Küreselleş(tir)me önümüze çok büyük düşünme ve yorumlama kanalları açıyor. Kapitalizmin dinamiklerini ve hangi sınıfa hizmet ettiğini dikkate almadan, küreselleşmeyi özgürlük, demokrasi ve insan haklarının en son ve üstün aşaması olarak niteleyenleri tarih, ”henüz yontma taş devrine evrilmemiş beyinler” olarak tanımlayacaktır. Tarihte güç ilişkilerinin gelişme sürecinden nasibini almamış bir beyin, yaşadıklarını algılayamamış demektir. Tarihsel süreci sistematik […]
Küreselleş(tir)me önümüze çok büyük düşünme ve yorumlama kanalları açıyor. Kapitalizmin dinamiklerini ve hangi sınıfa hizmet ettiğini dikkate almadan, küreselleşmeyi özgürlük, demokrasi ve insan haklarının en son ve üstün aşaması olarak niteleyenleri tarih, ”henüz yontma taş devrine evrilmemiş beyinler” olarak tanımlayacaktır. Tarihte güç ilişkilerinin gelişme sürecinden nasibini almamış bir beyin, yaşadıklarını algılayamamış demektir. Tarihsel süreci sistematik olarak çözümlersek, mümin kapitalist-emperyalistlerin tam bir aldatmaca olarak ortaya attıkları geleceğin belirsizliği ve kaos faraziyelerinin geçersizliğini ve tarihin belirli bir bant içinde seyrettiğini anlar, bu bant içindeki karelerin ise yerli yerine oturduğunu görürüz. Kapitalizmin temel gelişme evrelerini izleyerek son aşamayı niteleyecek olursak; küreselleşmenin, merkezileşmiş sermaye karar mekanizmasının, süzme ve ayıklama süreci içinde, insanı ve çevreyi dışlayarak, sadece merkezi sermayenin çıkarları doğrultusunda geliştirdiği ve tüm ekonomilere dayattığı bir politika olduğunu söyleyebiliriz.
Günümüz teknolojisinin sağladığı olanaklarla Katrina kasırgasının New Orleans’ı vuracağı günler öncesinden belli idi. Yetkililer kentin boşaltılması kararını aldılar. Tüm teknolojik olanaklara ve alınan idari önlemlere rağmen sonuç ortada. Bu sonuç, yazılan çizilenlerin aksine, hiç de şaşırtıcı değildir! Sermayenin karşısında ”bireyselleştirilerek yalnızlaştırılan” bireye, sermayeye yük yıkarak kamu bütçesinden yardım sağlanması olanaklı olabilir mi! Ama aynı bütçede Türkiye’nin milli geliri kadar savaş tahsisatı yer alabilmektedir! Sermayenin uygun gördüğü alanda büyütülen, emrettiği alanda ise küçültülen devlet ve piyasa felsefesinin hâkim kılındığı bir ortamda New Orleans katliamında şaşılacak bir şey yoktur! Dünya Ticaret Merkezi saldırısında yarım saat içinde üç bin kişi öldü. ABD’nin Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamamasının neden olduğu çevre kirliliği, küresel ısınma ya da ozon delinmesi, belki 10, 20 ya da daha uzun süre içinde on binlerce insanı hasta edecek, sakat bırakacak ya da öldürecektir. Acaba, hangisi daha büyük bir katliam ki!
Dünyanın en güçlü (ya da öyle olduğu sanılan!) ekonomisi, tüm dünyaya demokrasi ve özgürlük aşkına yayılmak için milyar dolarları harcarken bir kentinde yaşanan felaket için ”gönüllü” (!) çağrısı yapmaktadır. Bu, ulusiçi ve ulusötesinde çürükleri ayıklayıp, işe yarayanları toplayan küreselleşme felsefesi içinde anlamlı bir insani davranış olarak görülebilir mi?
Merkez kapitalizmin yürüttüğü bu süzme ve ayıklama süreci tüm yerküreyi kaplarken, Türkiye bunun dışında kalabilir mi! Bu bağlamda, ABD’de New Orleans’ın çöküşü ile, Türkiye’de ERDEMİR’in ya da TÜPRAŞ’ın satışı arasında bir fark yoktur. Türkiye gibi büyümeye çabalayan bir ekonomide, Balkanlar ve yakın Ortadoğu havzasında yegâne büyük bir kompleks olan ve yassı demir üreterek Türkiye ekonomisinin şahdamarını tutan bir tesis niçin Türkiye’ye bırakılsın ki! Dünya demir üretiminin yönlendirilmesinde böyle bir tesis içeri alınıp, onu kanıyla, canıyla kuran ulus dışarı atılmaz mı; merkez sermayenin çıkarı bunu gerektirmez mi? Aynı şekilde TÜPRAŞ da, bölgenin en büyük rafinaj tesisi olarak niçin küreselleşmenin içine alınmasın ki? Ya TELEKOM, böylesi yeni ve önündeki piyasa olanakları fevkalade parlak bir tesis küreselleşmenin içine alınmaz mı?
Geçen hafta bir TV kanalı Türkiye Başbakanı’nın ABD’deki yıldızının parladığını söyleyerek, bunun nedenlerini, çok satan bir gazetenin ünlü bir köşe yazarı ile konuşuyordu. Köşe yazarı da, tüm enerjisini kullanarak, Erdoğan’ın Kıbrıs, Kürt ve diğer konularda ezberi bozduğunu anlatarak, iyi yolda ilerlediğini anlattı. Tam bir köle zihniyetini yansıtan bu görüşün tersi, herhalde, tüm politikalarda statükoyu korumak değildir. Ancak, hiç değilse, halkımızın çıkarını koruyarak ve çevremizde oluşturulan politikalarda söz sahibi olarak politika değişikliği yapmak başka şeydir, bizim dışımızda ve bizim aleyhimize oluşturulan politikalara boyun eğmek ise çok daha başka bir şeydir! Ne denebilir ki; bir ulusun başbakanının icraatlarını, çıkar çatışması içinde olduğu diğer ulusların ”yıldız parlatma” taktiklerine bağlayan bir beyin!
ERDEMİR satışında kıpırdanan ulusalcılığın da nasıl bir alt-kapitalist öğe olduğu ve tesisin merkez güçlere aktarım basamağı oluşturduğunu da bir türlü anlamamakta ısrar ediyoruz. Başbakanının yıldızı dışarıda parlayan bir ülkede burjuvazinin de rolü bellidir!