“15 yıldır sürdürdüğünüz bu kararlı mücadele eksikte olsa yargının bu demokratik talepleri gözardı etmeyeceğini gösterdi” Dil söylüyor. Evet dil söylüyor. Ama dilin söylediğini mantık bir türlü anlamlandıramıyor. Nasıl anlamdırabilsin ki? Hangi demokratik talebi yargı gözardı etmedi? Bunu anlamak, anlamlandırmak gerçekten olanaklı değil. Ortada gözardı edilmeyecek bir talep mi vardı? Sen mücadele etmek yerine ‘anadilde öğrenim’ […]
“15 yıldır sürdürdüğünüz bu kararlı mücadele eksikte olsa yargının bu demokratik talepleri gözardı etmeyeceğini gösterdi”
Dil söylüyor.
Evet dil söylüyor. Ama dilin söylediğini mantık bir türlü anlamlandıramıyor. Nasıl anlamdırabilsin ki?
Hangi demokratik talebi yargı gözardı etmedi? Bunu anlamak, anlamlandırmak gerçekten olanaklı değil. Ortada gözardı edilmeyecek bir talep mi vardı?
Sen mücadele etmek yerine ‘anadilde öğrenim’ hakkını savunan maddeyi üyelerinin bütün tepkilerine rağmen yangından mal kaçıran bir yaklaşımla tüzüğünden çıkarmışsın ve güvenle beklemeye geçmişsin. Dolayısıyla ortada demokratik bir talep kalmamış ve dava düşmüş. Şimdi de olmayan talebin dikkate alındığı düşüncesini bilince çıkarıyorsun.
Böyle bir durumun mantıksal açıklaması ‘yargının demokratik bir talebi gözardı etmeyeceği’ midir? Elbette değil. Bu olgunun mantıksal sonucu yargı tarafından demokratik bir talebin gözardı edilmemesi değil, suç unsuru olarak değerlendirilmiş olan ‘anadilde öğrenim’ hakkını savunan bir maddenin artık Eğitim Sen tüzüğünde olmamasıdır.
Bu açıklama talihsizliktir. Talihsiz olduğu kadar da kendi mücadelesiyle sürece katılmayan kendi gücünü referans almayan demokratikleşme ve özgürleşme taleplerini kendi dışındaki güçlere havale eden bir yaklaşımın, gerçekliğin dışa vurumudur. Tek başına bu açıklama dahi Eğitim Sen’in hangi noktaya getirildiğinin bir anlatımıdır.
Her şeye rağmen davanın düşmesi Eğitim Sen için olumluluktur. Çünkü Eğitim Sen’i aylardır meşgul eden neredeyse bütün gündemini belirleyen bir sorundan kurtulmuştur. Şimdi bu süreçten Eğitim Sen’in önünü açacak dersler çıkarmanın zamanıdır.
“Eğitim Sen yoluna devam edecektir.” Ama nasıl?
Kitlelerle bağını koparmış bürokratik yapılanmasıyla, uzlaşmacı anlayışıyla mı yoluna devam edecek, yoksa kitlelerle bağını tekrar kurarak, mücadeleci fiili ve meşru hattını tekrar yaratarak mı yoluna devam edecek?
Aslında bu bir tercih olmaktan çıkmıştır. Çünkü; tüm dünyada sermayenin yeni yöneliminin gerçekliği var. Özelleştirmeler, esnek çalıştırma, örgütsüzleştirme bütün hızıyla sürüyor. Bu neoliberal politikaların gereğidir. Bu gereklilik keyfiyetle açıklanamayacak kadar nesnelliğe de sahiptir ve bu nesnellik işçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzlüğünün üzerinden yükseliyor ve yükselmektedir. Dolayısıyla uzlaşmacı bir örgütlenmenin işçi ve emekçi örgütü olarak sürece katılmasının olanakları kalmamıştır.
İşçi ve emekçilerin kazanımlarının son kırıntısına kadar alındığı bu süreç kesintiye uğratılması gerekmektedir. Süreci işçi ve emekçiler lehine kesintiye uğratmanın yolu; örgütlenmelerini sürece müdahele edebilecek kararlı mücadeleci, sınıf perspektifli bir yapıya kavuşturmaktan geçiyor.
Eğitim Sen de bu sürecin bir parçasıdır ve sürece müdahele edebilmesi için kendi yapılanmasını gözden geçirmeli. Sınıfsal bir perspektif geliştirerek devleti ve kurumlarını sermayenin bir aracı olarak görmeli. Aksi halde diğer dişlerini de kaybetmek gerçekliği ile karşı karşıya kalacaktır.
Sonuç olarak; Dava lehimize sonuçlandı ama sorun bitmedi. 15 yıldır gurur duyarak taşıdığımız Eğitim Sen’li kimliği tekrar ayağa kaldırma gereği halen önümüzde bir görev olarak duruyor.
Mustafa Arslan