Schröder, sürdürdüğü reform politikalarına halkın desteğini alabilmek için 18 Eylül de (hükümeti yönetemez duruma geldiğinden) baskın erken seçim yapılmasını sağlamıştı. Schröder, halkın desteğini alamadı. Sol Parti hariç seçime katılan bütün partiler adına ‘reform’ dedikleri, aslında kapitalizmin an daki krizine çözüm ( krizi hafifletmek diye okuyun) olarak önerilen, (bizim anti kriz politikaları diye ifade ettiğimiz) ‘reform’ […]
Schröder, sürdürdüğü reform politikalarına halkın desteğini alabilmek için 18 Eylül de (hükümeti yönetemez duruma geldiğinden) baskın erken seçim yapılmasını sağlamıştı. Schröder, halkın desteğini alamadı. Sol Parti hariç seçime katılan bütün partiler adına ‘reform’ dedikleri, aslında kapitalizmin an daki krizine çözüm ( krizi hafifletmek diye okuyun) olarak önerilen, (bizim anti kriz politikaları diye ifade ettiğimiz) ‘reform’ politikalarını desteklediler. Bu ‘reform’ programı; kâr oranlarındaki düşüşü engellemek için düşük ücret, esnek çalışma, kamunun özelleştirilerek kâr kaynağına dönüştürülmesi, eğitim ve sağlığın paralı hale getirilmesi, emeklilik yaşının uzatılması, sigorta sisteminin özelliştirilmesi ve hemen hemen bütün sosyal hakların, demokratik hakların ortadan kaldırılarak toplumun örgütsüzleştirilmesi v.s gibi toplumsal yaşamı alt üst ederek daraltan politikaları içermektedir. Doğal ki seçimde reform yanlıları ve karşıtları şeklindeki, tipik bir saflaşma yaşanmasa da Sol Parti`nin dışındaki partiler seçim arenasını yeni ‘reform’ önerilerini anlattıkları platform olarak kullandılar. “Reformcu partiler” bir bütün olarak galip çıktılar. Buna karşılık işçilerin, işsizlerin, yoksulların da Sol Parti etrafında safları sıklaştırmaya başladıkları ve Nazi partisi NPD’nin oylarını % 300 artırması, seçimde ilk göze çarpanlar oldu.
Seçime % 25 oranında katılmayanların varlığı dikkati çekti. Bu oranın içinde sistemden umudunu kesenlerin yanında; seçmeye değer bir parti bulamayanlar da önemlicedir. Ve bunların önemli bir kesimi sol ve sosyal demokrasi çizgisindedir. Bunlar için seçimlere katılmama, bir protestoyu ifade edebilir.
Seçim öncesi, halkın aptal yerine konduğu bir süreç şeklinde yaşanmasında gerçek anlamda bir alternatifin olmaması belirleyici bir etki yaptı. Sağ partilerin (CDU ve CSU) temel söylemi, Schröder’in hayata geçirdiği reformların ne kadar yetersiz olduğu; kendilerinin işten atılmaları kolaylaştıracağı, KDV’in % 16 dan % 18’e çıkarılacağı; patronun da, işçinin de , işsizin de eşit vergi vereceği ve oranının % 25 olacağı; tekellere vergi indirimleri yapılacağı gibi açıklamaları; vergi uzmanı ve geleceğin maliye bakanı olarak tanıtılan Dr. Kirchof’un ağzından açıklanması halkta ciddi bir korku ve endişe yarattı. Stoiber’in ağzından resmen Doğu Almanlara küfredilip aşağılanmaları ise taktik gereği değilse tam bir aptallıktı. Diğer yandan CDU’un başbakan adayının Doğu Alman kökenli ve silik kişilikli olması, parti içi mücadelenin sert geçmesi nedeniyle “bilinçli” hataları beraberinde getirdi. Sonuç itibari ile seçimden bir ay önce %45’lerdeki oy oranı, 2002’deki seçim oy oranı olan %35’in altına düşerek, muhalefte iken yenilgi alma “başarısı” gösterilmiş oldu. %3,3 oranında daha az oy aldı.
SPD ise CDU’luların hatalarını iyi değerlendirerek halkın korkularını derinleştiren “CDU ile reformların daha sert ve derin uygulanacağı” nın ve “kendilerinin hiç olmazsa işten çıkarmaların kolaylaştırılmasına karşı olduğunu” anlatan Schröder’e Dr. Kirchof’un altın değerinde ilk yardım simidi atması ve Schröder’in kendisini “sosyal adaleti koruyan” siyasetçi olarak tanıtmasına olanak sundu. Sosyal adaleti tahrip eden kendisi değilmiş gibi sosyal demokrasinin ilkelerini kendilerinin koruyacağı gibi bir yalanı söyleyebilmesi için kişinin gerçekten Schröder olması gerekirdi. Schröder, yalan söylemenin, temel seçim taktiği olduğu seçime, korku, endişe damgasını vurarak tarihi bir yenilgiyi “şerefli bir yenilgeye” dönüştürmeyi başardı.
Schröder seçim öncesinde Sol Parti ile kesinlikle ortaklık kurmayacağı; onlarla konuşmayacağı ve hiç muhatap almayacağını ilan ederek Sol partinin yalıtılmasının da başlatıcısı olarak; “Sol Parti`nin oyları böleceği, sola verilmiş oyların aslında CDU ya verilmiş olacağı” gibi demogojik argumanı Sol Parti´ye karşı başarıyla kullandı. “Sol Parti´nin SED ( Doğu Alman Sosyalist Partisi) in devamı olduğu, onların istikrarı bozacak tek parti olduğu” gibi saçma sapan argumanlarla sol’a karşı var olan korkuları derinleştiren bir hat izledi. Bütün bunların sonucu oy kayıplarını % 4,2 gibi düşük denilebilecek bir oranda tutmayı başardı.
Grüne-Birlik 90 (Yeşiller); Schröder hükümetinin bütün uygulamalarının altında imzaları olan bu parti, mümkün mertebe çevreci yanını öne çıkartan bir hat izledi. Reformlara hiç değinmemeyi yeğleyen Yeşiller, dış politika ile dikkatleri reformlardan uzak tutmaya çalıştı. Sonuçta oy kaybını % 0,5 gibi küçük oranda tutmayı başaran Yeşiller´in, geleceğe karamsar bakmasına neden olan bolca argüman var. Sol Parti ile arasına büyükce bir mesafe koymaya çalışan bu parti, bunu başardığı kadar ayakta kalacak bir görüntü verdi.
FDP; (liberal parti) oylarını artırmayı başaran bu partinin, başarısı; Sol Parti´nin üçüncü büyük güç olmasını engellemesi ile sınırlı kaldı. Seçim öncesi CDU- CSU ile koalisyon kuracağını açıklayarak seçimlerde CDU dan rahatsız olan, sol’a da gidemiyenlerin buluşma adresi oldu.
Yukarda adı geçen bütün partiler seçimlerden önce ve sonra Sol Parti ile kesinlikle ortaklık yapmayacaklarını açıklayarak; Sol Parti´nin Almanya’yı batıracağını, çoktandır unutulan “sınıf mücadelesini” başlatacağını iddia ederek; partiyi aforoz ettiler. Partiyi kitlelere nifak yuvası olarak tanıtmaya çalıştılar. Alabildiğine tekelleşmiş olan basın vasıtası ile Alman finanas kapitali, belden aşağı vuruşlarla partinin nasıl SED’in devamı olduğu; Lafontain’in lüx yaşadığı o nedenle solcu olamayacağı ve Lafontain’nin villasının mimarisinin ne anlama geldiği gibi abuk sabuk şeylerle, sokaktaki insanı azımsanmayacak düzeyde etkilediler. Bütün bunlara rağmen partinin aldığı % 8,7 oy hiçde kötü değil. Bu koşullarda bundan daha iyi olmasını beklemek realite ile çatışır.
Sol Parti´nin, ortaya çıkması ve % 8,7 oranında bir oy alması sistemde küçükte olsa bir sarsıntıya yol açtı. CDU’nun herkes tarafından kabullenilmiş olan FDP ile birlikde iktidar olacakları inancı, seçim akşamı yerle bir oldu. İktidar olamadılar. Bu iyi bir sonuçtur. CDU tam bir krize yuvarlanmak üzeredir. Karşılıklı kılıçlar çekilmiş, çatışma pozisyonu alınmış fakat, SPD ile bile olsa iktidar olma imkânı, bu çatışmayı şimdilik önlemiştir. Küçük bir başarısızlık bu partiyi ciddi bir krize sokacaktır. Bakanlık dağılımlarında, olası itişip kakışmalar da parti içindeki gerilim artırıcı bir rol oynayacaktır.
Sol Parti´nin başarısı, sistemde alarm zillerini çaldırmıştır. Parlementodaki partiler eskisi kadar rahat saldırı yasalarını sessiz sedasız yapamayacaklar ve sağa sola asker gönderirken bir kez daha düşüneceklerdir. (1) Tartışmasız, gizli kapaklı işler yapamayacaklardır. Bu bile bir adımdır.
Seçim, Sol Parti ve diğerleri arasında geçmiştir. Diğerleri şimdilik galiptir. Ama sonuçlar onlar için Pyrus zaferi bile değildir. Bu süreç; ilk etapta liberal poltikaların alternatifinin verili düzen sınırları içinde bile mümkün olabileceği tartışması başlamıştır. Bu tartışma ve süreç solun meşruluk mücadelesi şeklinde geçecektir. Meşrulaşma süreci, durağan değil; hareketli, mücadeleci bir süreç şeklinde yaşanırken diğer yandan yavaş yavaş sistemin alternatifinin, tartışma gündemine sokulması ve bir alternatifin var olduğunun kabul ettirilemese bile (ki bu kabul sosyalizm mücadelesinin meşruiyeti anlamına gelir) tartışma gündemine getirilmesi bugünün değilse bile yarının (yeni ara