AKP liderliğinin uluslararası jeopolitiğin inceliklerini kavramakta zorlandığını biliyoruz ama, yine de Başbakan bunu hiç hak etmemişti doğrusu. Hele Wall Street Journal’deki yazısında, Irak’taki haklı direniş (Bkz: Hac süresi 39. ayet: ”Kendilerine savaş açılan kimselere, savaş izni verildi; çünkü onlar zulme uğradılar” ) için terörist deyimini kullanarak, işgalcinin projesini desteklediğini vurguladıktan, Sertap Erener misali ”any thing […]
AKP liderliğinin uluslararası jeopolitiğin inceliklerini kavramakta zorlandığını biliyoruz ama, yine de Başbakan bunu hiç hak etmemişti doğrusu. Hele Wall Street Journal’deki yazısında, Irak’taki haklı direniş (Bkz: Hac süresi 39. ayet: ”Kendilerine savaş açılan kimselere, savaş izni verildi; çünkü onlar zulme uğradılar” ) için terörist deyimini kullanarak, işgalcinin projesini desteklediğini vurguladıktan, Sertap Erener misali ”any thing that I can” , dedikten sonra… Ne hakikatsiz insanlar bu Amerikalılar. Şimdi de kalkmış, AB’ye ”Sakın Türkiye’yi içeri almayınız” diyorlar.
Adeta poligonda
Önce Wall Street Journal’dan Robert Pollock (16/02/05), Türkiye halkının ABD düşmanlığından, yükselen Yahudi düşmanlığından, Başbakan’ın bunları engellemekteki yetersizliğinden yakındı, Goebbels’ ten filan söz etti. Sonra, Michael Rubin , Middel East Quarterly’de ”yeşil sermayeden” , onun karanlık ilişkilerinde, Türkiye’deki İslami yükselişten, laikliğin aşınmakta olmasından yakındı. Arkasından Siyonist, Front Page magazine, Rubin, Almanya’da ”Türkiye tehlikesi” adlı kitabın yazarı, Dr. Raddatz , neo-con ve Siyonist Daniel Pipes ve Soner Çağaptay’ın katıldığı ”Türkiye şeriata giden yolda mı?” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Ağustosta Rubin bu kez, ”Demokrasi tehlikede mi” başlıklı bir yazıyla neo-con dergisi National Review’deydi… Şimdi de, neo-conların ağır toplarında, Bush ‘un ”savunma stratejisinin” mimarlarından, Reagan döneminden bu yana dış politikanın etkili isimlerinden, yönetim kurulunda, ”askeri-sınai-kompleksin” , Boeing, Lockheed, Douglas Graham, Ball Aerospace & Technologies gibi şirketlerinin temsilcilerinin yer aldığı Center for Security Policy kurumunun direktörü Frank J. Gaffney’ in The Washington Times’daki, AB’ ile yapılacak 3 Ekim görüşmelerini hedef alan ”No to Islamic Turkey” (İslamcı bir Türkiye’ye hayır) başlıklı, Tayyip Bey’i adeta sırtından bıçaklayan yazısı…
Bizim hükümet adeta Neo- con/Siyonist bir atış poligonunun hedef tahtasında. Gelen vuruyor giden vuruyor. Aslında Pollock, Rubin ve Pipes, ”ufak balık” , Gaffney’se, bir Anglosakson deyimiyle ”is the real McCoy” (yani esas meşhur köfteci). Gaffney’in yazısı, önceki yazılara da bir anlam kazandırdı: ”Ne oluyor yahu, yoksa ‘neo-con’ lar Türkiye’nin AB’ye alınmasına karşı mı?” Hani, Türkiye’yi alırsa, AB’nin, homojen bir siyasi kültürel blok, dolayısıyla ABD karşısında bir hegemonya adayı olma şansı azalacaktı? Neo-conların kafası mı karıştı? Yoksa gündemde, ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında daha acil işler var da kısa dönem, uzun döneme galebe mi çalıyor?
Yanlış hesap Bağdat’tan dönermiş
AKP jeopolitiğin inceliklerini kavramadan ”oyun kurmuş olmanın” sıkıntısını çekiyor. AKP iktidar olurken, bu partinin liderliğinin hesaplarının, tabanının beklentileriyle çelişmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamış, ancak AKP’nin özgün bir geleneğin, kültürün ve toplumsal projenin parçası olduğuna da dikkat çekmiştik. AKP liderliği bu toplumsal projeyi gerçekleştirebilmek için, ”Milli Görüş” çizgisini terk etmek gerektiğine, içerideki direnişi de uluslararası desteklere dayanılarak, etkisizleştirebileceğine inanmış görünüyordu.
Acaba, hem AB’nin Türkiye’ye yönelik (Kopenhag kriterleri), hem de ABD’nin (İsrail’in) Ortadoğu’ya ilişkin (BOP ve tabii IMF’ reformları) ”mekân düzenleme” girişimlerinden faydalanarak, ”statüko” adını verdikleri iç direniş kırılabilir miydi? ”Kemalizm’in” siyaset içindeki ağırlığına son verilebilir, böylece ”projenin” gereksinimlerine uygun idari ”reformlar” gerçekleştirilebilir miydi? Diğer bir deyişle, AKP liderliği, hem AB’nin hem de ABD’nin emperyalist projelerinden kendine bir kaldıraç kurabilir, sonra da bu kaldıraca dayanarak, devlet mekanizmasını da kullanarak, kendisine destek veren sermaye kesimlerine açacağı olanaklarla, partinin sermaye tabanını güçlendirebilir, hükümetin dayanaklarını sağlamlaştırabilir miydi? AKP’nin bu güne kadar izlediği çizgi, liderliğinin, çoktan bu sorulara olumlu cevaplar vermiş olabileceğini düşündürüyor.
Ancak, bu hesaplar giderek tutmamaya başladı. Çünkü, AKP’nin oy tabanı olan küçük ve orta kapitalistlere, emekçi kesimlere, pastadan verilebilecek pay son derecede kısıtlıydı. Talebi kısarak enflasyonu düşürmek, işçi ücretlerini baskı altına alarak ihracatı desteklemek bu kesimleri vuracaktı. Vurdu da: Çarşı, Anadolu’ya satan toptancı, iç pazara üreten sanayici, talep yetersizliğinden sıkıntı çekmeye başladı. Türk lirasının değerli tutulması ithalatı teşvik edecek, iç pazarda üretim yapanları, tarım üreticisini çok zor duruma düşürecekti. Öyle de oldu.
AKP liderliği de, genelde tabanını, özelde tabanı (ve partisi) içindeki radikal unsurları tutabilmek için, bu açığı, hiç olmazsa kültürel (dini) taleplere cevap vererek, siyasi İslamın hareket alanını genişleterek kapatmaya çalıştı. Böylece siyasal İslamın kurumları, ideolojik aygıtları, radikal kanadı güçlenmeye, devlet içindeki kadrolaşması derinleşmeye, toplum da, ”moleküler düzeyde” dönüşmeye, laiklik ve seküler yaşam zayıflamaya başladı. ABD Irak’ta beklenen sonucu alamayıp da, ulusalcı/İslamcı duyarlılıklara dayalı bir direnişe çarpınca, ABD’yi destekleyen AKP liderliğinin kendi tabanı karşısındaki konumu daha da zorlaştı.
Gaffney’in derdi
ABD Irak’ta başarısız kaldıkça, Türkiye’deki bu dönüşüm ABD neo-con’larıyla, İsrail militaristlerinin gözüne daha çok batmaya, bu dönüşümün, verilen destek karşılığında AKP’den istenecek görevlerin gerçekleştirilmesini, en azından geciktirebileceğini düşünenlerin sayısı artmaya başladı.
AB ile üyelik görüşmelerinin başlamasıysa, görüşmeler boyunca Türkiye’yi yakından denetleyecek, yönlendirecek güçlü bir mekanizmanın kurulması anlamına gelecekti. AB, bu mekanizmayla, gerektiğinde Türkiye’ye ABD/İsrail taleplerinin aksi yönde bir basınç uygulayabilir; AKP de, tabanının baskısını, ”projenin” gereksinimlerini göz önüne alarak, bu basınca uyum sağlamaya pek hevesli olabilirdi. Bu arada, Arap sermayesinin ABD’den uzaklaşarak (denetim dışına çıkarak) Türkiye’ye girmeye başlamasıysa, Türkiye üzerindeki IMF (ABD) hatta İsrail etkisini zayıflatarak, Arap etkisini ( ”projeyi” ) güçlendirebilirdi.
Türkiye, ABD açısından hiç de hoş olmayan bir noktaya doğru evrimleşmeye başlamıştı. Halbuki son aylarda hızlanan diplomatik trafik, ABD’nin Türkiye’den, zor bir şeyler istemeye hazırlandığını gösteriyordu. Gaffney’in yazısını, bu arka plana oturtarak okursak, yazının, Türkiye ile AB görüşmelerine taş koymayı, AKP’nin dış desteklere dayanarak içeride uygulamaya çalıştığı stratejiyi bozmayı, ”statükoya” destek vermeyi, bu arada, AKP, ABD taleplerine ayak direrse, bu ”statükodan” da destek almayı amaçladığını düşünebiliriz.
Gaffney, kısa dönemli beklentilerin, uzun dönemli (Türkiye’yi AB’ye sokarak blok projesini sulandırma) hedeflerinin önüne geçmekte olduğuna ilişkin bir mesaj veriyor. Kısa dönemin acilen öne çıkmaya başlamasıysa çok tehlikeli bir konjonktürün habercisi. ”Fırtınaya hazırlıksız yakalanmak” derken tam da bunu düşünüyorduk. AKP liderliğinin manevra alanı daralmaya devam ediyor. 3 Ekim kapısından geçemezse işi çok zor.