Özelleştirme travması hızla devam ediyor. Kim kullanırsa kullansın kamunun zenginliği satıp savılıyor. Bir sürü satılanın içinde telefon, petrol rafineleri gibi temel sektörler de satıldı. Sıra elektirik ve suya da gelecek işte o zaman benim Güney Amerika da şahit olduğum felaketin benzerlerini yaşayacağız. Sokaklarında dikenlerin uçuştuğu hayalet kentler meydana gelecek. Seydişehir’ i izleyin yeter. Ereğli’nin iki […]
Özelleştirme travması hızla devam ediyor. Kim kullanırsa kullansın kamunun zenginliği satıp savılıyor. Bir sürü satılanın içinde telefon, petrol rafineleri gibi temel sektörler de satıldı. Sıra elektirik ve suya da gelecek işte o zaman benim Güney Amerika da şahit olduğum felaketin benzerlerini yaşayacağız. Sokaklarında dikenlerin uçuştuğu hayalet kentler meydana gelecek. Seydişehir’ i izleyin yeter.
Ereğli’nin iki ay sonrasını görürsünüz. Zonguldak’ın en fazla 5 ay sonrasını. Sonra aleminyum, demir ve kömür 7-8 kat fiyatları arttığında bu özelleştirmelerin sadece orada çalışan, atılan işçileri ilgilendirmediğinin farkına varacaksınız. Hele elektirik ve suyu en az 5 kat pahalı kullandığımızda özelleştirmenin ekonomik bir satış işlemi değil, yaşamımızın parsellenip satıldığı bir alışveriş olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Neoliberalizm fabrika denen cehennemi dağıtıyor. Bu dağıtma, her an üretimin bir başka ülkeye kaydırılabilmesi, esnek saat uygulaması, siparişe göre üretim yani bugün iş yok yarın bir uğra modeli ve bir adım ötede çok küçük atölyelere, hatta evlere dağıtılan, işlerle harcanılan elektiriğin, suyun bile işçiler tarafından ödendiği bir biçime dönüşüyor. Fabrika cehennemini yatak odalarımıza kadar taşıyor. Artık annelerimiz, ninelerimiz, aslan oğullarımız, güzel kızlarımız bizim denetimimizde General Elektirik’in, General Motor’un parça başı neferi olacaklar.
Neoliberal travma fabrikayı dağıtıyor, cehennemi hayata, günün her saatine yayıyor. Cumartesi ya da Pazar günleri, yıllık izinler tarihe karışıyor. İşçi sınıfının yüzyıldır aldığı hakların hepsini yok ediyor.
Klasik sendikalar tabelalarının ötesinde işçiler yararına hiç bir anlam taşımamaya başlayacak. Fonlar tarafından ayakta kalması sağlanıp, başkaldırıyı dizginliyecekler. Geriye birbirinin içine girmiş sektörler, taşeron işçiler, hukuksal sınırlamalar arasında sek sek oynayarak yapılan sözleşmelerden ibaret ofis sendikacılığı olacak.
Ama bir de başka bir şey var. Dağıtılmış sektörler, yaşama yayılmış cehennnem karşısında burjuvazinin hukukunu aşan Toplumsal Hareket Sendikaları. COB-Bolivya işçi merkeziböyle bir sendikadır. Neoliberalizmin öldürücü etkisi yaygınlaştığında madenciler, öğretmenler, indian hareketleri, köylüler ve diğerleri birlikte hareket etme ihtiyacı duydular, daha doğrusu zorunluluğu duydular. Total bir strateji olan neoliberalizme karşı birlikte olmak zorunluluğ uydu bu.
Kapatılan madenlerdeki madencilerle, GDO’lu ürünlerle kuşatılmış köylülerin birliği ya da hepsinin eğitime, sağlığa para ödemek zorunda kalmalarıydı. Bir araya gelip, ülkenin en son değeri doğal gazın satılmasını engellediler. Bir öncesinde de hayatın kaynağı suyu özelleştirme cenderesinden kurtarmışlardı.
Öyle sadece yüksek mahkemelerin, onların hukukunun inayetine sığınarak da değil. Sokakların yaratıcı gücüyle, satış kontratlarını çöpe gönderdiler. Başka çareleri de yoktu.
Şu anda egemenler kağıtları dağıtıyor. Seydişehir aleminyum, İskenderun limanı, Mersin limanı, Hilton oteli, Gübre ve çimento fabrikaları, Türk telekom ya da Erdemir -ki bu satışın diğerlerinden hiç bir farkı yoktur.Sözleşmeli çiftçilik ya da yarın satılacak madenler, Kürtler, Türkler, Türkmenler kaldıysa Ermeniler ya da 72 halk, işçiler, öğrenciler, tabiki köylüler yani hepimiz, aleminyum satın alanlar, kömür yakanlar, su içenler… Oyun henüz yeni başlıyor. Şimdi hep birlikte sahneye çıkmak gerek.
Bu yazı Birgün Gazetesi’nin 23/10/05 tarihli sayısında yayınlanmıştır..