DİSK’in çağrısıyla 14-15 Ekim 2005 tarihlerinde Bolu Koru Oteli’nde çoğunluğu Gazeteci, Öğretim Üyesi ve eski siyasetçilerden oluşan ve üç başlık altındaki “Solun Bugünü ve Geleceği” konulu gündemli bir toplantı yapıldı. Arayışın nedenleri Öncelikle yaşanan ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların yarattığı derin tahribatların görüşülerek tartışılması bakımından toplantının hayra yorumlanması yararlı olmuştur. Çağrının DİSK tarafından yapılması ise […]
DİSK’in çağrısıyla 14-15 Ekim 2005 tarihlerinde Bolu Koru Oteli’nde çoğunluğu Gazeteci, Öğretim Üyesi ve eski siyasetçilerden oluşan ve üç başlık altındaki “Solun Bugünü ve Geleceği” konulu gündemli bir toplantı yapıldı.
Arayışın nedenleri
Öncelikle yaşanan ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların yarattığı derin tahribatların görüşülerek tartışılması bakımından toplantının hayra yorumlanması yararlı olmuştur. Çağrının DİSK tarafından yapılması ise tesadüfi değildi. Çünkü DİSK ismi toplum katında hala bir güven kaynağı olmaya devam ediyor. Toplantının görünürdeki gerekçelerinden birisi, her ne kadar DİSK’in 2000 yılındaki Genel Kurulu’nda alınan “Solda Güç Birliği Yaratma Kararı” olsa da, esasen soldaki – ağırlıkla sosyal demokrat bazı çevrelerin- arayışlarının etkili olduğunu söylemek haksızlık olmaz
Bu ülkede yaşayan hemen herkesin görüp hissettiği gibi toplumsal sorunlar giderek ağırlaşmaktadır. Soldaki yapılanmaların, sorunların çözümüne yetmediği, toplumsal ihtiyaçlara cevap veremediği, dolayısı ile halkla bağlarının zayıfladığı, sağın alternatifinin yine sağ veya aşırı faşizan sağ olduğu bir siyasi ortamın varlığı bir gerçeklik olarak kabul edilmelidir.
Bu noktada, sosyal demokrasi için yeni bir alternatif arayışının bir boyutunun AB çevrelerinden kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü daha çok “milliyetçi-devletçi” bir siyasal çizgi izleyen CHP ile parlamento dışındaki diğer sol partiler AB’deki sosyal demokrat çevrelerin beklentilerini karşılamaktan uzaktırlar. AB platformunda etkili olan çeşitli düzeylerdeki sosyal demokrat güç merkezlerinin kadroları: CHP’nin AKP karşısında etkin olamadığını, AB sürecini AKP’ye havale ettiğini, Türkiye’deki bir politikacı gibi dile getirmekteydiler. En son Türkiye’ye gelen AB’nin genişlemeden sorumlu dönem sözcüsü CHP ile görüşmeden gitti. Aynı tutumu AKP’nin iftar yemeğine katılmak için gelen Schröder de izledi.
AB çevreleri ile bazı Sosyal Demokratların istemleri çakışmaktadır.
DİSK seçimlerde solda güç birliği sağlamak için daha önce de çalıştı. Özellikle 3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde solun ortak davranması konusunda sendikalar ve meslek örgütleriyle birlikte ciddi çabaların içinde oldu. Ancak bu çabalar seçim sürecinde bir sonuca varamadı; solun parçalı ve etkisiz yapısı bugüne kadar devam etti. DİSK’in ayrıca 12 Eylül’den beri sendikal mücadelenin önünde engel olarak duran anti- demokratik İş ve Sendikal Yasalardan kaynaklanan büyük sıkıntıların içinde olduğu da bilinmektedir.
Bu noktada, bazı sosyal demokratların ihtiyaçları ile AB’nin sosyal demokrat çevrelerinin ihtiyaçları ve DİSK’in mevcut yönetiminin beklentilerinin birbiriyle örtüştüğü bir siyaset alanı ortaya çıkmaktadır. Sürecin nasıl gelişeceği tam olarak öngörülemese de, bu sürecin genel olarak “sol” platforma bir hareketlilik getireceği ortada. Doğan Medya Gurubu gazetelerinden Milliyet’in toplantıya başından itibaren gösterdiği özel ilgi ve bazı köşe yazarları tarafından yapılan pozitif yorumlar da girişimin arkasında “büyük medya” desteğinin varlığını göstermektedir. Sosyal demokrat ve liberal sol çevredeki arayışların ne yöne doğru evrileceği tam kestirilemese de Kasım ayında yapılacak CHP’nin Tüzük ve Program Kurultayı süreç üzerinde etkili olacaktır. Bu arada, soldaki diğer partilerin özellikle ÖDP’nin 2006 yılında yapacağı Tüzük ve Program Kurultayı da arayışının diğer boyutu olarak görülmelidir.
Toplantıda ana başlıkları etrafında yapılan değerlendirmeler
Solun kendisini netleştiremediği; AB tartışmaları, özelleştirmeler, dış borçlar, bütçe üzerindeki faiz yükü, Kıbrıs, Kürt sorunu, siyasi partilerin yapıları ve siyaset yapma tarzı, yönetim krizleri, solun yeniden tanımı gibi konular toplantının tartışılan ana başlıkları oldu.
Toplantının başında DİSK tarafından bir araştırma şirketine yaptırılan anket verileri sunuldu. 1000 kişiyle ve çoğunluğunun telefonla katıldığı ve 18-29 Eylül 2005 tarihleri arasında yapılan anket sonuçlarından hareketle yapılan yorumlara göre; halkın yarısının mevcut siyasal yapılara ve liderlere güvenmediği, hiçbir partinin sorunları çözemeyeceği gerçeği vurgulandı.
Toplantıda sosyalistlerin temsili zayıf kaldı.
Sosyal demokrat istemlerin tek başına hayat bulmasının sıkıntıları bilindiğinden, sosyalistlerin de içinde bulunacağı bir arayışın, soldaki toparlanmanın şansını artıracağı düşünülmekle beraber, toplantıya sosyalist soldan çağrılı olanların azlığı dikkat çekiciydi.
Toplantının sonuç bildirisinde sorunların kaynağına, yeni liberal saldırıların özüne vurgu yapmak yerine, daha çok birer sonuç olan ve topluma yansıyan yüzüne vurgu yapıldı. Bu yanıyla metin belki bir halkla ilişkiler metni olabilir, ama emeğin ihtiyaçlarına çözüm sunacak gerçek sol değerlendirmelerden yoksun kaldı.
Yaşanan hayatın gerçekliğine cevap veremeyen birlikteliklerin şansı olabilir mi?
Solda emek eksenli geniş bir güç birliğinin emekçilere katabileceği çok şey var. Ama bu güç birliği öncelikle pratik hayat içinde sınanmalıdır. Mücadele içinde doğmayan, sadece salonlardan yükselen sesler topluma ulaşsa bile yabancı kalma riskini taşırlar. Ölü toprağı serilmiş sol hareketi bugünden ayağa kaldırmayı amaçlamayan bir girişimin toplumsal karşılığı yoktur. Zaten sorun parti kurma sorunu da değildir. Sorun, kurulacak bir partinin hangi toplumsal zemin üzerine oturacağı sorunudur. İşçi ve emekçi kitlelerin kendi sorunlarından uzaklaştığı, hayatlarına yabancılaştığı, TV’de dizi izler gibi kendisini izlediği bugünkü süreçte önemli olan hayata müdahale için yapılacak güç ve eylem birliğidir. Kitlelerin ortak eylemi olamadan ve toplumsal bir hareketlilik yaşanmadan kurulacak partiler sahibini(!) arayacaklardır. Yakın çevremizde kurulup, işlevsiz halde duran epeyce sol parti vardır. Bu noktadaki arayışın DİSK’e ve diğer emekçilere beklenen yararı olmayacaktır.
Siyasal alana müdahale edilmelidir. Bu müdahalenin Bolu’dan yapılmış olmasına da takılmıyoruz. Ancak siyasete müdahaleyi uzakta değil, R.Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’yi en iyi ben pazarlarım” diyen mantığına karşı, yapılacak çıkışta aramak daha doğru olur diye düşünüyorum…