Ünlü Amerikalı sosyolog ve siyaset bilimci James Petras, İstanbul ve İzmir’de düzenlenen 3 ayrı konferans için 2-8 Ekim tarihleri arasında Türkiye’deydi. Latin Amerika’daki sosyo-politik hareketler ve ABD emperyalizmi üzerine çalışmalarıyla tanınan Amerikalı Marksist teoriysen ile Türkiye ve Latin Amerika’yı konuştuk. – Petras, Türkiye’ye ikinci kez hoş geldiniz. Türkiye’ye yaptığınız son ziyaretten sonra geçen 2 yıl […]
Ünlü Amerikalı sosyolog ve siyaset bilimci James Petras, İstanbul ve İzmir’de düzenlenen 3 ayrı konferans için 2-8 Ekim tarihleri arasında Türkiye’deydi. Latin Amerika’daki sosyo-politik hareketler ve ABD emperyalizmi üzerine çalışmalarıyla tanınan Amerikalı Marksist teoriysen ile Türkiye ve Latin Amerika’yı konuştuk.
– Petras, Türkiye’ye ikinci kez hoş geldiniz. Türkiye’ye yaptığınız son ziyaretten sonra geçen 2 yıl içinde, özellikle Latin Amerika’da birçok yeni siyasal gelişmeye tanık olduk. Bu süreçte Latin Amerika’da ortaya çıkan değişimleri; sosyal politik hareketler ve neo-liberal hükümetler açısından topluca değerlendirebilir misiniz?
– Bu süreçte Latin Amerika’daki neo-liberal rejimler, iktidarlarını pekiştirme ve ABD ile olan stratejik ilişkilerini geliştirme çabalarına devam ediyorlar. Öte yandan sosyo-politik hareketler politik istikrarsızlık yaratma ve kitleleri harekete geçirme konusunda çeşitli başarılar elde etmeye devam ediyorlar. Ancak sosyo-politik hareketler açısından sürekli bir akış yaşandığını da söyleyebiliriz. Örneğin Bolivya’daki işçi köylü kitleleri, bir neo-liberal iktidarı devirmeyi başarabildiler, ancak devirdikleri iktidarın yerine bir işçi-köylü hükümeti kurmayı başaramadılar; üstelik bu hareketin önemli bir bileşeni de şimdi neo-liberal iktidarı güçlendirme pozisyonuna doğru ilerliyor. Söz konusu bileşenin adı MAS (Sosyalizme Doğru Hareket), lideri de Evo Morales. Devrimci hedeflerle işe başlayan hareketler hızla sandık siyasetine uyum sağlıyor ve giderek yerel burjuvazi ve emperyalizmle işbirliği sürecine dahil oluyorlar. Bence önemli olan bu kitle hareketlerinin büyük isyan potansiyelini kabul etmektir; ancak mücadeleyi sürdürme kapasitelerinin önündeki büyük engelleri de görmek gerekir.
– Latin Amerika’da 2000’li yıllardan bu yana Brezilya, Ekvador gibi birkaç ülkede bu sosyal hareketlerle merkez sol hükümetler arasındaki ittifak denemelerinin sonuçları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
– Bence bunlara merkez sol demenin kendisi de yanlış. Çünkü bu iktidarlar çok hızla IMF ile işbirliğine girdiler ve bu da sosyal reform şansını ortadan kaldırdı. Kemer sıkma politikalarını devreye soktu, dış borcu ödemeye yönelik dövizleri artırmak için ihracat merkezli ekonominin önünü açtı ve yine bu gelişmeler tarım reformu olasılığını ortadan kaldırıp özelleştirmeleri öne çıkardı. Bu da merkez sol denilen hükümetlerin kamu sektörü işçileriyle karşı karşıya kalmalarına yol açtı. Bu pratikler aynı zamanda iç pazarı korumaya yönelik bir uygulamayı da imkansız hale getiriyor; merkez-sol kendi geleceğini yabancı sermayeye, birincil mallar ihracatına ve bankacılık sermayesine bağlamak zorunda kalıyor. Sonuçta bu merkez sol hükümetler işe yıllar önce soldan başlamış olsalar da, iktidara geldiklerinde neo-liberal politikaları uygulamak üzere eski sağ partilerin yerini alıyorlar. Bu bir gerçeklik ve sosyal hareketler için bu türden bir işbirliği, bu türden düzenlemeler bir bumerang etkisi gösteriyor. Ekvador’daki Gutierrez, yerli, köylü ve petrol işçilerinin desteğiyle iktidara gelmesine rağmen, hükümete gelir gelmez IMF ile anlaştı ve devrildi. Ardından iktidara Palacios geldi ki o da aynı kumaştan birisi. Aynı şey Brezilya’da da oldu. MST (Topraksız Kır İşçileri Hareketi) Lula’nın 2,5 yıllık iktidarında ve seçimler sırasında ona destek vermesine rağmen tarım reformu konusunda mutlak olarak negatif sonuçlar aldı. Bolivya’da MAS, tarım reformu, emeklilik, ücretler, eşitsizlikler konusunda Mesa’yı destekledi, Mesa başlangıçta çeşitli vaatlerde bulunsa da o da büyük yabancı şirketleri koruyan doğal gaz anlaşmalarını devam ettirdi, bu yıl o da devrildi. Bu sefer de kitleler yeniden harekete geçerek Rodriguez’i desteklediler, ki o da aynı türden birisi. Sürekli bir değiştirme, sürekli isyanlar ve sonra hareketin bir bölümünün uzlaşmaya çekildiğini görüyoruz. Ve o kesim de dönüp kitlelerin taleplerini bastırmaya yöneliyor. Bu nedenle sadece merkez solu eleştirmekle kalamayız, sosyal-hareketlerin liderlikleri içindeki oportünist kliği de dikkate almalıyız.
– Sosyal hareketlerin içindeki bu oportünist kliğin günümüzde varlığını sürdürmesini sağlayan yapısal koşullar hakkında nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz. Bu oportünist klikler, bu sürekli devr-i daim belirli yapısal zayıflıklar sayesinde ayakta kalmıyorlar mı?
– Bu konuda bir dizi önemli yapısal argüman ileri sürülebilir. Birincisi radikal önderlerin çoğu belirli bir sosyal tanınmaya kavuşunca, sosyal olarak da yukarıya doğru hareketleniyorlar. TV’lere çıkıyor, meşhur oluyor, kendileriyle röportajlar yapılıyor. Valiler, belediye başkanları gibi siyasi yöneticilerle görüşüyor, pazarlıklar yapıyor ve ünlü kişiler haline geliyorlar. Dolayısıyla bu durum da onları kendisine karşı muhalefet ettikleri topluma dahil olan çelişkili bir konuma sürüklüyor. İkinci nokta, hareketin liderleri devrimci taleplerle ilerlemelerine rağmen bu taleplere legalite alanı içinde güvenceler sağlamaya çalışıyorlar. Bu da sonuçta yasaları yaparlarla ilişkiler kurmalarını gerektiriyor. Bu da parlamenter siyaset ile bir ilişki anlamına geliyor, öncelikle politikacılara yasaları kabul ettirme üzerinden gelişen bir mücadele süreci, hareketin üyelerini yasa yapıcılarla aynı konumda buluşturuyor. Dolayısıyla parlamento dışı siyaset ve mücadele taktiklerini sürdürmelerine karşın, taleplerini güvence altına almak için gözlerini diğer tarafa dikmeyi sürdürüyorlar.
Şimdi bu kitle hareketleri içinde köylüler, işçi kitleleri var ve bunlar homojen değiller. Parlamento dışı mücadeleye katılıyorlar ama sınıf çıkarları açısından farklılıkları var. Örneğin bazıları çok radikal hareketlere katılıyorlar ama bunların toprakları da var; devlete kredi borçları da var. Yoksul köylüler ise çok daha radikal bir değişim için mücadele ediyorlar. Yoksul köylüler, yoksul işçiler, daha az ücret alanlar, vasıflılar, yarı vasıflılar, yüksek ücret alanlar gibi birçok farklı kesim var. Bunlar neo-liberal hükümetleri devirdikleri zaman, yeni hükümet, kitle hareketi içindeki özgün çıkar farklılıklarından mutlaka yararlanmaya çalışacaktır. Dolayısıyla liderler arasında da farklılaşmalar ortaya çıkıyor; bu farklılaşmalar oluşan oportünizmin sosyal temelidir. Dışardan bakıldığında bütün köylüler yoksul gözükür; ama içerden bakıldığında durum farklıdırlar. Kimisinin 40 dönüm kimisinin 10 dönüm toprağı vardır. Dışardan bakıldığında hepsi aynı gözükseler de yapısal olarak farklıdırlar.
– Dolayısıyla solun henüz günümüz kapitalizminin ezilenlerin farklı kesimlerini hem belirli biçimlerde birleştiren, hem de belirli biçimlerde parçalayan son derece esnek karşı mücadele taktiklerini aşan bir politik mücadele stratejisi geliştirememiş olduğunu söyleyebilir miyiz?
– Burada önemli olan neo-liberalizmin farklılıkları homojenleştiriyor olmasıdır. Örneğin işçiler arasındaki ücret farklılıkları sorunu var. Vasıflılar, güvencesizler, yüksek ücret alanlar vs. Ama hükümet emeklilik ikramiyelerine saldırdığı zaman aslında bütün bu işçileri birleştiriyor. İkincisi teknisyenler ve emekçiler diye baktığımızda, özelleştirmeler olduğunda bunların hepsi işten çıkarma, sosyal yardımların kesilmesi ve güvencesiz çalışma sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Dolayıs