Hem dünyada, hem Türkiye’de pembe gözlüklü algılamaların egemen olduğu bir yılı geride bırakıyoruz. Bir bilanço çıkararak 2006’ya bakmanın zamanıdır. Türkiye için yapılacak sağlıklı bir geçmiş yıl değerlendirmesini 2005’in milli gelir ve ödemeler dengesi verilerinin yayımlanması tarihine ertelemeyi uygun buluyorum. Buna karşılık dünya ekonomisinin son yıllardaki ”gidişatı” ve yakın geleceğe ilişkin öngörüler üzerinde bir şeyler söylemek […]
Hem dünyada, hem Türkiye’de pembe gözlüklü algılamaların egemen olduğu bir yılı geride bırakıyoruz. Bir bilanço çıkararak 2006’ya bakmanın zamanıdır.
Türkiye için yapılacak sağlıklı bir geçmiş yıl değerlendirmesini 2005’in milli gelir ve ödemeler dengesi verilerinin yayımlanması tarihine ertelemeyi uygun buluyorum. Buna karşılık dünya ekonomisinin son yıllardaki ”gidişatı” ve yakın geleceğe ilişkin öngörüler üzerinde bir şeyler söylemek şimdiden mümkün.
Biraz ”bellek tazelemesi” , biraz da ”durum muhasebesi” ile kuşbakışı bir gezinti yapalım.
***
Dünya ekonomisinin 2005’te bir önceki yıla göre bir miktar ”serinlediği” anlaşılıyor. Büyük ülke gruplarının hepsinde milli gelir artışları biraz aşağıya çekilmiştir. Tüm dünya ekonomisi için 2004’teki yüzde 4.1 oranındaki büyüme oranının, 2005’te yüzde 3.8’e ineceği öngörülüyor. Büyük ülkeler dikkate alındığında, bu ”yavaşlama” olgusuna tek istisna Çin’den geliyor: Hem 2004’te, hem de 2005’te yüzde 9.5’lik büyüme hızları ile…
Finans çevreleri bu serinlemeyi olumlu karşılıyorlar ve 2005 içinde sermaye hareketlerindeki canlılığa bakarak ”işler yolunda” diyorlar. Onlar gelişmekte olan ülkelerin, ”yükselen piyasalar” diye adlandırılan ”seçkin” (ve Türkiye’yi de içeren) alt grubuna önem verirler; zira finans kapital için büyük boyutlu kazançlar (ve işler tersine dönerse kayıplar) buralarda gerçekleşir. Bu ekonomilere 2005’te özel net yabancı sermaye girişleri aşağı yukarı bir önceki yıl düzeyinde ve 300 milyar dolar dolaylarında gerçekleşmektedir. İşin tuhafı, bu ülkeler grubu hem yüksek boyutlu sermaye ithal etmekte; hem de bir bütün olarak cari işlem fazlaları vermektedir. Böylece, döviz içinde yüzen bu ekonomiler, dolar fazlalarının büyük bölümü ile ABD hazine bonoları satın alarak rezervlerini arttırmaktadırlar.
”Yükselen piyasalar” ın içinde hâlâ dış açık vermeyi ve büyük boyutlu sermaye ithal etmeyi sürdüren birkaç istisnai ülke var: Türkiye, Meksika ve Doğu Avrupa ekonomileri… Bu ülkeler 2002-2005’te oluşan elverişli uluslararası konjonktürden yararlanarak kronik dış ticaret açıklarına son vermemişler; böylece kaderlerini IMF, AB veya NAFTA ”çıpaları” na teslim etmişlerdir.
Gelişmekte olan ekonomilerin bir bütün olarak cari fazla vermelerine yol açan ilginç durum, ABD ekonomisinin kronikleşen ve 2005’te 750 milyar dolar eşiğini aşması beklenen dış açığından da kaynaklanıyor. ”Güney” in katkıları hayatidir; zira, AB ve Japonya’nın dış fazlaları bu açığı kapatacak düzeye ulaşmıyor. ABD dış açığının kaynağında büyüyen bütçe açığı ile Amerikalı tüketicilerin tasarruf açıklarının yattığı biliniyor. Böylece dünya ekonomisinin yoksulları, Amerikan emperyalizminin Irak’taki giderlerinin ve Amerikalıların çok yüksek tüketim düzeyinin artarak sürdürülmesine katkı yapmış oluyorlar.
Giovanni Arrighi , dünyanın en zengin ekonomisinin, Avrupalılardan, Japonlardan ve güneyin yoksullarından sağladığı kaynaklarla ayakta durmasını, ”koruma parası” altında komşuları ve esnafı haraca bağlayan mahalle kabadayısının durumuna benzetiyor. Ancak ekliyor: Kabadayının kendisi bir bela oluşturmaya başlayınca ve koruma bedeli ölçüyü kaçırınca, ”ahali” nin ”yeter artık” demesi gündeme gelmektedir.
***
Asyalıların ve Avrupalıların ”yeter artık” deme olasılığı, dünya ekonomisinin geleceği üzerindeki kötümser senaryolardan birinin başlangıç noktasını oluşturuyor. İşin tuhafı, ”işler böyle yürümez” diyen kötümserlerin içinde Arrighi gibi solcular değil, başta IMF olmak üzere sağ kanattan iktisatçılar çoğunluktadır. Bunlar, ABD cari işlem açığının dünya ekonomisine temel bir dengesizlik taşıdığını; ”sürdürülemez” olduğunu; er veya geç bu açığı aşağıya çekecek bir ”uyum” sürecinin zorunlu olacağını düşünüyorlar. Bazılarına göre sorunlar, dünya ekonomisinin büyüme hızını aşağıya çeken bir ”yumuşak iniş” le giderilebilir. Başkaları ise kimi ekonomileri finansal krizlere de sürükleyebilecek ”sert bir uyum” un gündeme gelebileceğini öngörüyorlar. Ve araştırıyorlar: Hangi ülkeler, nasıl kazaya uğrayacak?
Buna karşılık, ”bugünkü düzen herkesin yararına; alan razı, satan razı” diye özetlenebilecek bir iyimserler grubu da var. Bunlar ”herkes” derken dünya ekonomisinin iki dinamik kutbunu oluşturan Çin ve ABD’yi ve bu ikisi arasında oluşan fiili çıkar birliğini kastediyorlar. Ancak, hem Kuzey’de hem de Güney’de bu çıkar birliğinin nimetlerini paylaşamayan yaygın bir hoşnutsuzlar grubunun varlığını dikkate almıyorlar.
İzlemeyi, tartışmayı sürdürmek üzere…