Iraklıların ‘ABD mutfağında pişirilmiş’ nitelemesini uygun gördüğü tartışmalı anayasa, ülke petrolünün yabancı sermayeye açılmasını ve neoliberal politikaların uygulanmasını kolaylaştıracak nitelikte Irak’ta 15 Ekim’de gerçekleştirilen referandum sonrası tartışmalı bir şekilde onaylanan anayasa, Iraklıları “ABD’den gelecek demokrasi” konusunda hayal kırıklığına uğratan bir belge olarak ortaya çıktı. A ğustos ayında süren yoğun pazarlıklar sonucunda ortaya çıkan ”uzlaşma” dan […]
Iraklıların ‘ABD mutfağında pişirilmiş’ nitelemesini uygun gördüğü tartışmalı anayasa, ülke petrolünün yabancı sermayeye açılmasını ve neoliberal politikaların uygulanmasını kolaylaştıracak nitelikte
Irak’ta 15 Ekim’de gerçekleştirilen referandum sonrası tartışmalı bir şekilde onaylanan anayasa, Iraklıları “ABD’den gelecek demokrasi” konusunda hayal kırıklığına uğratan bir belge olarak ortaya çıktı. A ğustos ayında süren yoğun pazarlıklar sonucunda ortaya çıkan ”uzlaşma” dan memnun kalmayan Iraklılar, son taslağın ”ABD mutfağında pişirilmiş bir anayasa” olduğunu söyleyerek ABD’nin anayasa çalışmaları sürecine karışmasına yönelik eleştirilerini dile getirdiler.
Başlangıçta oluşturulan Anayasa Komitesi, daha sonra, Sünni temsilcilerin de katılımıyla genişletilmiş ve haziran ayında bir ilk taslak hazırlamıştı. Temmuz ayında, ABD’nin Irak Büyükelçisi John Negroponte ‘nin yerine görevi devralan Zalmay Halilzad ‘ın bu sürece müdahalesiyle birlikte ortaya çıkan yeni belge ise ilk taslaktan hayli farklı bir niteliğe sahipti.
Ağustosta yaşanan tartışmalar sürecinde medya, anayasa metnine dair anlaşmazlıkların ”federalizmin işleyişi, petrol gelirlerinin paylaşımı, yasama sürecinde dinin rolü, Baas’ın yasaklanması” gibi başlıklarda yaşandığını bildiriyordu. Oysa bunlar Iraklıların ”kendi aralarındaki pazarlıkları” işaret ediyordu. Asıl kritik tartışma ise, Irak ve ABD arasında dönüyordu ve devletin toplumsal rolünün nasıl şekillendirileceğine ve kaynakların kullanımıyla bölüşümüne ilişkindi. Iraklıların beklentisi, Baas’ın sol yaklaşımından da esinlenen ve kuzey Avrupa ülkelerinin “refah devleti” modelini örnek alan bir devlet yapısıydı.
‘Refah devleti’ beklentisi
Buna göre, Iraklılar dünyanın üçüncü büyük bilinen rezervine sahip olan ülkelerinin petrol gelirlerini adil bir şekilde paylaşma hedefini -kâğıt üzerinde kalacak bile olsa- devletin temel belgesine yerleştirmeyi istiyorlardı. ABD’nin istediği ise, tüm dünyaya IMF politikaları ya da diğer araçlarla kabul ettirilen neoliberal uygulamaların zeminini oluşturmaktı.
Haziran ayında hazırlanan ilk taslakta, ”Toplumun inşasının temeli sosyal adalettir” ve ”Ekonomi sosyal adalet temelinde yükselir” şeklinde ifade edilen maddeler kaldırıldı. Eğitim ve sağlığın garanti altına almasını düzenleyen maddeler, devletin bu konudaki rolü budanarak yeniden formüle edildi.
İlk taslakta, çalışma hakkı tüm Iraklılar için aynı zamanda bir ”görev” olarak tarif edilir ve bu konuda yerel ve merkezi hükümetlere sorumluluk yüklenirken, son taslakta çalışma hakkı ”Iraklılara iyi yaşamalarını sağlayabilecek bir hak” olarak tanımlandı. İş güvencesine dair devletin sorumululuğu ortadan kaldırıldı, bunun yerine işçi-işveren ilişkilerinin yasada düzenleneceği ifade edildi (Madde 22).
Yine ilk taslakta, yerel ve merkezi yönetimlere cehaletle mücadele etme ve farklı seviyelerde tüm vatandaşlara parasız eğitim sağlama görevi yüklenirken son taslakta bu maddeye şu hale geldi: ”Madde 34: … 2) Özel ve ulusal eğitim yasalarla güvence altına alınır ve düzenlenir.”
Eğitimde özelleştirmenin anayasal çerçevesi böyle çizilirken sağlıkta da benzer bir yaklaşım geliştirildi. 31. maddenin birinci bölümünde, sağlık hizmetlerinden yararlanmanın her Iraklının hakkı olduğu belirtildikten sonra, ikinci bölümünde, ”birey ve kurumların devletin gözetiminde hastane, dispanser ve özel klinikler açma hakkı” garanti altına alındı.
Bunlara ek olarak devlete, özel sektörü geliştirip teşvik ederek “Irak ekonomisini çağdaş şekonomik temellerde reformdan geçirme” görevi verildi (Madde 25, 26).
Pasta nasıl paylaşılacak?
En önemli maddeler ise ülkenin doğalgaz ve petrol kaynaklarının kullanımına ilişkin genel çerçeveyi belirleyen 109-112. maddeler. Burada, petrol ve doğalgaz kaynaklarının tüm Iraklıların malı olduğu (Madde 109), Iraklıların bundan en iyi şekilde yararlanması için, yerel ve merkezi yönetimlerin bu kaynakları ”piyasa ilkelerinin en çağdaş tekniklerini uyarlayarak ve yatırımları teşvik ederek” geliştirmek için stratejik politikalar belirlemeleri öngörülüyor (Madde 110, ikinci bölüm). Ancak burada Iraklılara yetki devredilen alan, halihazırda kullanımda bulunan petrol sahaları.
112. Madde’de dikkat çeken ise, bir önceki maddedeki yetkilere dair belirlemelerin ”dışında kalan” tüm konularda yetkinin yerel yönetimlere bırakılması. Yani petrol ve gaz ihalelerine ilişkin kritik kararlarda bölgesel yönetimler belirleyicilik kazanıyor. Kuzeydeki Kürt bölgesi ve güneydeki Şii bölgesi, Irak’ın petrol kaynaklarının üzerinde bulunuyor ve ABD’nin demokratikleşme sürecinin belli bir aşamasında yabancı yatırımcılarla yürü tülecek görüşmelerde yetkili olacaklar.
İşte Iraklılar arasında yaşanan tartışmaların arka planında bu düzenlemeler yatıyor. Anayasanın ülkedeki farklı kesimlerin birbirine olan güvensizliğini bu şekilde derinleştirmesi ABD’nin sık sık ”iç savaş tehdidi” nden söz etmesini kolaylaştıran bir durum.
Yine ”ABD mutfağında hazırlanan” bu anayasanın ilginç bir başka özelliği, ilk kez ”terörle mücadele” konusunda devlete görev yükleyen bir maddenin (Madde 8) bir ülke anayasasına girmiş oluşu. Irak devleti bu madde ile topraklarının terör faaliyetlerine bir üs ya da geçiş bölgesi sağlamasını engellemekle de yükümlü kılınıyor. Bu yükümlülüğün ifade ettiği anlam ise son derece basit: Irak’taki ABD birlikleri, ”anayasal güvence” altına alınıyor.
Cenevre sözleşmeleri, işgalci gücün işgal edilen ülkenin siyasi yapısına müdahalesini engelleyen maddeler içeriyor. ABD’nin Irak’ta yarattığı yeni durumda ise işgalci güç, kendisini ”anayasal güvence” altına alabiliyor.
Haber:
GAMZE ERBİL / Cumhuriyet