FRANSA NİÇİN YANIYOR – Doug Ireland 6 Kasım 2005 Cumartesi gecesi, genişleyerek Fransa’nın büyük bir bölümünü ateşler içinde bırakan gençlik ayaklanmasının 10. günüydü. Paris’in düşük gelirli hanelerinin bulunduğu yoksul gettolarında isyanın başlamasından bu yana en kötü geceydi. Yakılan araçların -özel otolardan belediye otobüslerine kadar- sayısı bir önceki gecenin rakamından büyük bir sıçrama yaparak, 897’den 1295’e […]
FRANSA NİÇİN YANIYOR – Doug Ireland
6 Kasım 2005
Cumartesi gecesi, genişleyerek Fransa’nın büyük bir bölümünü ateşler içinde bırakan gençlik ayaklanmasının 10. günüydü. Paris’in düşük gelirli hanelerinin bulunduğu yoksul gettolarında isyanın başlamasından bu yana en kötü geceydi. Yakılan araçların -özel otolardan belediye otobüslerine kadar- sayısı bir önceki gecenin rakamından büyük bir sıçrama yaparak, 897’den 1295’e yükseldi. İlk kez dün gece varoş gettolarında doğan şiddet Paris’in merkezine ulaştı. Republic meydanı civarındaki, Paris’in en pahalı gay gettosu Le Marais’de ve 18. bölgedeki köhne Goutte d’Or gettosundan bir taş atımı mesafedeki burjuva 17. bölgede 40 araç ateşe verildi.
Neredeyse 10 yıldır Fransa’da yaşayan ve şiddetin başladığı varoş gettolarını ziyaret edip bunlar hakkında çeşitli zamanlarda gezi notları kaleme alan biri olarak, Fransa’yı yutan bu ilkel gençlik isyanının oluşturduğu tsunamiye doğrusu şaşırmadım. Bu, otuz yıllık ihmalin; Müslüman ve siyah nufusu Fransız ekonomi ve kültürüne eklemleme için ciddi bir çaba göstenmeyen hem sağ hem de sol Fransız politik sınıfının başarısızlığının; gettoların işsiz ve şiddetle yabancılaştırılmış gençliğinin, gündelik yaşamlarında, polisle karşılaştığında, iş aradığında, ev tutmak istediğinde sürekli yüz yüze geldiği köklü, yakıcı, boğucu ırkçılığın sonucudur.
Fransa’daki bu derin krizin köklerini anlamak için bir adım geriye atıp şimdi birikmiş cerehatin patlayıp alevleri yükselttiği gettoların Fransız devletinin uyguladığı endüstriyel politikanın bir sorunu olarak yaratılmış olduğunu hatırlamamız önemlidir.
Fransa’nın -çoğunlukla Arap ve kısmen siyah kökenli- göçmen nufusu bugün gerçekten yüksek bir orana (toplam nüfusunun %10’undan fazla) ulaşmışsa, bunun nedeni, Fransızların “30 şanlı yıl” olarak andıkları, 2. Dünya Savaşı sonrasının yeniden inşa ve ekonomik genişlemeye dayanan büyüme yıllarında, denizaşırı sömürgelerden fabrika işçiliği ve Fransızların çalışmadığı köleye yakışır işler için emek gücü devşirmeye ağırlık veren hükumetler ve sanayileşme politikasıdır. Bu göçmen işçiler, Fransız ekonomisinin, birçok fransızın ölümüne yol açan ve yerli Fransız doğum oranlarının da aniden düşmesine neden olan 2. Dünya Savaşının neden olduğu erkek insan gücü kıtlığı koşullarında genişlemesinin kendilerine talep yaratmasına muhtaçtılar. Daha da ötesi, bu göçmen işçiler, (yüksek derecede politikleşmiş Frasız işçi sınıfı ve komünistlerin önderliğindeki sendikalarının aksine) pasif ve direnme gücü olmadığı için ilgi konusu oldular. Bu hükümet ve sanayii politikalarının desteği altındaki Arap işçi akınına (birçoğu ailelerini Kuzey Afrika’dan Fransa’ya getirmekten kaçınıyorlardı) Cezayirin bağımsızlık mücadelesi sırasında “Harkiler” güç verdi.
Öyküsü, Dalila Kerchouche’nin “Destins de Harkis” adlı kitabında etkileyici bir biçimde anlatılan Harkiler, savaş sonrasının bağımsızlık yanlısı anti-sömürgeci mücadeleleri sırasında Fransa hesabına çalışan ve dövüşen ve Fransa tarafından dehşet verici bir muameleyle yüzyüze gelen Cezayir yerlileridir. İşgal ordusu ve sömürge görevlilerini Cezayirden çıkaran Fransızların iğrenç bir yüzsüzlükle kaçınılmaz bir ölüme terketmesinin ardından, Harkilerden 100 bini Cezayir FLN’si (Ulusal Kurtuluş Cephesi) tarafından öldürüldü. Daha da ötesi, Harkilerin kaderlerine terkedilmesi emrini dinlemeyen tek tek komutanların bireysel inisiyatifleriyle kurtulan Harki aileleri anlatılamayacak kadar kötü, pis ve kalabalık toplama kamplarında yıllarca bekletildiler ve hükumetten hiçbir yardım alamadılar. Aldıkları tek ödül, bütün bunlardan sonra, Fransa için yaptıkları fedakarlıklara karşılık yasal yurttaşlık hakkı edinmeleri oldu. Bunların gettolara tıkılmış çocukları ve torunları, doğal olarak bu yapılanlara karşı büyük bir öfke beslediler.
Fransa’nın diğer göçmen işçileri, “site” olarak bilinen (Amerikalılar buna “Proje” adını vereceklerdi), çoğunluğu Fransa’nın en büyük kent merkezlerinin dış mahallelerinde onlar için inşa edilen dev, yüksek apartmanlardan oluşan düşük gelirli gettolara tıkılarak kasten görüş alanının dışına çıkarıldılar. Bu mahallelerin cildi daha koyu renkli sakinleri Paris, Lyon, Toulouse, Lile gibi şehirlerin merkezlerini kirletmemeliydiler. Nice ve beyaz Fransa’nın diğer kent merkezleri bugün alevlerle çevrili. Kitle taşımacılığı hizmetleri, çoğunlukla yalnızca Arapların ve siyahların oluşturduğu bu eğitimsiz işçi sınıfı unsurlarını “peripherique”in (Paris’i çevreleyen varoşlara ve bunların daha küçük uzantılarına böyle deniyor) fabrika şehirlerindeki işlerine taşımakla sınırlı; bu gettoların kent merkezleriyle bağı var ile yok arası.
Şimdi 30, 40 ve 50 yıllık olan bu yalıtılmış varoşlardaki yüksek insan depoları, bugün onarılamaz durumdaki bozuk asansörleri, kışın işlemez haldeki ısıtma sistemleri, kirli ve köpek boku dolu koridorları, kırık pencereleri ve sınırlı alışveriş olanaklarıyla (temel gereksinimler için alışveriş olanakları genellikle sınırlıdır, gençler için eğlence ve dinlenmeye yönelik tesisler ya hiç yok ya da kullanım için elverişsiz güdük şeylerdir) harap, viran, karanlık yerler. Hem apartmanlar hemde okullar kalabalık-ötesidir. (Müslüman kültüründe doğum kontrolü bir kültürel tabudur. Bu gibi tabularını da beraberlerinde getiren göçmenler, bu tabularını çocuklarına ve hatta hip-hop kültürüne uyarlayan ve olağanüstü bir canlılıkla kendi Fransızca rap muziklerini yaratan bugünkü erkek torunlarına da aktadılar.) Prezervatif, gettolarda AIDS oranlarının yükselmesine neden olan Arap maşizmi yüzünden “cıss”dır.
Aralığın ilk günleri, “‘Beur’lerin Yürüyüşü”nün (Beur, Frasız argosunda Arap demek) 22. yıl dönümü. Beurlerin Yürüyüşü, Dr. Martin Luther King’in 1963’de düzenlediği “İş ve Adalet için Washington’a Yürüyüş”ünün Fransız-Arabı muadili. Halihazırda bu yürüyüş, Paris’e 100 bin kişilik bir kortej halinde ulaşıyor. Beurlerin Yürüyüşü, Lyon’un dehşetengiz, devasa şehir dışı yüksek gettosu Les Minguttes’den başlayarak örgütlendi. Merkezi teması “comme les autres” (herkes gibi) Fransız olarak kabul edilmek, yani kısaca, tam entegrasyon talebi olan yürüyüşün örgütlenmesine, karizmatik Fransız Katolik işçi-rahibi Peder Christian Delorme yardım etti. Ama Fransız Arapları 1983’ten bu yana biraz değişti. Yürüyüş organizasyonu çerçevesinde yaratılan Beur Gençliği’nin bütünleşmeci hareketleri tavsadı, dağılmaya başladı ve ümidini yitirdi. Son yıllarda, Yürüyüş’ün yeri yerel camilerde faaliyet gösteren İslamcı köktendincilerce alınmaya başladı. Bu gerilemenin medyadaki sembolü, Fransız TV’lerinde konuşurken kozmetik olarak demokratik bir söylem kullanan bir felsefe profesörü olan kurnaz demagog Tarık Ramazan’ın ateşli sert köktendinci Arapça söylevlerinin kasetlerinin Franko-Arap getto gençliği arasında peynir ekmek gibi satılmasıdır. (Ramazan’ın ikili dili, Arapça bilen gazeteci Carolin Fourest’in geçen sonbahar Edition Grasset tarafından yayınlanan “Frere Tariq: discourse, methode et strategie de Tariq Ramadan” -Tarık Birader: Tarık Ramazan’ın söylem, yöntem ve stratejisi- adlı kitabında kılı kırk yararcasına belgelendi. Kitabın bir özeti haftalık l’Express’de yayınlandı.) Ama bugünkü isyanın İslami köktendincilikle pek az bir bağı var.
Daha sonra Sosyalist Cumhurbaşkanı olan Francois Mitterand aşırı kalabalık ”
siteler”de depolanan işsiz getto gençliğinin yaşamının neye benzediğini 1990’da şöyle betimliyordu:
“Nefes alınamayan bir mahallede doğan, kelimelerle ifade edilemeyecek denli çirkin devasa apartmalarda yaşayan, bundan daha çirkin gri toprakların içindeki gri duvarlar arasına hapsedilmiş ve gri bir yaşama mahkum edilmiş ve çevresi onu delirtinceye kadar yüzüne bakmayacak bir toplumla kuşatılmış bir genç ne umabilir?”
Ama, Mitterand’ın bu sezgi dolu güçlü sözcükleri, yalnızca sözde kaldı. Desteksiz, soruna odaklanmamış kent politikası, yayılmakta olan kanserin üzerine birkaç yarabandı yapıştırmanın ötesine geçmedi. Mitterand’ın teşhisinden 15 yıl sonra, bu getto gençliğinin umutsuzluğu ve yabancılaşması ve “gri yaşamları” yalnızca daha da berbatlaştı, daha da kokuştu.
On günlük gençlik isyanı karşısında muhafazakar hükümetin yanıtı beceriksizlik ve sağırlıktan ibaret. İsyanın ilk dört gününde Chirac ve Başbakanı Dominique de Villepin, hırsından gözü dönmüş, megaloman İçişleri Bakanı Nikolas Sarkozy’nin gençliğin şiddet ve kundakçılık eylemlerine karşı hükümetin yanıtını oluşturmakta başı çekmesine izin vermeyi kararlaştırdılar. Chirac ve Villepin, 2007’de Chirac’ı başkanlıktan indirmek için açık bir kampanya yürüten Sarkozy’den nefret ediyorlar. (Villepin’in Başbakanlığa getirilmesinin ardında, sağın başkan adayının belirlenmesinde Sarkozy’yi bloke edebileceği beklentisi bulunuyordu.) Başkan ve Başbakanı, iç güvenlik konularındaki sert bir yasa ve düzen demagojisiyle geniş geniş bir popülarite kazanmış olan -Fransa’da genel olarak denildiği gibi “Sarko”nun şiddeti durdurmayı başaramayacağını ve bunun Sarko’nun başkanlık kampanyasına zarar vereceğini düşünüyor.
Ama Sarkozy, getto gençliğinin en aşağılayıcı ve ırkçı koşullarda yaşadığını görmezden gelerek ve baskıcı politikalar için çağrı yaparak yalnızca ateşin üzerine benzinle gidiyor. “Sarko”, gettolara “la racaille”dan “karcherise” edeceği yolundaki açıklamalarıyla manşetlere oturdu. Bu sözcükler, ABD basını tarafından yanlış bir biçimde gettoları “cüruf”dan “temizleyeceğim” biçiminde tercüme edildi. Ama bu iki sözcük, Fransızcada çok daha sert ve hakaretamiz bir tınıya sahip. “Karcher”, güvercin pisliği gibi, dış yüzeye derinlemesine işlemiş kirleri çıkarmak için su veya kumu yüksek bir basınçla büyük bir gürültüyle püskürtmeye dayanan ve uygulandığı şeyi tahrip etme riski de olan tanınmış bir yüzey temizleme sistemi markasıdır. Bu kavramı genç insanlara uygulamak ve bir strateji olarak önermek doğrudan doğruya faşist bir aşağılamadır ve bunun bir İçişleri Bakanı tarafından önerilmesi, doğrudan doğruya söylememiş olsa da hemen hemen bir “etnik temizlik” çağrısıdır. Bu söylem, kabaca, Polis otoritesinin ve gücünün, insan haklarına fazla itibar etmeden çok saldırgan bir biçimde uygulanmasını telkin etmektedir. Fransızcadaki bu sözcüğün aşırı tahrik edici, olağanüstü saldırgan kokusunu kaç Anglo-Amerikan gazetecinin kavramış olduğunu merak ediyorum. “Karcherise” sözcüğünü “temizlemek” olarak çevirmek Sarko’nun sözlerindeki şiddeti kasten es geçmektir. Ve Fransızcada “racaille”, “cüruf”tan sonsuz derecede daha aşağılayıcı bir sözcüktür. Bu sözcük, halkın bir grubunun tamamını, alt-insan, doğuştan şeytani ve suçlu, beş para etmez bir topluluk olarak tanımlamaktadır ve isyancı getto gençliğine edilebilecek en ağır hakaretlerden biridir.
İsyan Paris varoşlarının ötesine, güneyde Marseilles ve Nice’e ve kuzeyde Lille’e yayılırken, Sarkozy yayılan şiddetin merezi bir biçimde örgütlendiğini haykırıyor. Ama, Fransız araştırmacı gazeteciliğinin duayeni, Le Canard Enchaine’in editörü Claude Angeli bu sabah telefonda “Bu doğru değil, isyan, Sarkozy’nin halkı korkutmak amacıyla söylediği gibi İslami köktendinciler tarafından örgütlenmiyor. Mahalle gençleri, cep telefonları ve mesajla birbirlerini polisin nereden geldiği konusunda uyarıyorlar; bu uyarılarla yerlerini ve kundakçılık hedeflerini değiştiriyorlar. Ama çocuklar arasında, aynı televizyonu izlemekten kaynaklanan bir dayanışma duygusu geliştiği için isyan yayılıyor; çünkü gördüklerini örnek alıyorlar ve Sarkozy’nin yıkıcı söyleminin kendilerini hedef aldığını hissediyorlar. İsyan kendiliğinden yayılıyor; özellikle bu gençlerin oluşturduğu arkadaş gruplarına yönelik ırkçı polis uygulamaları, bu eğilimi güçlendiriyor. Polis ırkçılığı inanılmaz boyutlarda. Sırf koyu renkli oldukları için tutuklanıyorlar, denetimden geçiriliyorlar, kağıtları inceleniyor. Polis aşırı hakaretamiz, onlara “bounoules” [Amerika’daki “sabun kafa” deyiminden daha berbat, ırkçı bir hakaret] diye hitap ediyorlar ve sanki polisin suratına bakma hakları yokmuş gibi, “aşağıya bakın, aşağıya bakın” diye bağırıyorlar. İnsan saymıyorlar. Bu çocukların otoriteyi bu denli karşılarına almalarında şaşılacak hiçbir şey yok” diyordu.
Bir zamanlar köşe yazarı olduğum Fransız günlük gazetesi Liberation’un bugünkü sayısındaki bir toplu röpörtajda, getto gençleriyle konuşulmuş ve kızgınlıklarının sebebini açıklamaları istenmiş. Gazetede şunlar bildiriliyor; “Nerdeyse hemen hemen hepsi, “Sarko” diyor.. 22 yaşındaki bir öğrenci, “Sarko, bize söylediklerinden özür dilemeli. Neler olduğuna baktığımda arkada hep aynı imajı görüyorum: Sarkozy, Argenteuil’e gittiğinde kafasını kaldırıyor ve haykırıyor, “Madam, gidiyoruz ve hepsini temizliyoruz tamam mı? Sarko, gettodaki herkese yukardan bakıyor, hiçkimseye saygısı yok.” 13 yaşındaki bir çocuk, Liberation muhabirine: “Sarkozy’nin “karcher”le kazıyacağı bizleriz; bu gece onun işini zorlaştıracak mıyım?” diyor gülümseyerek ve devam ediyor: “bu herkese söyleyebileceğim bir şey değil.” Başka bir genç, 28 yaşında; “Ortalığı kim ateşe veriyor, 14-22 yaşındaki çocuklar; onların kim olduklarını gerçekten bilmiyoruz, çünkü maske takıyorlar, konuşmuyorlar ve ertesi gün övünmüyorlar.. ama yaşadıkları yerdeki her şeyi yakıp yıkmalarındansa, bir gösteri yapmaları ya da Paris’e gidip bütün dükkanlara ve insanlara saldırmaları daha doğru olurdu. Bir bakanımız var: Sarko, bize “hepiniz aynısınız” diyor. Ben “hayır” diyorum, hepimiz “hayır” diyoruz ama yanıtımız da var: “Siz hepiniz aynısınız!” Hükümetten gelen bu suçlama, bizim kendi aramızda ortak bir şey yaratıyor; bir cins dayanışma. Bu çocuklar kendilerine dikkat çekmek istiyor, herkesin onların var olduğunu anlamasını istiyor. Kendileriyle özdeşler, “Eğer edepsizlik eder, panik çıkarırsak, bizi unutamazlar; kenar mahallede olduğumuzu ve yardıma ihtiyacımız olduğunu bilirler.”
Dün, İçişleri bakanı olduğu gibi Diyanet İşleri Bakanı da olan Sarkozy, Paris’teki Katolik Piskoposların konferansında boy göstermek istedi. Kendisiyle konuşulmasına izin vermedi. Piskoposlar ise isyanların ekonomik, sosyal ve ırksal nedenlerini dile getirmek yerine, “baskı ve dehşet çağrısı yapanlar”a değinen bir açıklama yaptılar. Bu Sarkozy’i doğrudan hedef alan sert bir azardı.
Manşetlerin altında “Bütçe kesintileri varoş belediyelerinin başkanlarını çileden çıkardı” yazan Le Monde, bugün Chirac ve muhafazakar ortaklarının gettoların 30 yıllık ihmal edilmişliğinin üstüne sosyal programları nasıl batırdığını yazıyor: Mahalle gençlerine meslek edindirmeye yönelik çalışmalar yapan gruplar için ayrılan destekler her yıl %20 azaltıldı; getto gençleri için kiralama kredileri kesildi; okuma yazma öğrenecek çocuklara ve gençlere yönelik bütçe ortadan kaldırıldı; mahalle polisine, getto çocuklarını ya
kından tanıma ve onlarla birlikte yaşama konusunda eğitim almak için sağlanan kaynaklar kesildi (Sarkozy Toulouse’a gittiğinde, mahalle polisine, “sizin işiniz çocuklarla top oynamak değil, onları tutuklamak!” dedi)” Sosyal programlar için bütçe ayrılmamasının üzerine baskıyı eklediğinizde bundan “daha fazla şiddet” reçetesi çıkar.
Le Monde yayın kurulunun bugün yayınladığı uyarıda, “bu kör politikanın sürdürülmesi halinde neo-faşist Jean Marie Le Pen’in yükselişini sağlayan 2002 olaylarının bir tekrarının ortaya çıkma riskinden” söz edilmesinin sebebi budur.
Ve ülkenin büyük bir çoğunluğu, son on günün şiddetinden sonra ırkçılıkla belki de daha fazla zehirlendi. Dün gece France 2 isimli tevlet TV kanalında Fransızların %57’sinin Nicolaz Sarkozy’nin getto gençliğinin isyanına karşı sertlik yanlısı çizgisini desteklediğini bildirdi. Sarko’nun demagojisinin, en azından seçmenler arasında- işe yaradığı görülüyor; ama bu şiddeti durdurmaz, yalnızca artırır.
[http://www.zmag.org/content/showarticle.cfm?SectionID=74&ItemID=9066’dan sendika.org tarafından çevrilmiştir]