Pazartesi günü yayımlanacak Strateji dergisinde siz de görebilirsiniz. 21 Ekim tarihli Le Monde gazetesinin manşet haberi bağlantılı yayımlanmış bir karikatür. Yazı Çin’in önlenemeyen askeri ve ekonomik yükselişini, bir yanı ile de Batı’nın bu gelişmeden ürküntüsünü yansıtıyor. Karikatür daha da çarpıcı, ayakta, hazır olda sıralanmış Çinlilerin yanında yerde uyuyan bir de Fransız var. Karikatürü küresel yaklaşımlarla […]
Pazartesi günü yayımlanacak Strateji dergisinde siz de görebilirsiniz. 21 Ekim tarihli Le Monde gazetesinin manşet haberi bağlantılı yayımlanmış bir karikatür. Yazı Çin’in önlenemeyen askeri ve ekonomik yükselişini, bir yanı ile de Batı’nın bu gelişmeden ürküntüsünü yansıtıyor. Karikatür daha da çarpıcı, ayakta, hazır olda sıralanmış Çinlilerin yanında yerde uyuyan bir de Fransız var. Karikatürü küresel yaklaşımlarla ilgili yazıda kullanmak istiyordum.
Dergiyi hazırlarken yanımda konuk olarak bir elli yılını sendikal alana danışman olarak harcamış yakın arkadaşım Önder Aker vardı. Benden titiz olduğu için yazısız karikatürde, yerde uyuyan Fransızın gömleğinin üstündeki 35 saat yazısına takıldı. ”Bu 35 saatin bir anlamı olmalı, bilmeden kullanamazsın” dedi. Uzunca bir süre anlamını düşündük, bulamadık. Sonra iki sıra hazır olda Çinlilerin arka sırada duranlarının asker, öndekilerin işçi olduğu ayrımına vardık. Elbette işçilerin sırasında köşede uyuyan Fransız işçi de, haftada 35 saat çalışma hakkı için uzun yıllar savaşım vermiş Fransız işçilerini temsil ediyordu. Le Monde gibi Fransa’nın ve değerlerinin onuru bilinen bir gazetenin manşetinde yayımlanmış bu karikatürde bal gibi de, AB’nin, Fransa’nın emek hareketinin yüzyıllarla verdiği savaşımlar sonucu, kazanılmış sendikal hakları, sosyal devlet ilkeleri karalanıyordu. Çin’in önlenemez yükselişi, Fransa karşısında öne geçişinin sorumlusu insanca yaşamak isteyen Fransız işçisi gösteriliyordu.
Yeni dünya sömürü düzeni, küreselleşme çarkları, Batı demokrasilerinin, Fransa’nın değer yargılarını işte bu noktalara kadar getirmişti. Değerler erozyonunun bu boyutları karşısında ürkmemek elde değildi. AB üyeliğini çağdaş uygarlık değerleri, demokrasi, sendikal haklar, sosyal devlet, insanca yaşama özlemi ile isteyenler için düş kırıklığı elbette. Kopenhag kriterlerinin aday ülkeler, elbette Türkiye’ye getiriliş biçiminde, sayısız dayatma, koşul arasında, sosyal devlet, sendikal hakların hemen hemen hiç yer almamasını da açıklayan bir durum.
Doğrudan olmasa da üyelik ilişkileri içinde etkin rol oynayan IMF reçeteleri içinde tam tersi, sosyal güvenlik reformu adı altında var olan sınırlı kazanılmış sosyal güvenlik haklarımızın budanması operasyonunun da yeri var. Elbette AB ülkelerinde, Fransa’da da sık sık kazanılmış sosyal güvenlik hakları ve sendikal haklardan geriye gidiş operasyonları gündeme geliyor. Yine de göreceli bizden çok ilerde ortak standartlar gündemde ve ilginçtir ki üyelik görüşmeleri içinde, Türkiye’ye yönelik niyet mektuplarında, AB üyeliği için kriter olması gereken sosyal standartlar, sendikal hak ve özgürlüklerden nerede ise hiç söz edilmiyor.
AB’nin çağdaş uygarlığın tam tersi öteki emperyal yüzüne en kötü örnek ise Ortadoğu’da yaşanan kanlı sıcak savaş üzerinden gelişiyor, yeni yeni boyutlar kazanıyor. İngiltere başta pek çok AB ülkesinin Irak işgalinde doğrudan ABD’nin yanında askeri işgal gücü olarak yer almaları yeni haber değil elbette. Sıcak gündemde ABD’nin Irak bataklığı sıkışıklığına Suriye’yi hedef alması ile gelişen olaylar var. Fransa başta AB’nin diğer ülkeleri öncelikle başından karşı çıktıkları Irak bataklığından çıkamaması halinde AB ekonomisinin felç olacağı korkusu ile ABD’yi çaktırmadan destekleyen politik tavır değişimi yaptılar. Sonra Suriye örneğinde olduğu üzere doğrudan destek verme yoluna gittiler.
Yorumculara göre Fransa Ortadoğu’da yeniden söz sahibi olmak üzere, eski sömürgeleri Lübnan ve Suriye’ye dönüş özlemi içinde. Hariri suikastı bağlantılı Suriye’yi hep birlikte sıkıştırma operasyonu en son BM raporu ile yeni bir tırmanış yaşadı. Hep birlikte Hariri suikastından sorumlu tutulan Suriye yönetiminin, askeri gücünü Lübnan’dan çekmiş olmasını yeterli saymıyorlar. Yeni istemlerinde, tıpkı Irak’ta kullanıldığı üzere ”demokrasiye geçiş” sloganı kullanılıyor. Ancak Irak’takine benzer bir doğrudan askeri işgal olasılığından çok, kendilerine yakın iktidar değişikliği operasyonu girişimleri söz konusu. Şimdilik uyarılar demeti, Lübnan ağırlıklı Suriye yönetimi karşıtı kitlesel eylemler, olabildiği kadarı ile Suriye yönetimine muhalefet hazırlıkları gündemde.
Sonrasında işleri nereye vardıracaklarını birlikte izleyeceğiz. Acı olanı, yüzyıllar gerisinde kaldığını sandığımız emperyal, işgalci kültürün zengin kuzeyin pervasız iktidar uygulama alanına girmiş olması. BM’nin ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesinin rafa kaldırılması değil, ayaklar altında ezilmesi..
[email protected]
Bu yazı Cumhuriyet Gazetesi’nin 29.10.2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır.