1. TMMOB ve Odaların tarihsel gelişimine baktığımızda 1973 Genel Kurulu ve 12 Eylül 1980 darbesi iki temel kırılma noktası olduğu bir genel kabuldur. 1980 sonrası son 25 yıllık TMMOB tarihini değerlendirdiğinizde benzer kırılma noktaları var mıdır? Varsa nasıl tarif edersiniz ? Soruda da belirtildiği gibi TMMOB’nin tarihindeki en önemli kırılma noktası 1973 Genel Kuruludur. Bu […]
1. TMMOB ve Odaların tarihsel gelişimine baktığımızda 1973 Genel Kurulu ve 12 Eylül 1980 darbesi iki temel kırılma noktası olduğu bir genel kabuldur. 1980 sonrası son 25 yıllık TMMOB tarihini değerlendirdiğinizde benzer kırılma noktaları var mıdır? Varsa nasıl tarif edersiniz ?
Soruda da belirtildiği gibi TMMOB’nin tarihindeki en önemli kırılma noktası 1973 Genel Kuruludur. Bu gelişmede iki unsur ön plana çıkmaktadır: birincisi ayrıcalıklı meslek topluluğu çıkarlarının savunulmasından bir bütün olarak emekçi halkın çıkarlarının savunulmasına geçilmiştir; ikincisi ise, Odalarda TMMOB’yi ve TMMOB çatısı altında örgütlenmeyi dışlayan anlayışı yerine, TMMOB bünyesinde bir arada bulunma anlayışı ön plana çıkmıştır. Bu iki unsuru çok kısa bir özet olarak da olsa irdelemek, başka kırılma noktalarını saptamak açısından yararlı olacaktır.
1950’li yıllarda mühendislerin ve mimarların, emekçiler arasında ayrıcalıklı bir meslek grubu olduğunu anımsayalım. Bu durum, sorunların çözümünün de, taleplerin karşılanmasının da iktidarla yakın ilişkiler içinde mümkün olduğu anlayışını ön plana çıkarmıştı. Bu dönemde elde edilen kimi haklar da mühendislerin ve mimarların ülke sorunlarına salt teknik yönden bakmalarına yol açmıştı. Ancak, özel okulların da etkisiyle mühendislerin ve mimarların sayıca artmaları, buna karşın ülkemizde emperyalizmin merkez ülkelerine bağımlı kalkınma modelinin sürdürülmesinin sonucu olarak teknoloji üretemeyen ekonomik yapının yeterli sayı ve nitelikte istihdam olanağı yaratmaması, ağırlıklı olarak kamuda çalışan meslek mensuplarının yasal statüsündeki değişiklik girişimleri gibi sorunlar 1960’larda yoğunlaştı. İktidarla yakın ilişkiler sonuçsuz kaldı. Aynı yıllarda gelişen toplumsal mücadele, sendikalaşma çabaları ve bu çabaların içinde mühendislerin ve mimarların yer almaları, tüm emekçiler ve aydınlar gibi meslek mensuplarının da sosyalist düşüncelerle tanışmaları, TİP deneyi, 1968 hareketi gibi ülke içindeki gelişmeler mühendisleri ve mimarları kendi sınıfsal konumlarını irdelemeyi gündeme getirdi. 1960’ların sonlarında artık mühendisler ve mimarlar “emekçi halkın bir parçası olduklarını, sorunlarının halkın sorunlarından ayrılamayacağını” dile getirmeye başladılar. Bütün bu gelişmeler önce Odalara, sonra da TMMOB’ye yansıdı. 1974 yılında yapılan 19. Genel Kurulun kabul ettiği bildiride 1973 sonrası “TMMOB’nin bugünkü tutarlı yapısı, 1960 sonrası toplumsal birikimlerin ve demokratik mücadelelerin doğal bir ürünüdür” şeklinde yorumlanmıştır.
1973’te yaşanan kırılmanın başka bir unsuru olarak belirttiğim örgütlenme anlayışına gelince… Diğer bütün meslek kuruluşlarından farklı olarak TMMOB, mühendislerin ve mimarların bütünlüğünü değil, uzmanlıkları temel alan bir örgüt olarak doğmuştur. Kuruluşundan önce olduğu gibi, kuruluşundan sonra da meslekler arasındaki çıkar çatışmalarının artarak sürmesi, 1960’ların başlarında her Odanın, kendi çıkarlarını en iyi kendilerinin savunacakları, yetkilerini en çok kendilerinin arttırabilecekleri anlayışına ulaşmıştır. Üst örgüt olarak TMMOB’nin feshedilmesini ve her Odanın ayrı bir tüzel kişilik olarak örgütlenmesini savunan anlayış, bu yönde yasal değişikliklerin yapılması taleplerine ve bu doğrultuda yasa önerileri hazırlama girişimlerine kadar gitmiştir.
Toplumsal plandaki gelişmeler, Odaların fiilen kapatılmasına neden olacak bir kanun teklifinin Parlamentoda görüşülmesinin de etkisiyle, TMMOB bünyesinde birlik anlayışı ön plana çıkmıştır.
24 Ocak kararlarının ve 12 Eylül darbesinin sonrasında durum daha farklıdır. 12 Eylül bütün emekçi sınıfların hak ve çıkarlarına karşı, ülkemizin emperyalizmin merkez ülkelerine tam bağımlılığı ve yeni liberal politikalara tam uyumu yönündeki baskı ve zulüm rejiminin adıdır. Bu dönemde emekçi sınıfların hak arama mücadelesinin engellenmesi, uygulanan baskılar, yasaklar, siyasetten uzaklaştırma zorlamaları, egemen kılınmaya çalışılan ideoloji örgütümüzü de derinden etkilemiştir. Emekçi sınıfların, ilericilerin, demokratların, devrimcilerin örgütlerinin kapatıldığı, baskı altına alındığı, bu dönemde, TMMOB ve Oda yönetimleri için örgütün ayakta kalması öncelikli bir hedef olmuştur. Muhalefet uzmanlık alanlarına kaymış, eylemlilik zayıflamış, uzmanlığa dayalı temsiliyetler, yerel temsiliyetler yeniden canlanmıştır. Bu koşullara karşın TMMOB’nin 1970’lerdeki anlayışı bu dönemde de varlığını sürdürmüştür. Aydınlar Dilekçesi, insan hakları mücadelesi, 1989 işçi eylemleri, vb. mücadelelerle toplumsal muhalefetin yeniden canlanması, TMMOB’nin de 1980 öncesi çizgisine ve eylemliliğine doğru hızla yol almaya başlamasına neden olmuştur.
Aslında TMMOB’nin tarihi, mühendislerin ve mimarların, kendi çıkarlarının sınıfsal niteliğini kavramalarının tarihidir bir anlamda. Bu tarih içinde yer alan çeşitli düzeylerdeki kırılma noktalarını da bu çerçevede bulmak mümkündür.
2. Türkiye’deki iş süreçlerinin ve sosyal profildeki değişimlerin doğal bir yansıması değişen mühendis-mimar profilinin TMMOB örgütlülüğüne ne tür yansımaları olmuştur ?
Son yıllarda iş (emek) süreçlerindeki en önemli değişiklik, fordist üretime karşı esnek üretim yönteminin gelişmesidir. Bu durum, emperyalizmin çevre ülkesi konumundaki ülkemizde de geçerlidir. Esnekleşme konusunu bu söyleşinin kapsamında ayrıntılı olarak irdelemek olanağım bulunmuyor. Ama önce, kısaca da olsa, bu yeni sürecin temel noktalarına değinmek gerekiyor.
Sermayenin, verimliliği, yani sömürüyü arttırması teknolojinin bu yönde geliştirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Teknolojideki gelişme, esnekliğin temelini oluşturmaktadır. Ancak esneklik bütün üretim ilişkilerine yansımıştır: üretim uluslararası bir nitelik kazanmış, taşeronlaştırma yaygınlaşmış, işçiler arasında nitelik farklılaşması artmış, istihdam daralmış, işyerlerinin ölçeklerinde küçülme başlamış, esnek çalışma koşulları yasallaştırılmış, sendikal haklar geriletilmiştir. Uluslararası sermayenin yeni liberal politikaları ile yeni iş süreçlerinin bir bütün olduğunu da burada belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla, bu politikaların önemli parçaları arasında yer alan, sermaye, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı, sosyal devletin tasfiyesi gibi gelişmeleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Teknolojideki gelişme ve esnekleşmenin ülkemize ve mühendislere ve mimarlara yansımalarını da kısaca şöyle özetlemek mümkündür.
Gelişmiş ülkelerde teknolojinin en önemli rekabet unsuru haline gelmesi ile birlikte, mühendislik önemini yitirmemiş, mühendislik işlevleri araştırma-geliştirme ve tasarımda yoğunlaşmıştır. Ülkemizde ise, az sayıdaki istisna dışında ne teknoloji üretiminden, ne Ar-Ge’den ve ne de tasarımdan söz etmek mümkün değildir. Bu durum, ülkemizdeki mühendislerin ve mimarların çalışma alanını daraltmıştır. Bunun ilk sonuçlarından birisi işsizlik olmuştur. DİE’nün 2000 yılında yaptığı Genel Nüfus Sayımı verilerine göre, mühendislerin ve mimarların %20’si işsizdir. Bu rakam, 2001 krizinden sonra %30’ların üzerine çıkmıştır. (Burada küçük bir parantez açmak ihtiyacını duyuyorum. Sermaye sınıflarının iktidarında teknolojik gelişmeler işsizliği arttırır. Teknolojinin sermaye sınıflarının hizmetinde olmasından kaynaklanan bu olumsuz yanı, bu sistemde
ortadan kaldırılamaz; olsa olsa emekçi sınıfların mücadelesi ile azaltılabilir. Ama küreselleşme ile birlikte artık refah devleti veya sosyal devlet politikaları da hızla tasfiye edilmektedir. Bilindiği gibi mühendislerin teknolojinin geliştirilmesinde önemli bir rolleri bulunmaktadır. Mühendislerin kapitalist sistemdeki, özellikle de emperyalizmin bu yeni dönemindeki etkinlikleri, kendilerini de diğer emekçileri de olumsuz etkilemektedir. Bu saptama mühendislerin teknolojiyi geliştirme işlevinin ortadan kalkacağı anlamına gelmemektedir. Mühendislerin, bu olguyu görmeleri, bunu emekçi sınıflarla paylaşmaları ve teknolojinin halka hizmet edeceği siyasi bir düzenin kurulması mücadelesine katılmanın hem mesleki hem de toplumsal bir sorumluluk olduğunu kavramaları gerekiyor.)
Ülkemizde uygulanan sermaye birikim modelinin belirlediği teknolojik düzey, iktidarların günümüzde yerli sanayi ve hizmetlerin rekabet edebilme gücünü, büyük ölçüde ucuz işgücüne dayandırmalarına neden olmuştur. Bunun mühendislere ve mimarlara yansıması ise, diğer emekçiler gibi düşük gelir düzeyleri olmuştur.
Aslında ve özetle, iş süreçlerindeki gelişmeler diğer emekçilere nasıl yansımaktaysa, mühendislere ve mimarlara da öyle yansımaktadır. Daha önce belirttiğim işsizlik ve gelir düşüklüğünün yanında, iş güvencesinden yoksunluk vardır, aşırı çalışma vardır, mesleksizleşme vardır, vs.
Tabii ki nitelik farklılaşmasının doğal sonucu olarak istisnalar vardır: ama söylediklerim, mühendislerin ve mimarların büyük çoğunluğunu oluşturan ücretliler, işsizler ve mesleğini icra edemeyen meslektaşlarımız için geçerlidir.
Türkiye’nin küresel sömürüye tam açılması için gerçekleştirilen 12 Eylül’ün de etkileriyle, örgütlenme ve örgütlü mücadele gerilemiştir. Nasıl ki sendikalara üyelik düşmüşse, mühendislerin ve mimarların Odalara üye olma oranı da %50’lere düşmüştür. Örgütlülük, yani ortak gündem üzerine belirlenen politikaların ortak mücadeleye dönüştürülmesi zayıflamıştır. Bırakalım dünyayı, bir şeyleri değiştirme inancı azalmıştır.
Bu soruyla ilgili yanıtı uzatabilirim. Ama bu sorunun hak ettiği uzunlukta ve verilere dayalı bir yanıtın, 38. Genel Kurulumuzda alınan karar uyarınca çalışmaları sürdürülen ve tam da bu sorunun yanıtlarını bulmaya çalışan “Türkiye’de Mühendis ve Mimar Profili Araştırması” sonuçları alındıktan sonra verilmesi daha uygun olacaktır.
3. Bugün TMMOB’un ve odaların temel mücadele alanını nasıl tarif ediyorsunuz ? AB ile uyum sürecinin getirdiği mesleki tanınırlık, sertifikasyon, “Ulusal Mesleki Yeterlilik Kurumu” vb gelişmelerin TMMOB’nin işlevlerini ve politikalarını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz ?
Günümüzün en belirgin özelliği, uluslararası tekelci sermaye sınıflarının sınırsız ve kuralsız iktidarları için sürdürdükleri saldırıdır. Saldırının hedefi ise emekçi sınıflar ve dünya halklarıdır. Yıllardan beri, mühendislerin ve mimarların emekçi sınıfların bir parçası olduğu şeklindeki görüş yanlış değilse, -ki değildir- mühendislerin ve mimarların, dolayısıyla bunların her nitelikteki örgütlerinin temel mücadele alanını da bu saldırı belirlemektedir. Daha önce, sömürünün üstünü örtmek için de kullanılmaya çalışılan “kamu yararı, kamu çalışanı” gibi kavramlar da, sosyal devletin ortadan kaldırılmasına paralel olarak ortadan kalktığına göre, sınıfsal mücadele daha gözle görülür bir hale gelmiştir. Bu mücadelenin bir meslek örgütünün etkinliklerine nasıl yansıması gerektiğinin ayrıntıları, örgütümüzün her zaman yapmaya çalıştığı bir iştir ve uzun vadeli bir programın konusudur.
Hizmetlerin de, sermaye ve mallar gibi serbest dolaşımı çerçevesinde gündeme gelen mesleki tanınırlık gibi gelişmeler de bu genel çerçeve içinde ele alınmak durumundadır. Meslek grubumuzun büyük çoğunluğunu oluşturan ücretli mühendislerin ve mimarların, kapitalizmin küreselleşme olarak nitelenen bu dönemi içinde serbest dolaşımı söz konusu olmayacaktır. Bu AB için de geçerlidir. Zaten bu husus AB – Türkiye ilişkilerinin ilgili belgelerinde yazılıdır. Serbest çalışanların ise, emperyalizmin merkez ülkelerinin meslek mensuplarına karşı rekabet edebilmesinin olanakları yok denecek kadar azdır. Serbest dolaşımın bir unsuru olan tanınırlık, ancak gelişmiş ülkelerin meslektaşları ile “işbirliği” adı altında gelişecek taşeronluk ilişkilerinde uygulanma imkanı bulacak gibi görülmektedir.
Bunlara karşın, yabancı meslek mensuplarına karşı kendi haklarımızı savunmak hem TMMOB’nin hem de Odalarımızın yok sayamayacakları bir görevdir. Burada göz önünde bulundurulması gereken husus, bu alandaki çalışmaların diğer çalışmaları ikinci plana düşürmemesine dikkat etmektir.
4. TMMOB Odalarının geldikleri bu noktada doğrudan üye aidat ve mesleki denetim gelirleri hizmet üretimi yaparak elde ettikleri gelirlerin Odaların gelirlerindeki payının yükselmesi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir ?
Emekten, demokrasiden yana örgütler genellikle etkinliklerini sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları kaynaklara sahip değillerdir. Üye ödentilerinin kaynaktan kesildiği sendikaların büyük çoğunluğu bu sorunla karşı karşıya kalmamaktadırlar. Sermayeye, mevcut düzene hizmet eden ya da sadece çeşitli fonlardan yararlanmak üzere kurulan “sivil toplum” örgütlerinin ise böyle sorunları zaten bulunmamaktadır. Odalarımız da parasal ihtiyaçlarını üye ödentileri ile karşılayamamaktadırlar. “Hizmet üretimi” kaynak sağlamak konusunda önemli bir araç olarak görülmektedir.
“Hizmet üretimi” ile ilgili olarak temel kimi ilkelerin uygulanması durumunda, “hizmet üretiminin” yapılmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Nedir bu ilkeler?
TMMOB, kuruluşundan bu güne kadar temel bir kavramla, “kamu yararı” kavramı ile iç içe olmuştur. Her dönemde bu kavrama farklı anlamlar yüklenmiş olsa da, 1970’lerden sonra bu kavram, “toplum yararı”, “emekçi halkın çıkarları”, vb. anlayışları ile netleşmiştir. “Hizmet üretiminin” bu anlayışla uyum içinde olması zorunludur. Yani, verilen hizmetin gelir sağlayıp sağlamaması ölçütünün değil, bu hizmetin topluma yararlılığı ölçütünün temel alınması zorunludur. Sadece ya da ağırlıklı olarak gelir getirmeye yönelik etkinlikler örgütümüzün asıl çalışmalarından uzaklaşması anlamına gelir. Hatta “hizmet üretiminin” kamu yararını temel alması da yeterli değildir. Gelir getiren işlerin niteliğinden dolayı, yer yer, zaman zaman ticari kaygıların ön plana çıktığı söylenebilir. Verilen hizmetin organizasyonu için sarf edilecek zamanın, yönetimlerin asli görevlerini aksatmalarına engel olmasının mutlaka önüne geçilmelidir.
5. TMMOB’nin yakın dönemden geriye baktığımızda savaş karşıtı etkinlikler gibi birçok toplumsal muhalefet hareketinde etkin bir rol aldığını biliyoruz. Sizce TMMOB’nin toplumsal muhalefet hareketi içerisindeki konumunu belirleyen politikası neler olmalıdır ?
Burada da anahtar sözcük mühendislerin ve mimarların sınıfsal konumudur. Bu nesnel konum TMMOB’nin toplumsal muhalefet içindeki yerini belirlemektedir. Odalarıyla birlikte bir bütün olarak TMMOB’nin 1970’lerden sonraki politikası da bu sınıfsal konumun gereği olarak, emekten yana, demokrasiden yana, bağımsızlıktan yana, barıştan yana, toplum yararından yana muhalefet içinde yer almak ve bu nitelikteki örgütlerle birlikte hareket etmek olmuştur.
Gündemin gereği olarak bu anlayışın yansıması faşist saldırılara karşı hareket olmuştur, insan hakları ihlallerine karşı hareket olmu