Amerikan sağının emektar yorumcularından Peggy Noonan geçen hafta ”Amerika’nın başı dertte ve şeçkinlerimizin umurunda değil” başlıklı yorumunda şöyle yazıyordu: ”Bir sürü insan kafasında, çok iyi irdelenmemiş, hatta kimi zaman farkında bile olunmayan bir duyguyla geziyor: Tekerlekler vagondan çıkmaya başladı, vagon da raylardan…” (Wall Street Journal, 27/10/05). Amerika’nın durumunu böyle tanımlayan Noonan, tek bir sorundan (yolsuzluklar, […]
Amerikan sağının emektar yorumcularından Peggy Noonan geçen hafta ”Amerika’nın başı dertte ve şeçkinlerimizin umurunda değil” başlıklı yorumunda şöyle yazıyordu: ”Bir sürü insan kafasında, çok iyi irdelenmemiş, hatta kimi zaman farkında bile olunmayan bir duyguyla geziyor: Tekerlekler vagondan çıkmaya başladı, vagon da raylardan…” (Wall Street Journal, 27/10/05).
Amerika’nın durumunu böyle tanımlayan Noonan, tek bir sorundan (yolsuzluklar, ”ajangate” skandalı, Irak, Katrina vb…) söz etmediğini özellikle vurguluyor. Onu esas kaygılandıran, genelde sorunların ”çok büyük, çok karmaşık, çok kritik ve çok yönlü… başa çıkılması olanaksız” hale gelmiş olması… ”Devlet başkanı sorunların altında eziliyor, başkanlık kurumu eziliyor. Tüm yönetim eziliyor. Vatandaşlar bunu hissediyor…. Yarın büyük bir terörist olay gerçekleşse, hükümetin alacağı tedbirlere, hatta kendilerine doğruyu söyleyeceğine bile güvenmiyor” . Muhafazakâr hareket, Bush ‘un II. döneminde, Amerikalı şair, Robert Creely ‘nin dizelerindeki gibi, ”insan gelir bir yere daha önce gelmeyi düşünmediği/ileriye bir yerlere doğru bakar/hiçbir şeyi yitirmiş hissetmez kendisinden başka” diye düşünüyor adeta; buradan nereye gideceğini de bilemiyor.
İki olanaksızlık
Bu düş kırıklığını yaratan olguların arkasındaki nedenlerden biri, özelde dış politikaya, genelde ABD’nin dünya sistemi içindeki yerine ilişkin. Bush’la birlikte iktidara gelen ‘neocon’ ekip, ”geleneksel muhafazakâr” harekete, bir yeni ”Amerikan yüzyılı” , ”Evanjelik muhafazakâr” harekete, erdemli, dinci bir yönetim vaat etti. 11 Eylül’ün arkasından, olayın sıcağında, Bush yönetimi, muhafazakâr hareketi önce, geleneksel, hegemonyacı (liderliğini kabul ettirmeye, müttefikleriyle birlikte davranmaya dayanan) dış politikayı bırakıp, tek başına ve askeri güce dayalı, emperyal bir dış politikayı desteklemeye ikna etti; İslami terorizme karşı ”Haçlı Seferi” (pardon savaş diyecektim-Bush gibi benim de dilim sürçtü), Afganistan derken Irak’ın işgali noktasına kadar, hemen her aşamada yalan söyleyerek peşinden sürükledi.
Bush ve Cheney ‘nin özel kalem müdürleri ”ajangate skandalı” altında ezilir, yönetimin yalanları ortaya dökülürken, bu yalanlarla gerekçelendirilen Irak işgalinde ölen ABD askerlerinin sayısı 2000’i geçti. Katrina felaketi de aslında ortada ”iç güvenlik” adına hemen hiçbir şey olmadığını gözler önüne sermişti. Bush yönetiminin, dünya kamuoyunu etkilemesi için gönderdiği diplomat Karen Huges ‘ün, Suudi Arabistan, Türkiye, Endonezya, Malezya gibi ülkelere yaptığı ziyaretler fiyaskoyla sonuçlandı (Slate 29/09, Voice of America, 26/10).
Derken, muhafazakâr kesimin ağır topları, Bush’a başkaldırdılar. Önce, işkenceyi kolaylaştıran bir yasa tasarısını Kongre geri çevirdi. Sonra Bush’un yüksek mahkeme üyeliği için aday gösterdiği Miers dinci kesim tarafından rezil edilerek, çekilmeye zorlandı. Aynı günlerde dış politika çevrelerinin önemli iki ismi, Powell ‘ın yardımcısı/sözcüsü, eski Deniz Harp Akademisi Başkanı Lawrence Wilkerson New American Foundation’da, Baba Bush ‘un Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcrow , NewYorker dergisinde, ABD dış politikasının Cheney- Rumsfeld tarafından kontrol edilen bir ‘Kabal ‘ın (karanlık güç) elinde olduğunu ileri sürdüler. Bu eleştirilere göre, bugünkü neocon güdümlü (emperyal) dış politika değişmeli, dayatma, yerini müttefikleriyle birlikte davranan bir liderliğe bırakmalıydı.
Halbuki, ABD’nin liderlik kapasitesi, diğer bir deyişle hegemonyası, sürdürülemez hale geldiği için, imparatorluk stratejisi gündeme gelmişti. Ancak, emperyal strateji, hem ABD’nin zaaflarını açığa çıkarmaya hem de onu uluslararası alanda yalnızlaştırmaya başladı. Artık, hegemonyayı sürdürmek de, imparatorluk da olanaklı değil. ”Gidecek yer yok” duygusunu yaratan da bu.
Ve bir üçüncüsü
Bir başka belirsizlik alanı da ekonomiye ilişkin. Greenspan ‘ın FED (ABD Merkez Bankası) başkanlığından ayrılması, her ne kadar yerine, Ben Bernake gibi, aynı akımdan biri atanmış olsa da, 1979’da Volcker’ le başlayan neoliberal, küreselleşmeci ve tümüyle mali sermayenin gereksinimlerine uyumlu ekonomi politikaları dönemine bir nokta koyuyor.
Medyaya, örneğin New York Times’a göre, ”süreklilik” vaat eden Bernake, ideal tercih. Günde üç milyar dolar sermaye girişine gereksinimi olan, ”yabancıların şefkatine muhtaç” bir ekonominin, Merkez Bankası başkanı adayı için başka şey söylenmesi de beklenemez. Ama burada da, ”her şey mükemmel havası” kısa sürede, bir olasılıkla gelecek 18 ay içinde dağılır diye düşünüyorum. Bernake’nin, enflasyonla mücadeleye devam edilecek, Asya’da bir tasarruf bolluğu var, sermaye girişi sorun olmaz, vergi indirimlerini kalıcı kılmak gerekir, ev piyasasında bir köpük yok… saptamaları, dağılmanın nerelerden başlayabileceğine ilişkin bir fikir veriyor.
ABD ekonomisinin sorunları, Greenspan’ın, ‘daralınca likidite yarat, hızlanınca likiditeyi çek’ taktiğini aştı. Bu taktik, ABD’nin, Asya krizinden sonra, dünya ekonomisinde, talep ve yatırım kaynağı olarak lokomotiflik yapmasına, 2000’deki borsa krizinin ve 2001’deki resesyonun derinleşmeden aşılmasına yardım etmişti ama, tüm bu dalgalanmaların arkasındaki sorunların (örneğin kapasite fazlası/ talep yetersizliği) çözülmesini de geleceğe ertelemişti. Dahası, ABD lokomotif olmaya devam ederken, cari açık ve bütçe açıkları hızla büyüdü, borsa köpüğü delinirken çıkan hava gayrimenkul piyasalarını şişirdi, hane halkının ev değerini nakde çevirerek, tüketimini yeni borçlarla sürdürmesine olanak sağladı. Ancak bu arada son derece karmaşık enstrümanlarla yaratılmış, faiz artışları karşısında kırılgan bir kredi köpüğü oluştu. Bunların hepsi ve doların rezerv para konumunu koruma şansı, dünyanın geri kalanının ABD ekonomisini finanse etme kapasitesine endekslendi.
Bu sırada en büyük finansör ve ihracatçı Çin’de oluşmaya başlayan stok birikimleri, dünya ekonomisinde 2003 ve 2004’te toparlanarak yüzde 9’a ulaşan ticaret büyüme hızının, DTÖ’ye göre 2005’te yüzde 6.5’e gerilemesi, daha şimdiden, birbiri ardına dev havacılık şirketlerinin, General Motors, Ford, Dephi gibi ”küresel” ABD şirketlerinin iflas etmeye başlaması, FED’in cingöz (aslında sınıf bilinçli: 1979-2004 arasında en üst yüzde 1’lik gelir diliminin serveti yüzde 201, orta yüzde 20’ninki yüzde 15, en alt yüzde 20’ninki yalnızca yüzde 9 arttı) para politikalarıyla ertelenen tüm sorunların, dış politika hatalarının ağırlaştırdığı petrol krizinin yükünü de taşıyarak, geri gelmeye başladığını gösteriyor.
Bugünkü konjonktürde, ABD’nin ekonomik büyümesi, Bernake’nin çok güvendiği Asya tasarruf fazlasına dayanıyor. Asya’nın büyüme şansı da ABD ekonomisinin tüketim gücüne. Ancak, Asya tüketicisi tasarruflarını çözmeye, üreticisi de iç pazara dönmeye başlarsa, hem IMF bölge raporunda ima edildiği hem de geçen hafta Asia Insight’ta dikkat çekildiği gibi ”tasarruf fazlası” buhar olup uçabilir. Volcker-Greenspan-Bernake çizgisinin (neoliberalizmin) ise bu karmaşık soruna, ertelemek dışında bir cevabı olmadı bugüne kadar.
[email protected]
Bu yazı Cumhuriyet Gazetesi’nin 31.10.2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır.