İktidar, özelleştirme politikasını kendisi açısından son derece başarılı bir biçimde sürdürmektedir. Son ihaleler gözlerini kamaştırmakla kalmadı, çevrelerine karşı pervasızlaşmaya kadar uzanan bir tutum takınmalarına da yol açtı. Kendi inançlarını bile değersizleştirmeyi göze alan bir yaklaşımla, “kutsal emanet”i ticaret metası haline getirebildikten sonra bunlardan her şeyin beklenebileceğini söylemek çok da abartılı olmaz. Eskilerin bir sözü vardır; […]
İktidar, özelleştirme politikasını kendisi açısından son derece başarılı bir biçimde sürdürmektedir.
Son ihaleler gözlerini kamaştırmakla kalmadı, çevrelerine karşı pervasızlaşmaya kadar uzanan bir tutum takınmalarına da yol açtı.
Kendi inançlarını bile değersizleştirmeyi göze alan bir yaklaşımla, “kutsal emanet”i ticaret metası haline getirebildikten sonra bunlardan her şeyin beklenebileceğini söylemek çok da abartılı olmaz. Eskilerin bir sözü vardır; “bal tutan parmağını yalar” diye, bunca yüksek rakamlı ticaretin kavşağında bulunanların nereden neleri “özel”leştirdiklerinin kokusu da çıkacaktır. Hatta kokular gelmeye başlamıştır.
Özelleştirme onlar için olmazsa olmaz bir politika, onların durumu çok net. Kafaları karıştıran bunca zamandır özelleştirmeye karşı olduklarını açıklayan ve çeşitli eylemler içinde, koalisyonlar halinde bulunan işçi ve memur örgütlerinin son dönemdeki tutumu.
Genel bir tepkisizlik halini görmemek için gör olmaktan da öte bir şey olmalı. Son bir ay içindeki gelişmeleri izlediğimizde kulakları dolduran yalnızca özelleştirme sarhoşlarının naraları. Karşıt sesleri fısıltı halinde bile duyamıyoruz.
En son çıkan iki ses Türk-İş Başkanlar Kurulu ve Emek Platformu Başkanlar Kurulu toplantılarından sonra yapılan açıklamalar.
Artık canlı bir cenaze haline gelmiş Emek Platformu’nu bir kenara bırakırsak, üzerine eğilmemiz, sorgulamamız gereken ana cephe Türk-İş olmalıdır. Çünkü, bilindiği gibi DİSK’in kamu işyerleri ile ilişkisi yok düzeyinde, Hak-İş ise iktidardaki parti ile olan ilişkiler nedeniyle sessiz kalmayı tercih ediyor. Doğrudan konuşmak yerine Emek Platformu gibi kimsenin ilgilenmediği alanlardan koroya katılıyor.
14 Eylül’de Ankara’da toplanan en büyük konfederasyon Türk-İş’in Başkanlar Kurulu aldığı kararları bir bildiri ile cümle aleme açıkladı.
Türk-İş Başkanlar Kurulu özelleştirmeyi “ülkemizde kamunun varlığını sona erdirmeye ve sosyal devleti ortadan kaldırmaya yönelik” bir uygulama olarak saptamıştır. Ve bu nedenlere dayanarak özelleştirmeye karşı olduğunu ilan etmiştir.
Bildirinin bu kısmını okuyan herkes ilk olarak, Türk-İş’in özelleştirmeye kar-zarar veya üyelerinin kimi haklarından yoksun kalacağı endişesinden daha çok genel bir politika düzleminde karşı çıktığı izlenimi edinecektir.
Bu noktadan hareketle iki soru sorulabilir:
1- Türk-İş’in Başkanlar Kurulu’nun yaptığı saptama ve duruşuyla sergilenen mücadele anlayışı örtüşmekte midir?
2- Türk-İş Başkanlar Kurulu aynı bildirisinde “kamunun stratejik kuruluşları olan Tüpraş’ı, Telekom’u, Petkim’i, Erdemir’i, Tekel’i, şeker sanayini, enerjimizi, limanlarımızı, madenlerimizi özelleştirerek elde edilen kaynakları IMF kaynaklı iç ve dış borç faizlerini ödemede kullanarak feda eden yaklaşımları” kınadığını belirtmektedir. Bunca sözden sonra yapılanları kınamakla yetinmeli midir?
Özelleştirilen işletmelerdeki örgütlü sendikaların hemen bütününün Türk-İş üyesi olduğu da dikkate alındığında Başkanlar Kurulunun ve Türk-İş yönetiminin sergilediği tutum anlaşılabilir nitelikte değildir.
Eğer bildiride yer alan saptamalar gerçekten Türk-İş Başkanlar Kurulu tarafından benimseniyorsa, mücadelenin çok daha kararlı ve çetin verilmesi gerekmez mi?
Bütünlüklü bir mücadele ortaya konulmaz mı?
Konulmadığı veya konulamadığı gün gibi ortadadır. Özelleştirmeye karşı mücadelede ortada bir tek Tüpraş işçileri ve üyesi oldukları Petrol-İş kalmıştır. Türk Metal-İş’in Erdemir özelleştirmesi nedeniyle yaptığı bir iki eylem ise ihale sonuçlanınca hemen sona ermiştir.
İktidarı destekleyen gazeteler, ihaleyi OYAK alınca pankartlarını toplayıp evine giden işçilerden söz etmekte, kimi sendikacıların duydukları memnuniyeti çelişki olarak göstermektedir.
Türk-İş hiç eylem yapmadı mı, hakkını mı yemekteyiz? Yapmıştır, hele Erdemir ihalesi öncesinde İstanbul Ankara Karayolunun trafiğe kapatılması Türk-İş açısından oldukça cesur bir eylemdir. Daha öncesinde Seka, liman işçilerinin direnişleri önemlidir.
Başkanlar Kurulu kararı doğrultusunda 26 Eylül’de tüm işyerlerinde bildiri okunması eyleminin ise yalnızca sınırlı sayıda ve en etkili biçimde Tüpraş’ta yapıldığı ise az sayıdaki gazetenin haberinden öğrenebildik.
Bunlar yeterli ve etkili midir, sonuçları açısından bakıldığında evet öyledir denilebileceğini sanmıyorum.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, 3 Ekim sonrasında “bölgesel düzeyde salon toplantıları” düzenleyeceğini ve “Türk-İş koordinasyonunda” eylemlerin artırılacağını açıklamıştır.
3 Ekim’in üzerinden günler geçmesine rağmen ne bir eylem ne de bir toplantı takvimi açıklanmamıştır.
Özelleştirmenin en yoğun ve hızlı biçimde uygulamaya konulduğu bir dönemde sendikal cephedeki sesler giderek sönükleşmekte ve hatta genel havaya bakıldığında sessizliğin hakimiyeti hissedilmektedir.
Bu sessizlik, tavırsızlık, tepkisizlik hayra alamet değildir. Başta Türk-İş olmak üzere sendikalar, konfederasyonlar özelleştirmeye ilişkin tavırlarını bir kez daha gözden geçirmek zorundadır.
Özelleştirmenin;
Bu ülkeye zarar vereceğini,
Halkın çıkarına ve yararına aykırı olduğunu,
Emekçilerin hak ve özgürlüklerine darbe vurduğunu,
Sosyal güvencelerin ve hakların budanmasına yol açtığını,
Borç ödeme adına geri dönülmez yollara girildiğini,
En temel kamu hizmetlerinin verilemez hale getireceğini söylüyorlarsa,
Kamu kurum ve kuruluşlarının vatan olduğunu ve vatanın satılamayacağını dile getiriyorlarsa
Buna uygun davranmak zorundadırlar.
Yabancı sermaye, yerli sermaye, sivil şirket, asker sermaye ayrımı yapılamaz.
Birileri hepimize neden susulduğunu, neden karşı çıkılıyormuş gibi davranıldığını anlatmalıdır.
Yüz binleri temsil eden örgütler sermayenin ve iktidarının karşısında yenilgiyi kabul mü ettiler?
Yoksa iktidar ile konfederasyon üst yönetimleri arasında yapılmış gizli bir anlaşma veya uzlaşma mı var?
Böyle bir olay varsa, kimler ne karşılığında meydanı iktidara ve özelleştirme şakşakçılarına bırakmışlardır?
Bunları bilmek herkesin hakkıdır.
İster bu örgütlerin üyesi olalım isterse olmayalım konfederasyon yönetimlerine en azından bizlere bir açıklama borçlu olduklarını hatırlatalım.