ABD’de yoğunlaşan Irak Savaşı tartışmalarıyla Şemdinli olaylarıyla başlayan gelişmelere bakarken kötü bir tiyatro oyunu izliyormuşum hissine kapıldım. Bağrışmalardan ve telaştan önemli bir şeylerin gelişmekte olduğu anlaşılıyor. Ama ne? Ama en azından, şu iki tespiti yapabiliriz diye düşünüyorum. Şemdinli’yle başlayan olayların gerçek nedeni ne, tetikçisi kim olursa olsun, süreç her halükârda tek bir yere çıkacak gibi […]
ABD’de yoğunlaşan Irak Savaşı tartışmalarıyla Şemdinli olaylarıyla başlayan gelişmelere bakarken kötü bir tiyatro oyunu izliyormuşum hissine kapıldım. Bağrışmalardan ve telaştan önemli bir şeylerin gelişmekte olduğu anlaşılıyor. Ama ne?
Ama en azından, şu iki tespiti yapabiliriz diye düşünüyorum. Şemdinli’yle başlayan olayların gerçek nedeni ne, tetikçisi kim olursa olsun, süreç her halükârda tek bir yere çıkacak gibi görünüyor: Daha fazla karışıklık ve provokasyon ortamı. Ne hükümetin ne de ”derin devlet” denen şeyin (genetik yapılarını düşününce…) yapabileceği pek bir şey yok. Sanırım ”oyun” çoktan kurulmuş, ”Atı alan da Üsküdar’ı geçiyor” … İkincisi, olaylar, çok özel bir konjonktürde patlak verdi.
Irak tartışmaları
The Washington Post’a göre Washington’da Irak tartışmaları tüm diğer konuların önüne geçmiş durumda. Halk, kamuoyu araştırması kurumu Gallup’tan Frank Newport’ a göre, ”Vietnam Savaşı döneminde bile görülmeyen bir hızla, savaşa karşı tavır alıyor” (Toronto Star, 20/11). Cumhuriyetçi Parti’den temsilciler, Brooking Institute’tan Iva Daalder’ e göre ” Bush’ u terk etmeye başladılar. Artık siyasi geleceklerini başkana ve onun Irak politikasına bağlamak istemiyorlar” . Geçen hafta salı günü meclis, Bush yönetiminden düzenli olarak bir hesap vermesini, Irak’tan çıkmanın programını geliştirmesini isteyen bir karar geçirdi. New Yok Times’a göre bu, ”Bush yönetimine verilmiş bir güvensizlik oyuydu” . The Times, ABD komutanlarının Irak’tan asker çekme planlarından söz etti, ilk adımların önümüzdeki aylarda atılacağını savundu. Pazar günü, Rumsfeld’ in ”Ben Irak’ı işgal etmeyi savunmadım” (!!) sözleri gerçekten ibret vericiydi. Clinton’ ın ve Demokrat Parti’nin ‘Şahinlerinden’ , ordu üst kademelerine yakınlığıyla bilinen Temsilci Murtha’ nın çıkışları, Cumhuriyetçi Parti’de saflar dağılırken Demokratların savaşa karşı birleşik bir tutum alabileceklerini düşündürüyordu.
Tomdispatch’den Engelhardt’ ın ”Washington’da iki hayalet birden dolaşıyor: Vietnam ve Watergate” saptaması çok doğru. Karşımızda, bir tarafta sayıları gittikçe artan asker cesetleri, diğer taraftan, halkın güvenini hızla kaybeden, skandallar altında ezilen bir yönetim var. Bush yönetimi üzerindeki Irak’tan çıkmaya yönelik baskılar daha da artacak.
Sıra asker çekmeye gelince…
Ama buradan, ABD’nin Irak’ı ”terk edeceği” sonucuna ulaşmak doğru olmaz. ABD’nin Irak’a gelmesinin arkasındaki, enerji kaynaklarının, Avrasya’nın, Batı Asya’nın denetimine, İsrail’in özel rolüne, askeri-sınai kompleksin kısa dönemli ekonomik çıkarlarına ilişkin nedenleri birçok kez tartıştık. Bu bağlamda, Irak’tan çıkmak, ABD açısından büyük bir yenilgi olur. Öyleyse şimdi ABD’nin kalmaya nasıl devam edebileceğini tartışmak gerekiyor. Bu tartışma Türkiye, Suriye ve Iran açısından özellikle önemli.
2004 başında, Chicago Tribune, kurulmakta olan 14, büyük çaplı kalıcı üsse bakarak ABD’nin bölgede uzun dönemli bir askeri varlık oluşturmakta olduğunu aktarıyordu. Bu yıl MotherJones şubat/mart sayısında, The Washington Post da mayısta, komutanların güçleri dört büyük üste konsolide etmeyi planladıklarını aktarıyorlardı. Bu üsler, DVD dükkânları, Pizza Hut, McDonald’s gibi ABD kültürünün temel bileşenleri de dahil inşa edilmeye başlanmışlar bile.
Peki, ABD daha fazla kayıp vermeye devam etmeden Irak’ta nerelerde kalabilir? Sünni bölgesi ayaklanmanın merkezi. Burada büyük çaplı, profili yüksek biçimde kalmaya devam etmek hem tepki çekiyor hem de kayıpları arttırıyor. Güneyde Şiilerin , seçimlerden sonra bölgesel otonomilerini güçlendirirken kalıcı bir ABD varlığına tahammül etmelerini beklemek gerçekçi olmaz. Geriye Kürt bölgeleri kalıyor. Zaten üslerin büyük çoğunluğunun daha şimdiden, Bağdat-Musul arasındaki koridora yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Burası ABD’nin kendini en güvende hissettiği bölge. Ayrıca ABD, İran-Suriye ve Türkiye üçgeninin tam ortasına, çevre ülkelere istediği gibi müdahale edebileceği, su kaynaklarını denetleyebileceği biçimde yerleşmiş oluyor. Güneydeki Şiilere doğrudan müdahale etmek yerine, gerektiğinde İran’a baskı yapmak çok daha ekonomik olacak.
Ancak ABD’nin, Kürtlerin toprağında, uzun dönemli var olmaya devam edebilmesi için yerel güçlerle iyi geçinmeye devam etmesi, Kürtlerin kendilerini sömürge gibi hissetmek yerine, ”ulusal-tarihsel kaderlerine” doğru ilerlemekte olduklarını düşünmeye devam etmeleri gerekiyor. İşte tam bu noktada Suriye, Türkiye, İran bölgelerindeki Kürtlerin geleceğe ilişkin beklentilerini, son aylarda artan hareketliliği denklemin içine sokmaya başlayabiliriz sanırım…
Cumhuriyet 23.11.2005