek. Bu nedenle, İran’da seçim sonuçlarını radikal dincilerin zaferi olarak algılamamalıyız. Çünkü, İran ciddi bir iç hesaplaşmaya gebedir. Eğer ABD tehditlerinin oluşturduğu ruh hali dağılmaya başlarsa, İran halklarının Mollalar rejimiyle ciddi hesaplaşmaları er ve geç kaçınılmaz bir olgu olarak görünüyor.
Rusya’nın ABD Stratejisine karşı Avrasya Doktrini
Rusya, ABD’nin Avrasya’ya dönük kapsamlı stratejisi olduğunu biliyor ve kuşatılıyorum kaygısıyla hareket ediyor. ABD’nin kendisini kuşatmasına, “kendi tarihi çıkar alanına izinsiz”
girmesine şiddetle tepki vermeye çalışıyor. Rusya kendi içerişinde bir arayış içinde. Bu
arayışını halen bağlayıcı olarak noktalamış değil. Rusya’nın kendi içerişinde kalın çizgilerle
iki akım belirgin görünüyor; biri Avrasyacı akım, diğeri ise Atlantikçi (Batıcı) akım.
Atlantikçi Akım; Rusya’nın geleceğini ve güvenliğini Batı’da özel olarak da Avrupa’da arıyor. Avrupa’nın bir parçası olarak G-7’lere üye olarak girerken, Atlantik ittifakının iki güçlü ülkesi olan ABD ve Almanya ile uyumlu ilişkiler arayışında. Boris Yelsin döneminin Rusya’sı bu Batıcı akımın iktidara gelip, belirli bir yol aldığı dönemdir.
Diğer akım ise; Avrasyacı olarak bilinen Rus dış politikasına “Primakov Doktrini” olarak geçen Avrupa ve ABD’ye karşı sol güçlerin de desteklediği akım. W. Putin, başbakan ve devlet başkanlığı döneminde de Primakov Doktrinin belli başlı hatlarını korudu. Ama ABD ile işbirliğinin kapısı da hep açık bırakıldı. Zaten Putin yönetimindeki Rusya, Asya ile Batı
ilişkilerini paralel gelişimini sağlayacak bir denge politikası izliyor.
“Primakov Doktrini”yle Rusya, Avrasya stratejisi olarak, Çin ve Hindistan’ı kapsayan, bunların blok oluşturmalarını hedefleyen bir politika izledi.
Gelinen süreçte Avrasya’nın asıl sahipleri olan, Rusya, Çin ve diğerleri (Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan) 26 Nisan 1996’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) oluşturdular. Bu ittifak, ABD ve NATO merkezli tek kutuplu dünya düzenine karşı olduklarını her zirvede dile getirmektedir.
Avrasya’da Batı emperyalist bloğuna karşı, Rusya ve Çin merkezli bir karşı direnç gün geçtikçe güçleniyor. Ayrıca bu ittifaka Hindistan ve İran başta olmak üzere, diğer Avrasya ülkelerinin çekilmeleri için çaba harcandığı görülüyor.
Avrasya’nın asıl sahipleri Rusya ile Çin ve diğer üye ülkelerin 6 Temmuz 2005’de Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün Tacikistan’ın başkenti Atsana’da gerçekleştirdikleri liderler zirvesinde yapılan ortak açıklama, Washington’da adeta soğuk duş yol açtı.
Zirvede ABD’ye sert bir dille, “Avrasya’dan elini çek, Afganistan’da işiniz bitti, çekip gidin” denildi. ABD’nin zirveye yönelik verdiği ilk tepki, “Çinliler ve Ruslar bize mesaj veriyor. Orta Asya’daki varlığımızın azaltılmasını
ve geri çekilmesini talep ediyorlar” biçimindeydi.
Atsana zirvesinde Özbekistan devlet başkanı İslam Kerimov, ABD’nin Bölgede oynadığı yıkıcı role dikkat çekerek, “Kırgızistan ve Özbekistan’da meydana gelen olayların ABD’nin bölgede tedrici (derece derece) olarak uygulamaya soktuğu büyük çaplı planın sadece kimi parçaları olduğunu” söylüyordu.
Kerimov açıklamasında, “planın nihai hedefi bölgedeki siyasal ve ekonomik güçler ilişkisini ABD lehine çevirmek ve Orta Asya’ya hakim olmaktır” diyordu.
Sonuç olarak, Rusya ve Çin arasında gerçekleşen “Barış Görevi 2005” adlı tatbikatı, Avrasya’nın diğer ülkeleri Hindistan ve İran gibi ülkelerin bu tatbikata gözlemci olarak katılmaları ittifakın süreç içerişinde gelişeceği izlenimi yaratmaktadır.
Bu, tek kutuplu dünyaya ve Avrasya’ya yerleşmek isteyen ABD’ye karşı stratejik ortaklıktır.
Kısacası kimilerinin 21. Yüzyılın “Amerikan yüzyılı” olacağı yönündeki söylem ve tespitleri entelektüel gevezelik olup gerçeği yansıtmamaktadır.