Eğitim-Sen’den ayrılan bir grup, Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) adıyla yeni bir sendika kurdu. Adları daha öncesinde “Sendikal Birlik Grubu”yla anılan bu grup bir süredir farklı bir oluşumun hazırlıklarını yürütüyordu. Ancak ayrılmanın asıl vesilesi, Eğitim-Sen içerisindeki kof ve ilkesiz birliğin icazetçi yapısını sergileyen, kapatma tehdidi karşısında anadilde eğitim maddesinin tüzükten çıkarılması oldu. Yeni sendikal […]
Eğitim-Sen’den ayrılan bir grup, Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) adıyla yeni bir sendika kurdu. Adları daha öncesinde “Sendikal Birlik Grubu”yla anılan bu grup bir süredir farklı bir oluşumun hazırlıklarını yürütüyordu. Ancak ayrılmanın asıl vesilesi, Eğitim-Sen içerisindeki kof ve ilkesiz birliğin icazetçi yapısını sergileyen, kapatma tehdidi karşısında anadilde eğitim maddesinin tüzükten çıkarılması oldu. Yeni sendikal yapının ana ilkesi ve ruhunu “ülke ve ulusun birliği” oluşturuyor. Grubun sendikal yapıyı parçalama gerekçelendirmelerine bakıldığında; mevcut Eğitim-Sen yönetiminin “Kürtçü” olduğu, “Cumhuriyet kazanımlarını” savunmadığı, yeteri kadar “Kemalist” olmadığı ve anadilde eğitimi savunduğu savlanıyor. Ayrılan grubun 2. Olağanüstü Genel Kurul’da aynı mevcut Eğitim-Sen yönetimiyle anadilde eğitimin lafzının dahi izini bırakmamacasına tüzükten çıkarılmasında kolkola ittifak yapmış olmaları, bir “hafıza-i beşer nisyan ile maluldur” durumu ile değil, tam tersine bilinçli ve kesin bir MGK müdahalesiyle “zinde güçler”in emekçi memur hareketinin uzun bir süre belini doğrultamayacak derecede parçalanması hedefinin bu son ayrılma harekatıyla pekiştirilmesiyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Öte yandan bu ayrılma 95’te Eğit-Sen ile birleşen Eğitim-İş tabanının tümünü kapsamamakta, kendi içlerinde dahi Mustafacı, Alici, şuncu buncu vb. şeklinde ayrılmış kariyerizm batağında yüzen Sendikal Birlik grubu, bir yönüyle kendi içlerindeki bölünmeyi emekçi memur mücadelesinin tasfiyesine doğru taşımaktadır. Siyasal açıdan tam saflaşmış bir bölücü ayrımın nicel karşılığını blok halinde sendika dışına henüz taşıyamamasının kaynağı ise, sağlıklı bir saflaşmanın göstergesi olabilecek bir devrimci iç çatışma ve bunun yarattığı basınç değil, tarihsel açıdan ’teki birleşmenin mayası olan ilkesiz hülleci siyasetin bugüne uzantısı kafakol siyasetinin, güncel siyasal açıdan yönetimin lafzen ayrı duruş gösterilerine karşın pratikte zaten “Sendikal Birlik”çi bir çizgiyi yürütmesinin hakim olmasıdır.
Ayrılanların “küçük olsun benim olsun”culuğu ile kalanların “arınıyoruz” kolaycılığı ve sığlığı; gerileyen, parçalanan ve etkisizleşen emekçi memur hareketinin üzerinde tepinen iki yüzlü Janus’un her ikisi de geriye bakan yüzüdür. Sendikal hareketin gerilemesinin fonunda yaşanan bu parçalanmanın bir yandan Eğitim-Sen mevcut yönetiminin, diğer yandan da ayrılanların sahip oldukları sendikal anlayış ve yapılanmalarının kaçınılmaz bir sonucu olduğunu kaydetmeliyiz. Geçmişte gerçekleşen Eğitim-İş Eğit-Sen birleşmesinden bugüne, devrimci hedefler çerçevesinde hiçbir zaman gerçek bir birlikteliğin ve devrimci siyasal bir duruşun sergilenemediği açıktır.
Bu birleşme geçmişte matematiksel bir toplam olarak Eğit-Sen içerisindeki devrimcilere, sosyalistlere ve onların ürettikleri alternatiflere karşı bir koz olarak kullanıldı. Devrimci olan ne varsa, sistematik olarak alanlardan salonlara kadar her türlü geriye çekici ittifakta birleşmiş ve yıllarca yönetimi paylaşmış bu anlayışlar bugün birbirlerinin kendi yozluklarına tahammül edemez olmuşlardır.
Hatırlanırsa 90’lı yılların başları özellikle ilerici ve devrimci unsurların iki sendikanın bir araya gelmesini çok tartıştığı bir dönemdi. Bu bir araya gelişin oturduğu zeminin sağlamlığı, eksen ve mücadele anlayışı birliği emekçi memur mücadelesinin taşıması gereken yükün ağırlığına dayanamayacak kadar zayıftı. Güce tapan ve tüm taktiklerini nicel güç üzerinden şekillendiren yorgun siyasetler bu birleşmenin çevresinde büyük bir heyecanla toplanmışlardı. Ancak süreç, Devrimci Proleter Eğitim Emekçilerini haklı çıkardı. Çünkü biz; sayısal ya da kitlesel çoğunluğa sosyalist bir perspektif kazandırıp devrimci politikalarla taçlandırılmadığı sürece erimenin, nihayetinde yılgınlığın kaçınılmaz olacağını ifade etmiştik.
Bütün sığlığıyla,-konfederasyonlaşma çalışmaları da dahil olmak üzere- 95’teki birleşmedeki amacın özü; sendikaların sahip olduğu üyeleri bir araya getirip tek bir çatı ya da tek bir isim altında toplamaktı. Oysa bizim itirazımız ve olması gereken; ortaya çıkan 120 bin kişilik bir örgütün mücadele deneyimleri, dönemin özellikleri ve gerektirdikleri ile uyumlu, mevcut olan mücadele potansiyelini ortaya çıkarmaya dönük bir birleşme hedefiydi. Bu gerçekleştirilemedi. Durum böyle olunca emekçi memur mücadelesi içinde tam anlamıyla bir ortaklaşmanın ve fikir birliğinin sağlanamaması gerçeği gelişmelerle birlikte bugün bu zayıf temeli çatırdatmıştır. Sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirme sorumluluğuna sıkı sıkıya sarılmak ve en azami düzeyde bunun gereklerini hayata geçirmek yerine, kaçışın zeminini hazırlamak ve ayrı bir isimle ortaya çıkmaları ihanettir. Ancak bu ihanetin trajikomik yönü, ayrılanların mevcut yönetimin sosyalizme ve devrime ihanetlerine karşı “yeteri kadar ihanet etmiyorsunuz” ısrarı ile ilişkilidir. Öte yandan onca perde arkasında çevrilen dolap, tüzüğün değişmesine rağmen kapatılma korkusuna karşın hazırlanıp yedekte tutulan Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası (EBS) ‘de ayrılacak gruba koltuk rüşvetleri vd.lerine karşın ayrılmayla, toplam durumda emekçi memur hareketinin zarar hanesine yazılmak üzere, oportünizm oportünizme, ayrılanlar yönetime de ihanet etmiştir. Çok perdeli bu ihanet oyununda asıl önemli olan ise şudur: Bu ihanet Eğitim-Sen yöneticilerine vurulmuş bir “Brutüs” hançeri değil sadece, asıl olarak darbelenen eğitim emekçilerinin mücadelesidir.
Ayrılanların MGK güdümlü bir sendikacılığın sularına yelken açtığı açıktır. 200 bin kişilik bir örgüt, dağıtılıp parçalamanın eşiğine getirilmiştir. Son gidiş de sınıf dışı ve bölücü bir nitelik taşımaktadır. Eğitim-Sen yönetiminin koşulladığı ve tarihsel kökene de sahip olan bu tip ayrılıkların harekete bir faydası olamaz.
Oysa bugün kamu emekçilerinin sorunları hiçbir dönemde olmadığı kadar ortak, hiç olmadığı kadar büyüktür. Mücadelemizin taleplerinin ortaklaştırılmasının olanakları da olabildiğince mevcuttur. Sonuçta ihtiyaç yeni sendikacıklar yaratmak değil; yeni, kapsayıcı, gücünü sokaktan alan, sosyalizm perspektifiyle arınmış devrimci bir mücadeleyi yükseltmektir.
Sendikal mücadelenin eskilere dayandığı ülkelerde de sınıf sendikalarından “hür” sendikalara, kimi ülkelerde de bağımsız sendikalara doğru kopuşlar olduğu görülecektir. Ancak bugün gelinen süreçte hepsi de revizyonizmin, oportünizmin batağında bağımlı, bürokratik ve de devlet güdümünde sendikalar haline gelmiştir. Bu süreçte yeniden diye ortaya çıkanların durumu da budur.
Ve artık bu çürüme o kadar resmileşmiş ve sıradanlaşmıştır ki yapılacak şey, gelinen noktayı meşrulaştırmak çabalarına karşı bu çürümeye son verecek devrimci inisiyatifin geliştirilmesidir. Her geri düşüşün, bilinç ve güç yitiminin ardından her defasında yeniden başlamak değil aslolan yeniyi örgütlemektir. Bu her zamankinden çok daha acil bir görevdir. Devrimci Proleter Eğitim Emekçileri olarak “yeni” olandan anladığımız şey ise; yeni devrimci sendikal hareketin örgütlenme zorunluluğudur. Sokakta, tabandan, yaşamın içinde ve militan!
Devrimci Proleter Eğitim Emekçileri
(Bu yazı Ufuk Çizgisi dergisinin 25. sayısında yayınlanmıştır)