Genel seçimlerin ardından Alman siyasetinde burjuva medyaya göre “kaos”, liberal sola göre de “solun zaferi” yaşanıyor. Burjuva medyanın Sol Parti’yi görmezden gelmesini, liberal solun da Sosyal Demokratlar ve Yeşilleri sol zannetmesini hesaba katmazsak dediklerinde haklılık payı da var. Bize göreyse bu seçimlerin asıl dikkate alınması gereken aktörü, % 8,5 oy oranıyla Yeşilleri de geride bırakıp […]
Genel seçimlerin ardından Alman siyasetinde burjuva medyaya göre “kaos”, liberal sola göre de “solun zaferi” yaşanıyor. Burjuva medyanın Sol Parti’yi görmezden gelmesini, liberal solun da Sosyal Demokratlar ve Yeşilleri sol zannetmesini hesaba katmazsak dediklerinde haklılık payı da var. Bize göreyse bu seçimlerin asıl dikkate alınması gereken aktörü, % 8,5 oy oranıyla Yeşilleri de geride bırakıp 4. parti olan ve “hiçbir burjuva partiyle ittifak kurmayacağız” diyerek diğerlerinin kaos’unun aksine net bir duruş sergileyen Sol Parti’dir. Seçimlerden önce kaleme alınan aşağıdaki yazı, seçimler öncesi Almanya’sının politik atmosferine ve Sol Parti’nin oluşum sürecine bütünlüklü bir bakış açısı getirerek Alman siyasetinin bugününün daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
[sendika.org’nin notu]
Almanya tarihinde II. paylaşım savaşından sonra ikinci kez erken genel seçim yapılacak. Seçimi kazanmış ve hükümette bulunan bir partinin seçim döneminin sonuna kadar iktidarını koruyamaması için gerçekten olağan üstü gelişmeler olması ve ülkeyi yönetme koşullarının parlamentodaki çoğunluğa rağmen kaybetmesi gerekir. Almanya´da yaşanan tam da budur. Hükümetin büyük ortağı SPD (Sosyal Demokrat Parti) ve küçük ortak Yeşiller- Birlik-90 (Grüne-90 B) yapılan son eyalet (NRW-Nordrhein- Westfallen) seçimini kaybetmelerinin ardından kendilerine güvenlerini kaybederek, bütün anketlerde rakiplerinin açık ara önde görünmelerine rağmen erken genel secim kararı aldılar(1).
Almanya’daki siyasal durumu kavrayabilmek, siyasi aktörleri değerlendirebilmek ve olası siyasi gelişmelerin yönünü tahlil edebilmek için tartışmayı biraz genişletip Avrupa’nın siyasal birliğine ve izlenen iktisat politikalarına bakmak gerek.
II. paylaşım savaşından alt yapısı, iş gücü kaynakları ve sermayesi tamamen tahrip olmuş bir şekilde çıkan Avrupa, Sovyetler Birliği “tehdidine” karşı tamamen ABD’nin kontrolüne girdi. Bunun sonucu olarak sınai stoklarının eritilmesi, atıl durumdaki sermayenin ihracı ve Avrupa’nın ekonomik bağımlılığına imkan veren; üretimin kitlesel dev boyutlarda örgütlenmesi, devletlerin alt yapı ve sosyal harcamalarla talep yaratmasına dayanan (tüketim toplumunun yaratılması) Keynesçi ekonomi politikaları uygulamaya konuldu. Bu model esas itibarı ile kapitalizmin 1929 yılında fazla üretim bunalımına çözüm için üretilmişti. Stokların eritilmesi ve sermayenin atıllığına son vermesi bekleniyordu. Keynesçi ekonomi politikaları; Avrupa’nın yeniden imarı sürecinde müthiş bir talep patlaması yaratarak (ki bu durum geniş halk yığınlarının alım gücünün artırılmasına ve geniş çaplı sosyal harcamalar için devletlerin borçlanmasına dayanıyordu) ekonomi çarkının dönmesini ( kapitalizmin kendisini yeniden üretmesini) sağladı.
II. paylaşım savası sadece dünyayı fiziki olarak tahrip etmedi, aynı zamanda çok büyük hacimde sermayeyi de değersizleştirdi. Değersizleşen sermayenin büyüklüğü, geri kalan sermaye için o büyüklükte taze kan anlamına geliyordu. Hemen hemen bütün dünyanın, ağırlıkla Avrupa ve Japonya’nın imarı, alt yapı ve geniş ölçekli üretim yatırımları sermayenin kar oranlarını geçici bir süre için bile olsa artırdı. Alt yapıya, imara ve üretim mallarına yapılan yatırımların yoğunluğu kısa bir süre sonra sermayenin organik bileşenlerinin karlılık için gerekli asgari oranları bozdu. Sermayenin organik bileşenlerinin artı değere kaynaklık eden sermaye aleyhine bozulması sermayenin kar oranlarını hızla aşağıya çekti. Kapitalizmin iç dinamikleri; sermayenin yeniden genişletilmiş üretimi için yatırımı zorunlu kılarken, yatırılan her sermaye kapitalizmin kaçınılmaz sona yaklaştıran kar oranlarının düşüklüğünden kaynaklanan bunalımı daha da derinleştirdi.
Bugün kapitalizmin bunalımının nedenlerini oluşturan kar oranlarının eğilimsel düşüşüdür. 60´lı yılların ilk yarısından itibaren başlayan bu devresel bunalım her geçen gün daha da ölümcülleşerek devam etmektedir. Finans kapital 60’ların ikinci yarısından itibaren anti-kriz politikalarını IMF, Dünya Bankası ve ikili anlaşmalar yoluyla uygulamaya koydu. Bu Anti-Kriz politikaları çeşitli dönemlerde değişik isimler almasına rağmen (bugün adı Küreselleşme- Globalizm) içeriği hiç değişmedi.
1- Üretim maliyetini düşürmek için a) Hammaddeyi ucuza almak (Irak işgali) b) Emeğin değerini düşürmek ( sendikaları işlevsizleştirmek ve dağıtmak) c) tarımın tahribi (gerekli ucuz iş gücü yaratmak) d) Özelleştirmeler ile kamu mallarının özel şirketlere satılması, e) Eğitim ve sağlık alanlarının ticarileştirilmesi, f) Hastalık ve emeklilik fonlarının özel sektöre devredilmesi.
2- Sermayenin bir bölümünü tahrip edip değersizleştirmek. II. Paylaşım savaşından sonra bölgesel savaşlar hiç durmadı. Irak ikinci kez tahrip edilirken Iran, Suriye ve başka ülkelerin yıkılma planlarına ayni zamanda yeni imar planları eşlik ediyor.
Emperyalizm sadece mal ve sermaye ihraç etmez. Krizlerini de ihraç eder. Krizlerini hafifletmeye yönelik politikalarını sömürgelerine dayatır.
Ekonomilerin liberalizasyonuna dayanan emperyalizmin ulus üstü kurumlarının (IMF, DB) kontrol ve yönlendirmesiyle uygulamaya konan bu Anti-Kriz politikaları 60´ların ikinci yarısında G.Amerika´da bütün kıta genelinde gelişen tepkileri engellemek için askeri darbeler dönemini de beraberinde getirdi(2). Aynı içerik ve amaçla aynı politikalar aynı zaman diliminde Hindi Çin’de, Okyanus ada devletlerinde, biraz gecikerek Türkiye´de (1980´de) Afrika ve Ortadoğu’da, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya´da, Doğu Avrupa ve Kafkaslarda uygulamaya sokuldu. Sonuçları malumunuzdur.
Anti-Kriz politikaları 60’ların sonlarından itibaren emperyalist Avrupa ülkelerinde de sömürge ülkelerdeki sertlik ve hızda olmasa da uygulanmaya başlandı. Emperyalist ülkeler konumları gereği krizi erteleyerek ve ihraç ederek bir dönem etkisinden kurtulmaya çalıştılar. Onlar için de 74’teki petrol krizi ile deniz bitti. ABD’de Regan ve İngiltere´de Teacher dönemlerinde Anti-Kriz politikaları bütün çıplaklığıyla uygulamaya konuldu. Bu dönem İngiltere’de madencilerin büyük grevinin Teacher tarafından şiddetle bastırılması ile karakterize oldu.
Almanya’da ise Anti-Kriz politikalarının uygulanmasına 80´lerin baslarında başlandı. 1974-1982 yılları arasındaki dönemde Helmund Schmidt önderliğinde SPD (Alman Sosyal Demokrat Parti) iktidarı, yukarıda kısaca tartıştığımız Keynesçi ekonomi politikalarını uyguladı. Bu politika ile krizi ertelemeye çalışırken devletin borçlanması pahasına sosyal harcamaları yoğunlaştırdı, alt yapı yatırımlarını artırdı, yeni iş alanları üreterek işsizliği düşürdü. Toplu sözleşmeler enflasyonun üzerinde zamlarla imzalandı. Bütün bunları SPD Zentrales Investitions Program (merkezi yatırım programları)(ZIP) ismini verdiği bir program adı altında gerçekleştirdi. Ve iktidarının ilk dönemlerinde % 5,4 gibi spekülatif bir büyüme tutturdu. 79 yılında ihracattaki gerileme, finans kapitalin baskısı, işsizliğin tekrar artması, devlet borçlarının yükselmesi SPD’yi yeni bir ZIP programı uygulamaya zorladı. Sonuç tam bir başarısızlık oldu ve Başbakan Helmund Schmidt 1982’de istifa etti. Almanya’da Keynesçi politikalar dönemi sona erdi. Aynı zaman diliminde İngiltere, Fransa ve İsveç’te uygulanan bu politikalar hüsranla sonuçlandı ve sosyal demokrat partiler tarihsel yenilgiler yaşadılar. Bu durum sosyal demokrasinin krizinin tescili olurken sosyal demokrasinin fiilen tükenişinin ilanı oldu.
80’lerin ilk yarı
sında Fransa, İngiltere ve Almanya’da iktidara muhafazakar sağ partiler geldi ve bu ülkelerde Anti-Kriz politikaları; sosyal devletin ortadan kaldırılmasına yönelik saldırılar, özelleştirmeler, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı süreçte örgütlülüklerin işlevsizleştirilmesine yoğun bir propaganda eşliğinde başlandı. Bu süreçte Sovyetler Birliğinin dağılması solun dünya çapında ideolojik ve politik yenilgisini tescillerken sosyalizmi dünya halkları nazarında alternatif olmaktan çıkardı. Bu süreçte emperyalistlerin tek yanlı yoğun ideolojik-politik bombardımanı eşliğinde “Alternatifsiz kapitalizm çağında”. Küreselleşme çağının (Globalizm) başladığı ve izlenen Anti-Kriz politikalarından başka çarenin olmadığı ilan edilirken bütün dünyada yeniden sömürgeleşme ve proleterleşme dönemi müthiş bir ivme kazandı. Ve II. vahşi kapitalizm dönemi fiilen başladı.
1982’de Helmut Kohl liderliğinde CDU-CSU-FDP koalisyon hükümeti kuruldu ve 16 yıl Almanya bu koalisyon tarafından yöneltildi. Bu dönemin karakteristik özelliği Anti-Kriz politikalarının uygulamaya sokulması oldu. Sosyal hak ve özgürlüklere, işçi sınıfına karşı, daha başka bir ifadeyle burjuvazi dışındaki bütün kesimlere (orta sınıfın alt katmanları, küçük burjuvazinin tümü, işçi sınıfı ile beraber göçmen gruplarının tamamı) yönelik ekonomik-politik sosyal hak gasplarının gelenek haline geldiği bir dönem oldu. “Demokratik sistemin” altı boşaltılırken yoğun bir milliyetçilik propagandası esliğinde Nazi (faşist) hareket maddi bir güç haline geldi (1982’den günümüze 100 civarında insan faşistler tarafından öldürüldü). Özelleştirmeler, isten çıkarmalar, çalışma saatlerinin uzatılması tartışmaları, yarım günlük işlerde yoğunlaşma, iş güvencesinin gereksizliği, ücretlerin yüksekliği, emeklilik sistemi ve yaş sınırı tartışmaları başladı. Doğu Almanya’nın Batı tarafından yutulması ile Doğu’nun talanı sırasında koca fabrikalar bir mark karşılığında satıldı. Eğitimin, sağlığın paralılaştırılmasının yolu açıldı. Posta, ulaşım, enerji alanları özelleştirildi ve bu sektörlerde tekelci yapılar oluşturuldu. Adı geçen piyasalarda oluşan karteller fiyatları belirlemeye başladı. Sendikaları güçten düşürmeye yönelik politikalar uygulamaya kondu.
Böyle bir iç karartıcı dönemin sonunda Schröder ve Lafontain’in ortak liderliğindeki SPD işsizliği azaltacağı, vergi adaletini sağlayacağı, çocuk parasını yükselteceği, doğu ile batı arasındaki dengesizliği gidereceği, ilkel vatandaşlık yasasını kan bağı ilkesinden çıkaracağı gibi vaatlerle Birlik – 90- Yeşiller’le koalisyon kurarak 1998 yılında iktidara geldi. Schröder “Reformlara hemen başlayacağız” dedi. Burada Yeşiller ile ilgili bir paragraf açmak gerekli. 68 olayları Almanya´da Yeşil hareketin başlangıç noktasını oluşturur. Yeşil hareket protestocu sistem karşıtlığı karakterini oradan aldı. Çeşitli evrelerden geçerek tipik bir parti özelliği göstermeden gelişti. Seçimlere katıldı. 80´li yıllar da ilk kez Hessen eyaletinde yerel parlamentoya girdi. Simdinin dış işleri bakanı Joschka Fischer o zaman parlamentoya kot pantolon ve spor ayakkabıyla gelerek “devrim” yaptı ve öyle yemin etti. Ve ilk Yeşil cevre bakanı oldu. Yeşil hareketin protestocu kimliğin yumuşamaya başladığı milat olan bu tarihten sonra reformcu kimliği giderek belirginleşmeye başladı. Burjuvazinin alay ettiği, yerleşik partilerin ciddiye almadığı kapitalizmin kimi sonuçlarının eleştirisi ile sınırlı “kapitalizm eleştirisine” sahip parti bir dönem sol cenahın en büyük ve en renkli kümesini oluşturdu. “Onlar solcuydu”. Kapitalist sistemin değiştirme, ehlileştirme ve onların gücünü kendine katarak muhalif olmaktan çıkarma (karşıtına dönüştürme) yeteneğinin hakkını teslim ederken, kapitalizm bize bilinen dersi bir kez daha hatırlattı. Bugünkü konumları itibarı ile Yeşiller genelde kapitalizmin özelde Alman finans kapitalinin krizine “çare” reformları yapan, Alman askerlerinin yurt dışında konumlanmalarını sağlayan anayasa maddesinin değiştirilmesini onaylayan ve asker gönderen ve AB’nin Alman finans kapitalinin dizaynını hayata geçiren hükümet içi rolleri nedeniyle tam bir yedek parça işlevi görmektedir. İktidardaki başarıları kutu içeceklere depozito almak ve atom santrallerini 20 yıllık bir süreçte kapatmak oldu.
1998 yılının sonlarında yapılan seçimleri kazandığı belli olunca bir televizyon programına katılan SPD Genel Başkanı Lafontain kendisine sorulan “nasıl bir reform programına sahipsiniz?” gibi bir soruya (aynen elini masaya vurarak) söyle bir cevap verdi. “Artık fakirden alıp zengine verme dönemi bitmiştir. Kohl bunu yaptı. Bu dönemde biz zenginden alıp fakire vereceğiz” şeklinde net bir cevap verdi. Almanya’yı batırırsınız itirazları arasında. SPD içinde “işveren dostu” diye bilinen Schröder´in kurduğu hükümette Maliye Bakanı olan Lafontain “Mercedes’in bir fenik vergi vermediğini” açıkladığı sırada “başka büyükler de var” dedi. Mercedes’ten ´´başka bir ülkeye giderim´´ yanıtı geldi. “İşveren dostu” Schröder´le izlenecek politikalarda anlaşamayan, SPD’nin sol kanadından gelen Lafontain üç aylık maliye bakanlığının ardından bakanlıktan, milletvekilliğinden ve SPD başkanlığından istifa etti. SPD içinde onun gibi davranan başka kimse olmadı.
Schröder ilk is olarak Volkswagen (VW) otomobil endüstrisinin personel şefi Peter Harz başkanlığında bir komisyon kurarak Almanya’nın tüm çehresini değiştirecek “reform programı”nı hazırlattı. Bu program hazırlayıcının adıyla Harz programı olarak anılıyor. Bu programın da içinde yer aldığı politikalar demeti “Agenda 2010” ismi ile sadece SPD ve Yeşiller hükümetinin programı değil (CDU Harz programının uygulanmasını istese engellerdi, tersine destekledi ve programı hafif bularak ağırlaştırılmasını istedi)
CDU, FDP’nin programı ve daha doğru bir ifadeyle Alman Finanskapitalinin siyasi programıdır.
Bu programla;
– İş güvencesi ortadan kaldırıldı. Kitlesel işten çıkarmalar yoğunlaştı.
– Çalışma süresi uzatıldı. Haftalık 40-42 saatte çıkarıldı
– Vardiya, hafta sonu, tatil günleri zamları kaldırıldı
– Esnek çalışma, kısa çalışma, ücretsiz izin eşitleme uygulanmaya başlandı.
– İşsizlik parası süresi 6-12 aya indi. Bu sürenin sonunda sosyal yardım düzeyine indi. (sosyal yardım düzeyi yaşamın asgarisidir.)
– Emeklilik yaşı 65´e uzadı, 70 olması tartışılıyor.
– Sağlık paralı hale geldi. Doktora giden herkes 3 ayda bir 10 euro ödemek zorunda. İlaç paralı hale geldi.
– Sosyal yardım alanların 1 euro saat ücretiyle çalışması zorunlu hale geldi, çalışmayanın sosyal yardımı kesildi.
– Üniversiteler paralı hale geldi.
– Maliyetleri düşürmek için işverenlere çeşitli vergi bağışıklığı getirildi. Kurumlar vergisi, gelir vergisi düşürüldü.
– Dolaylı vergiler artırıldı.
– Sigara, alkol, benzin v.b alınan vergi oranları artırıldı.
Bu program genel olarak, emeği ile geçinen çok büyük bir kitleden egemen sınıflara kaynak aktarma amacı taşımaktadır. Aktarılan değerler, çalışanların yoksullaştığı bir süreçte, son üç yılda Alman Finanskapitali tarihinde hiç olmadığı kadar kar etti. Egemen sınıf temsilcileri “daha işin başındayız” dediklerine göre olanlar buz dağının tepesidir. Bu program Kohl hükümetinin programının devamıdır.
Ayrıntılarından biraz bahsettiğimiz Alman Finanskapitalinin tüm taleplerini içeren bu program; toplumsal örgütlülüklerin dağıtıldığı, bütün demokratik hak ve özgürlüklerin yok edi
ldiği, devletin yukarıdan aşağıya şiddet içeren şekilde yeniden örgütlendiği, toplumsal, siyasal, sosyal yaşamın bütün gözeneklerinin kontrol edildiği koşullarda uygulanabilir. Almanya zaten bir polis devletidir. Yaşamın her alanında polis kontrolü vardır. Böyle bir sistemin burjuva demokrasisi ile ilgisi kesilmese bile sınırlarının belirgin bir şekilde daralacağı ve faşizan yanların biraz daha belirginleşeceği aşikardır. Burjuva demokrasisinin kimi özellikleri ile faşizmin kimi özelliklerinin yan yana olacağı ve hangi yönün belirgin olacağı ise tamamen sınıflar mücadelesinin düzeyi ile ilgili bir durumdur. Devletin yeniden örgütlenmesi sürecinde 11 Eylül olayını takiben İspanya ve İngiltere’deki gibi olaylar kaldıraç olarak kullanılmaktadır. Toplum (genel olarak bütün Avrupa) “özgürlük mü? güvenlik mi?” ikilemine sokularak korku ve panik ortamında güvenliğe razı edilmek istenirken kontr-gerilla yöntemleri ile maniple edilerek devletin yeniden örgütlenmesi rızası alınmaktadır. Şu an bütün haberleşme sistemleri, metropollerin hemen hemen bütün caddeleri ve meydanları, basın yayın, enformasyon kanalları, para hareketleri ve kısmen var olan örgütlülüklerin önemlice bir bölümü kontrol altındadır. Müthiş büyüklükte DNA ve parmak izi bankaları mevcuttur. Almanya’da ordunun ülke içindeki toplumsal olaylarda kullanılması tartışmaları, polisin askerileştirildiği süreçte devam ederken belirgin olan şudur: devletin iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarla ilişkisinin tamamen kesildiği ve işlevinin güvenlik ve adaletle sınırlandırıldığı bir model devlet ortaya çıkmaktadır. Bu tartışmadan burjuva demokrasisinin ortadan kaldırıldığı gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Gelişme eğrisinin yönüne işaret edilmiştir.
Agenda 2010 genel programının içinde yer alan iş yaşamını, çalışanların sağlık ve sigortalarla ilişkisini yeniden düzenlenmesini içeren HARZ yasaları uygulamaya kondukça halk içindeki hoşnutsuzluklar SPD içine yansıdı. Karşılıklı suçlamalar eşliğinde partinin sol kanadından küçük bir grup koparak yeni bir parti kuracaklarını açıkladılar. Bir süre sonra WASG (Arbeit und Soziale Gerechtigkeit- Die Wahlalternative – İş ve Sosyal Adalet İçin Seçim Alternatifi) adıyla bir parti kurdular. Paralel süreçte Doğu Almanya´da pazartesi gösterileri adı altında HARZ yasalarına karsı gösteriler başladı ve bütün yurda hızla yayıldı. İlk bir ay kadar sendikalar, çeşitli sivil toplum örgütleri, PDS bu gösterileri destekleyip etkinliklere katıldılar. En kitlesel gösteriler doğu Almanya´da Leibzig şehrinde yapıldı. (Doğu Almanya yıkılmadan önce sisteme karsı gösteriler Leibzig şehrinde başlamış ve pazartesi gösterileri adını almıştı.) Basında pazartesi gösterilerinin adından türeyen kötü çağrışımlar tartışılırken, sendikalar bu gösterilerin PDS’nin kontrolüne girdiği, sistem karşıtı bir hal almaya başladığını ileri sürerek gösterilerden desteklerini çektiler ve üyelerine katılmama çağrısı yaptılar. Diğer sivil toplum örgütleri de mesajı alarak çekildiler. Meydanlar PDS ve diğer küçük sol gruplara kadar daraldı. Ve PDS gösterilere daha sonra ilgisini kaybetti ve o dalga söndü. (PDS’nin gösterilere ilgisini kaybetmesinde sistemin tehditleri ve toplumdan dışlanma korkusu ve gösterilerin devamının yol açacağı sonuçların sorumluluğunu üstlenmeye cesaret edememesi rol oynadı.) WASG´in kurulması böyle bir döneme denk geldi. Toplumda ciddiye alınmayan- ki parti de kendisini ciddiye almıyordu – bu parti kabaran hoşnutsuzluk dalgasının itelemesiyle NRW (NordRhein- Westfalen) eyaletinde yapılan secimde % 2 oranında oy alması, bütün siyasal aktörlerin hesaplarını değiştirdi.
Burada küçük bir paragraf açmak yararlı olacaktır. Çünkü yeni oluşan sol partinin oluşum zeminini oluşturan dalga sadece Almanya ile sınırlı değildi. Kısa bir süre önce Fransa ve Hollanda’da Avrupa anayasası için referandum yapıldı ve her iki ülkede de reddedildi. Özellikle Fransa’daki ret, diğer retlerin yolunu açması ve ret gerekçesine hakim rengi vermesi açısından çok önemlidir. Avrupa anayasası aylarca tartışıldı Fransa´da. Bu tartışma sayesinde Avrupa halklarından saklanan anayasanın nitelikleri ortaya çıktı ve herkes öğrendi. Bu anayasanın temel niteliği tartışmamızın da ana konusunu oluşturan Anti-Kriz yasalarını anayasa hükmü haline getirme ve bu yasaları uygulayacak teknokrat içerikli siyasetin etkisinden alabildiğine uzak ulus üstü kurumların hakim kılınması, bütünüyle Avrupa finanskapitalinin genel çıkarlarının ve bekasının korunmasının önlemlerini alması, o kadar ki özelleştirme ve liberalizmi anayasal emir düzeyine çıkarması, Avrupa halklarının politikaları ve kararları etkilemesinin önünü tıkaması, Avrupa’yı emperyal bir güç olarak tanımlaması v.s dir. Böyle bir anayasa sol içerikli argümanlarla reddedildi. Reddin kendisinden çok gerekçelerinin niteliği umut vericidir ve Fransa bu umudu Fransızca konuşarak tüm Avrupa´ya yaydı. (3)( Fransa’daki referandumda ırkçı partiler de “hayır” dediler, ama bunun bir önemi yoktur.)
Tam da bu günlerde NRW eyalet seçiminde hezimete uğrayan SPD hükümet etme yeteneğini kaybederek erken secim kararı aldı. Almanya secim havasına girdi. Seçimlere katılacak olan WASG´in seçim programını SPD’den ayrılma gerekçeleri oluşturdu. Bu program Kohl döneminde yok edilmeye başlanan ve Schröder döneminde köküne incir ağacı dikilen sosyal hakların, ekonomik, demokratik hakların geri alınması, sağlık ve eğitiminin parasız olmasını, silahlanmaya ve savaşa karşı bir duruşu içeriyor. Sosyal demokrasinin klasik programıdır. İçeriği itibari ile de SPD’nin programından her halükarda ileridedir. Bu programın olumluluğuna rağmen % 5 barajını aşması büyük başarı olurdu, ama aşamazdı. Seçime girecek diğer bir sol parti PDS’dir. PDS Doğu Alman Sosyalist Partisi´nin (SED) devamıdır. Oylarının ezici bölümünü D. Almanya’dan alır. B. Almanya´da oy potansiyeli %0.5- 1 arasındadır. Bu parti 2002 seçiminde % 5 barajını aşamamıştı. PDS hızla sağa kayan bir partidir. Sosyalizmi parti programından çıkardı. Parti içindeki sağ unsurların kontrolüne girdi. Şu an itibari ile sosyal demokrat bir partidir. Fazla değil. Program olarak WASG´dan farklılıkları nüanslarla sınırlı olsa da doğu ve sosyalist kökenden olması batılı seçmenlerin ürkmesi için fazlaca bir neden teşkil ediyor.
Seçimlere katılan, adında komünist yazan (DKP; MLPD) iki parti daha var. Bunlara parti demek doğru değil. Emekliler kulübü özelliği gösteren sosyal yaşamla ilgileri olmayan “eski yoldaşlar” kümeleridir. Şu an değerlendirme dışıdırlar.
Her şey iki ay önce Oskar Lafotain´in “WASG ve PDS secime birlikte girerlerse ben de onlarla beraber çalışır aday olurum” demesiyle değişti. WASG ve PDS Lafontain´nin bu önerisini memnuniyetle karşıladıklarını açıkladılar. Yeni bir parti kurup seçimlere beraber girmeye karar verdiler. Zamanın kısalığı bu projeyi engelledi. PDS adını değiştirdi Linke Partei.PDS (Sol Parti.PDS) adını aldı. Lafontain ve WASG´lılar Sol Parti.PDS´den aday oldular. Süreç çok hızlı gelişim gösterirken su an Sol Parti.PDS Almanya´daki irili ufaklı hemen hemen bütün grupların komünist, sosyalist v.b içinde yer aldığı semsiye örgütü halini aldı. Bu, bu aşamada olumludur. Bu parti Almanya’daki yerleşik siyasal ilişkileri ciddi olarak sarsma potansiyeline sahiptir.
SPD ve Birlik 90-Yeşiller iktidarının izlediği politikaların toplumda yarattığı tepkilerin eyleme dönüşmesi ile sosyal demokrasinin ilkelerine sahip kalmak isteyen SPD´nin sol kanadından kopanların oluşturduğu WASG ile 1990´ların baslarında başlayan sağa kayısı
2000´lerde sosyal demokrasi sol yorumuna tekabül eden bir çizgiye oturan PDS önderliğinde oluşturulan Sol Parti.PDS (Linke Partei.PDS) seçim programına ilişkin yukarıda WASG programına ilişkin söylediklerimize daha açıklayıcı olması için şunlar eklenmelidir. Sol Partinin “Yeni bir sosyal düşünce için Sol Parti.PDS” (Für eine neue soziale Idee Linke Partei.PDS) isimli broşürünün 9. sayfasında önerilen programın adı “Zukunfts inverstition program” (ZIP) olarak isimlendiriyor. Aynı içerik ve isimdeki 30 yıl öncesi SPD programının adı da ZIP idi. Bu programın içeriğini baş kısımda tartışmış, Keynesçi ekonomi modeli olduğunu söylemiştik. Sol Partinin önermesi de 30 yıl sonra Keynesçi Ekonomi Modeli. Bu model kapitalizmin bir önceki evresine dönme istem ve iradesidir. Kapitalizm eleştirisini içermemektedir. Eleştiri kapitalizmin neden olduğu olumsuzluklarla sınırlıdır.
Programatik düzeyde sol partiler; sosyal demokrasi, Yeşiller ile sağ partiler; CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik) CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik) FDP (Liberal Parti) arasında farklar iyice silindi. İzlemek istedikleri programlar aynılaştı. Var olan farklar nüans düzeyindedir. Örneğin CDU SPD´nin uygulamalarını hafif bulmakla beraber desteklemiştir. Partiler birbirinin alternatifi olmaktan çıkmışlardır. Alman toplumunun hemen hemen % 50´sinde CDU´nun iktidara gelmesinin kötü olacağı yönünde bir korku ve endişe vardır. Bu partinin açıklanan seçim programı korku ve endişenin yersiz olmadığını gösterdi. Sendikalar bu programı “kara ajanda” olarak nitelediler. Bütün partilerin aynı programın uygulayıcıları olmaları Sol Parti´yi onların bütününe alternatif hale getirdi. CDU’dan korkan SPD ve Yeşiller´den memnun olmayan kitleler oy verecekleri bir adres buldular.(4)
Sol Parti;
– Mevcut partilerden memnun olmayan kesimlerin salt protesto niteliğinde bile olsa Nazi partilere gidecek oylarını engellemiştir. Nazi partilerin biraz oy alarak alternatiflerden biri olması bu şekilde önlenmiştir. Şimdilik Naziler ırkçı söylemlerinin yanında sahte bir kapitalizm eleştirisine sahipler. Kriz dönemlerinde sol tandanslı bir kapitalizm eleştirisi ve altarnatifi yaratılıp toplumsal krize müdahale edilemediği koşullarda faşist hareket sahte kapitalizm eleştirileri eşliğinde var olan memnuniyetsizliği ve kapitalizm karşıtlığını sahte umut ve söylemlerle kitleleri örgütler(5). Bunun sonuçları Hitler döneminde görüldü, biliniyor. Sol Parti’nin oluşturduğu alternatif faşist harekete gidebilecek önemli bir potansiyeli engellemiş ve kendisine çekmiştir.
– Türkiye’de çok kullanılan bir söylemle ifade edersek, Sol Parti egemen, yerleşik partilerin ezberini bozdu. CDU-CSU-FDP´nin koalisyon halinde iktidar olacakları (%55 oy oranı ile) şeklindeki yerleşik kanı bozuldu. Bu partilerin çoğunluğu sağlayıp sağlayamayacakları tartışılmaya başlandı. Bu partiler iyice agresifleşti. İktidar umutları azaldıkça daha da saldırganlaştılar. SPD ve Yeşiller Sol Parti ile kesinlikle ortaklık yapmayacaklarını açıkladılar. Yeşiller’in “Sol Parti durdurulmalıdır” açıklaması bu partinin ciddi bir gelecek kaygısı taşıdığını gösterdi. Bütün partiler Sol Parti karşısında kendilerini yeniden konumlama ihtiyacı duydular, duyacaklar.
– Sendikalar üzerinde SPD´nin hegemonyası sorgulanmaya başlandı. Bu durum sendikalara izlenen liberal politikalara karşı hareketsizlikten çıkmaları konusunda çeşitli olanaklar sunuyor. SPD hegemonyası, izlenen neo-liberal politikalar ve bu politikalara karsı sendikaların felçli görüntüleri sendikaları hızlı bir erime ve etkisizleşme sürecine sokmuştu. Sol Parti’nin oluşturduğu yeni alternatif sendikaları daha politikleştirecek ve onları reform politikalarına tavır almaya zorlayacak gibi gözüküyor. Sendikalar SPD’ye mahkum olmadıklarını gördüler.
– Sol Parti birbirinden bağımsız duran çeşitli muhalefet konuları etrafında bir araya gelen ve dağılan, bir süreklilik arzetmeyen (savaş karşıtları gibi) birbirinden farklı bir çok eğilimi barındıran muhalefet odaklarına ortak bir platform sunma, çatı olma ve süreklilik sağlamak v.s. gibi bir işlevi yerine getirecektir(6).
– Almanya’da yaşayan toplam sayıları genel nüfusun % 8´ine tekabül eden inanılmaz düzeyde birbirinden farklı kültürel, sosyal ve siyasal eğilimler taşıyan göçmen kitlesi için de birleşme ve beraber tavır geliştirme platformu olanağı sundu.
Bunlar Sol Partinin Almanya’daki politik yaşama genel düzeydeki ilk etkileridir. Bu etki Almanya ile sınırlı kalmayıp Avrupa Birliği içinde yer alan ülkelerdeki yeni yerel örgütlenmeleri olumlu etkileyecektir. İtalya, Portekiz, Danimarka, Fransa ve İngiltere´de sol kimlikli yeni partiler kuruldu. Bu ülkelerde kurulan partiler ülkelerinin toplumsal, siyasal yaşamlarına olumlu etkide bulunmaya başladılar. Almanya da bu ülkelere dahil oldu. Bu ülkelerde politik yaşama müdahale birbirlerine olumlu etkide bulunacaktır.
Yukarıda ifade ettiğimiz etkilerin yanında Almanya´da kökleri ikinci paylaşım savaşı öncesine dayanan; savaş sonrası dönemde de bütün dünyada estirilen anti-komünist kampanya ve ikiye bölünmüş ulus travması ile beslenen, orta sınıfların genişliği ve ekonomik gücün yüksekliğinin yanında küçük burjuva katmanların toplumdaki sayısal çokluğu, işçi sınıfının aristokratlaşıp kaybedecek bir şeylere sahip olması ve ideolojik olarak toplumun diğer sınıf ve katmanları gibi burjuvazinin ideolojik-politik kontrol ve yönlendirmesi altında bulunması gibi etkenlerden beslenen, sola karsı ön yargılı, kuşkucu, mesafeli bir tutum vardır. Yakın tarihte RAF’ın (Kızıl Ordu Fraksiyonu) eylemlilikleri, son dönemdeki “terör” hareketlerinin etkileri ve resmi propagandanın yönlendirmesi ile sol genel toplum içinde iyi çağrışımlar yapmıyor. Alman sol hareketlerinin toplumdan soyutlanmış, marjinalleşmiş olmaları, politik birtakım hatalar Yeşiller’in toplum nezdinde sol olarak algılanmalarını sağladı. Ve toplum onların solunda yer alan bütün sol yapılara komünist ve teröre her an bulaşabilecek potansiyel kesim gözü ile bakmaktadır. PDS (doğu kökenli olması ve SED´in devamı olması nedeni ile) batıda soyutlanmış, doğu ile sınırlı, BND (Alman Gizli Servisi) takibi altında olan, potansiyel STASI (Doğu Alman İstihbarat Servisi) ajanları muamelesi gören bir partidir. PDS Almanya’nın batısında kendisini politik bir güce dönüştürmesi mümkün olmayan bir partidir. Almanya’da sol hep bastırıldı. Uzun yıllar komünist partiler yasaklı idi. Komünist olmak işten atılmak için yeterli bir gerekçe oldu yıllarca. Bu gibi etkenler sola karsı toplumda ciddi kuşku, korku ve ön yargı oluşturdu.
Lafontain´in lokomotifliğinde WASG ve PDS´in beraber oluşturdukları bu Sol Parti, eğer sola karşı var olan ön yargı ve kuşkuları törpüleyebilir ve solu marjinal konumundan çıkarabilir ve toplumda sol bir dalganın yaratılmasını sağlayabilirse işlevini yerine getirmiş demektir. Sol Parti’nin sol fraksiyon ve kümelerin çatı örgütlenmesi haline gelmesi de onun tek tek bileşenlerinin de aynı kaygıları taşıdığını göstermektedir. Sol Parti programının geriliği, kapitalizme alternatif önermediği, reformist bir parti olduğu eleştirileri ondan uzak durmanın, onu desteklememenin, onunla beraber çalışmamanın gerekçesi olmamalıdır. Sol kümelerin ve tekil insanların böyle bir hakları yoktur. Çünkü Sol Parti solda bir umut ışığı oldu. Sol Parti yeni oluşmuş bir yapı olarak farklı siyaset yapma alışkanlıklarına sahip olan fraksiyonların ve kişiler tarafından oluşturulduğu için birtakım uyumsuzluklar ve anlaşmazlıklar, hatta ayrılmalar (bu biraz da seçimde alınacak sonuca bağlı) olabilir. Ortak bir politik dilin, siyaset yapma tarz
ının ve onun mentalitesinin oluşması bir süreç sorunudur. Grupların ve bireylerin koalisyonu görünümündeki partinin parti halini alması zaman alacaktır. Bunun ne kadar süreceği bileşenlerinin sorumluluklarını yerine getirme bilinci ve mücadelesine bağlıdır. Mücadele ile sokak ile kuracağı ilişkilere bağlıdır. Eğer kendisini bir seçim ittifakı ve
parlamentoya temsilci göndermekle sınırlı görür ve sonra ayrışırsa kendisine bağlanan umutlara ihanet etmiş olur. Parlamentoda temsil edilip edilmekten (tabii ki temsil edilmesi çok iyi olur) bağımsız olarak seçim sonrasında toplumsal mücadelenin çeşitli bileşenleri ile (savaş karşıtları, çevreciler, anti-faşist gruplar, feministler öğrenciler v.s) kuracağı ilişkiler parti için yaşamsal önemdedir. Sokakta hak arama bilincini geliştiren, haklarını arayanları destekleyen, sokağa politik bilinç ve ton veren, haksızlığa uğramışların, zayıfların sokaktaki sesi ve gücü olan, her türden tepkileri geliştiren, siyasallaştıran, sokağı yeniden örgütleyen, etkileyen ve sokağın kendisini örgütleyip etkilemesine izin veren bir parti; sokağın gücünü parlamentoya taşıyan bir parti olamaz ise bir sonraki seçime nefesi yetmeyecek, moral bozukluğu ile herkes evine giderken parti sönecektir. Özellikleri itibarı ile bu parti sokağın gücü olma potansiyeline sahiptir. Çeşitli muhalif küme ve gruplar hak aramak için sokağa çıktıklarında parlamentoda Sol Parti ile güçlü bir sese sahip olacaklardır.
Sol Parti’nin programının geriliği, reformist bir parti olusu, anti-kapitalist bir öz taşımaması, kapitalizme alternatif önermemesi bugünkü konjonktürde temel sorun değildir. Bu partiden beklenenler de bunlar olmamalıdır. Bu parti anti-kapitalist ve kapitalizmin alternatifini öneren, mücadelesini ideolojik-politik, toplumsal, demokratik toplumsal boyutlarda sürdüren, devrim perspektifine sahip başka bir hareketin (giderek partinin) doğumuna uygun koşulların oluşmasına katkıda bulunabilirse bu parti işlevini yerine getirmiş demektir. Bu perspektifle, bu konjonktürde bu parti desteklenmelidir.
Sol Parti seçim sonrası uzun bir süreçte seçimlerdeki başarısı, sokakla birleşme, sokağı etkileyip yönlendirme ve alternatif konuma yerleşme kapasitesi ile doğru orantılı olarak egemen sınıfların çeşitli durum ve düzeylerde müdahalesine maruz kalacaktır. Bu müdahaleler başladı bile.
Bunlar:
1- Partiyi dışlayıp kitleler ile bağını kesmeye yönelik çeşitli yöntemler (tehdit ve polisiye sıkıştırmalar, sansasyonal haberler) kullanacaklardır.
2 -İçte parçalayıcı, güçten düşürücü tartışmalar çıkarıp geliştirmeye çalışacaklardır.
3- Herhangi bir biçimde (Yeşiller’de olduğu gibi) hükümet içine alıp ehlileştirmeye çalışacaklardır.
4- Daha solda anti-kapitalist, sosyalizm hedefli bir hareketin oluşma koşullarına ebelik yapmasını önlemeye yönelik kapatma ve dağıtma yöntemine yöneleceklerdir.(CDU’lar Lafontain’i BND’nin takibine almakla tehdit etmişlerdi.)
Egemen sınıfların bunlardan hangisine baş vurabilecekleri ise tamamen konjonktürün özelliklerine, partinin kitlelerle bağına ve mücadele sürecindeki konumuna bağlı olarak şekillenecektir.
Diğer yandan Sol Parti’nin avantajları da olacaktır.
1- Sağlam bir savaş karşıtı duruş partinin sesini çok güçlü çıkaracaktır. Almanya’da çok güçlü bir savaş karşıtı potansiyel vardır, bu potansiyel siyasallaştırılırsa müthiş bir ivme kazanır.
2- Avrupa’da gelişen neo-liberalizm karşıtı hareketin gücü ve meşruiyeti ve mücadelesi, Sol Parti’nin bu akımla kuracağı ilişki partinin yerleşmesinde önemli rol oynar ve egemen sınıfların saldırısına karşı bir barikat oluşturur.
3- İşçi sınıfının egemen sınıfların ekonomik, politik ve ideolojik saldırılarına karşı kendiliğinden veya örgütlü göstereceği reaksiyonlar, sendikaların SPD hegemonyasından kurtulmaya başlamaları ve mücadele ettikleri kadar var olabilecekleri konusundaki bilinç yenilenmesi, partinin yalnızlaştırılıp izole edilmesine karşı sokakta güçlü bir potansiyel müttefik bulacaktır.
4- Almanya’da siyasal, sosyal, ekonomik ve demokratik hak gaspları ciddi bir dalgalanma başlattı. Bu dalgalanma öncesi sallantıları yaşayan toplumda ciddi bir gerilim birikimi var. Örneğin öğrenciler ısınma turlarına başladılar. Bu dalgalanma ve toplumsal mücadele partiye yeni olanaklar sunacaktır.
Almanya bir Fransa değildir. Tarihine ihanet edercesine ciddi bir durgunluk ve atalet içindedir. Sol, siyasal örgütlenmelerde zayıf, cılız ve toplumsal yaşamda etkisizdir. Durgun ve atalet içindeki toplumsal yapı taşlarını biraz olsun yerinden oynatma potansiyeline sahip sol tandanslı bir oluşuma eleştirel bir destek sunmak gibi bir tutum doğrudur. Çünkü, hemen hemen bütün Avrupa’da yeni bir dönemin başladığını bireyler ve siyasal aktörler hissetmektedirler. Bu yeni dönemin temel özelliği ciddi alt üst oluşlar, sınıflar arasında şiddetli çatışmalar, uzlaşma noktalarının azalması, Burjuva demokrasisinin çerçevesinde ciddi daralma vs. seklinde yaşanacaktır. Burjuvazi ile proletarya arasındaki, refah toplumuna dayalı “tarihsel uzlaşma” bozulmuştur. Burjuvazi bu anlaşmayı bozmuştur. Bu nedenle bizi (sınıfımızı) bu sürece hazırlamakta rol oynayacak, sınıfın siyasal temsilcisinin doğup büyümesine katkıda bulunacak her hareket, oluşum ehvendir. Almanya’daki Sol Parti tam da budur.
Ağustos 2005, Frankfurt
DipNotlar:
(1)- Aslında seçim kararını SPD , daha doğrusu Schröder alırken, Yeşiller gönülsüz olarak desteklemek zorunda kaldılar. SPD ve Yeşillerden birer milletvekilinin, erken genel secimin anayasaya ile çeliştiğini savunarak açtıkları dava, yazı kaleme alındığı sırada Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi. Böylece erken genel seçimin önündeki yasal engel de kalkmış oldu. Zaten başka bir sonuç da beklenmiyordu, çünkü Anayasa Mahkemesi kararını açıklamadan çok önce partiler seçim çalışmalarına başlamışlardı.
(2)- Bu politikaların uygulanmasının önünde engel olan Allende Şili’de ABD destekli Pinochet darbesi ile öldürüldü. Bütün kıta da muhalif sol fiziki olarak yok edilirken hak gaspları, işkence ve kayıplar eşliğinde kıta halkları kölece ücretlere, zenginliklerin yağmalanmasına razı edildi.
(3)- Fransa ve Hollanda’dan sonra İngiltere’de yapılması gereken referandum iptal edildi. Bu iptal bile egemen sınıfların kendi koydukları yasalara bile keyfi olarak uymadıklarını göstermesi açısından önemlidir.
(4)- Anketlerde bir ara %12-13´lere tırmandı. Almanya’nın doğusunda % 35 oranıyla en büyük parti oldu. Ve Almanya siyasal yaşamında bir deprem yarattı.
(5)- NPD’nin 2004 yılında Sachsen’de yapılan eyalet seçiminde % 8 oy alıp barajı geçerek yerel parlamentoya girmesinde HARZ eleştirileri belirleyici bir yer tutmuştur.
(6)- Parti şimdiden Almanya’da varolan irili ufaklı bütün sol kümelerin bir araya geldiği bir şemsiye, çatı işlevi görmeye başladı.