Son günlerde, Bush yönetiminin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘a bakışında olumlu yönde bir değişikliğin olduğuna ilişkin haberlere bakarak ”Nasıl yani?” diye düşünüyordum. Başbakan’ın Wall Street Journal’daki yazısını okuyunca cevabımı buldum. Bu yazı hükümetin, Bush yönetiminin Irak politikasını kayıtsız şartsız desteklediğini beyan ediyor. Bu beyanatın, ABD halkının giderek Bush yönetiminin Irak politikasından uzaklaştığı, savaş karşıtı muhalefetin […]
Son günlerde, Bush yönetiminin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘a bakışında olumlu yönde bir değişikliğin olduğuna ilişkin haberlere bakarak ”Nasıl yani?” diye düşünüyordum. Başbakan’ın Wall Street Journal’daki yazısını okuyunca cevabımı buldum. Bu yazı hükümetin, Bush yönetiminin Irak politikasını kayıtsız şartsız desteklediğini beyan ediyor.
Bu beyanatın, ABD halkının giderek Bush yönetiminin Irak politikasından uzaklaştığı, savaş karşıtı muhalefetin ortalama vatandaşın desteğini almaya, büyük medyada yankı bulmaya başladığı, Irak-Vietnam karşılaştırmalarının yoğunlaştığı, savaşın maliyetinden, çıkış stratejisinin yokluğundan şikâyet edildiği, Fukuyama ‘nın Bush hükümetinin dış politikasını Irak bağlamında şiddetle eleştirdiği (The New York Times, 31/08) bir dönemde yapılmış olmasıysa ayrıca ilginç. Adeta batan gemiye binmekte ısrar eden ”hevesli bir yolcu” var karşımızda. Hadi hayırlısı…
Sadakat beyanı gibi bir şey
Başbakan, WSJ’deki (Dışişleri’nin üslubundan ziyade Bush yönetiminin söylemini anımsatan) yazısına, ”yeni Irak idealine bağlı olduğumuzu” açıklayarak başlıyor. Diğer bir deyişle ”yeni Irak’ın” mimarı ABD’nin projesini tümüyle benimsiyoruz. Başbakan, Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğumuzu vurguluyor. Ama ya ABD’nin ”Irak ideali” içinde, Irak’ın parçalanma olasılığı da varsa… Öyle ya, ABD yönetiminde egemen neo-con ekip içinde birçok (örneğin American Enterprise Institute’ten John Yo’ nun Los Angeles Times’daki, ABD’nin Irak’ı bir arada tutmak için boşuna para harcadığını, kan döktüğünü ileri sürdüğü yazısındaki gibi), İsrailli dış politika uzmanı, Irak’ın parçalanmasının kaçınılmaz olduğunu söylemiyor mu?
Başbakan’ın yazısında, Irak’taki direnişe hiç değinilmiyor. ABD politikasına karşı çıkanlarının ”terorizm” , ”teröristler” kavramlarıyla kapsanmış olmasıysa çok düşündürücü. Başbakan’ın ”Türkiye, ana müttefiki ABD’nin Irak konusundaki endişelerini anlıyor. Biz ABD’nin Irak’ta demokrasi ve istikrar yönündeki çabalarını destekliyoruz” sözleri de Türkiye’nin ABD’ye verdiği özel önemi, bağlılığı vurguluyor. Bu arada Başbakan, Iraklı subayları (nerede?) eğittiğimizi de anımsatıyor.
Başbakan yazısıyla, ABD’nin Irak’a demokrasi ve istikrar getirmekte olduğuna ilişkin, Bush yönetiminden başka dünyada hiç kimsenin kabul etmediği, ABD muhafazakâr kesimlerinde bile inandırıcılığı kalmayan, Fukuyama’nın hatalı bir dış politika olarak gördüğü bir tezi benimsediğini belirtmiş oluyor. ”Bütün zorluklara rağmen siyasi geçiş süreci yolunda gidiyor. Diyalog ve uzlaşı kültürü tedricen yerleşiyor. Irak, seçilmiş bir geçiş hükümetine sahip. Iraklılar arasında siyasi süreç ve yeniden yapılanmanın eşzamanlı olarak ilerletilmesi konusunda da geniş bir fikir birliği mevcut” saptamalarıysa insanın aklına bilimkurgu romanlarını getiriyor.
Başbakan bundan sonra yazısına, adeta bu sadakate karşı Irak pastasından pay ister gibi, yapabileceğimiz katkıları anlatarak devam ediyor ve Irak’ın birliğinin stratejik bir zorunluluk olduğunu vurgulayarak bitiriyor. Ya bu stratejik (uzun dönemde yaşamsal) zorunluluk yerine gelmezse durumdan nasıl bir görev çıkacak acaba?
Yeni Irak ideali
Başbakan daha yazısının ilk paragrafında ”son iki yılda Irak’ta her şeyin dramatik bir şekilde değiştiğini… Irak toplumunun tüm kesimlerinin güvenlik, istikrar ve nezih bir gelecek için mücadele verdiğini” vurgulayarak ilginç bir saptamada bulunuyor. Saptama ilginç, çünkü Irak’ın işgal atında olduğunu, bir türlü bastırılamayan bir direnişin varlığını, ülkenin ekonomik altyapısının imha edildiğini, kimi tahminlere göre 100 bin Iraklı sivilin öldüğünü, ölmeye devam ettiğini görmezden geliyor. Ben de acaba Başbakan’la aynı gezegende mi yaşıyoruz diye düşünmeden edemiyorum.
Geçen iki yıl içinde Irak acımasızca talan edildi, edilmeye de devam ediyor. Daha birkaç hafta önce Seattle Times’da yayımlanan kapsamlı bir araştırma, işgalle birlikte Irak’ın müzelerinin nasıl soyulduğunu, hâlâ soyulmaya devam edildiğini, bu konuda yetkililerin hiçbir şey yapmadığını yazıyordu.
Araştırma kurumu Foreign Policy In Focus’un akademisyenlerinden Antonia Juhasz’ ın 14 Ağustos’ta Los Angeles Times’da yayımlanan bir araştırması da büyük ABD şirketlerinin daha şimdiden Irak’a girerek bir ekonomik bağımsızlık olanağını ortadan kaldıracak biçimde varlıklarını ele geçirmeye başladığını ayrıntılı bir biçimde aktarıyordu. Irak’ın yeniden inşası süreci de tam anlamıyla bir talana dönüşmüş durumda. Bremmer döneminde 150 ABD şirketine toplam 50 milyar dolarlık (Irak GSMH’sinin iki katı) ihale verilmiş. Bunun 11 milyarı Cheney’ nin şirketi Halliburton’a gitmiş. Yeni anayasa Irak’ı, petrol kaynakları da dahil tümüyle satışa açıyor. İngiltere İşçi Partisi eski bakanlarından Michael Meacher de 12 Ağustos tarihli The Times gazetesindeki yorumunda Irak’ta özelleştirmelerle ilgili ne kadar üzgün olduğunu, ülkenin ABD çokuluslu şirketlerinin eline geçmekte olduğunu yazıyordu.
Geçen ay The New York Times ve Knight Ridder’da yayımlanan iki araştırma, iki yıldır Irak’ta yaşanan sürecin karanlık yüzlerine ışık tuttu. NYT’de Daniel Bergner , ”Diğer Ordu” başlıklı ayrıntılı araştırmasında, Irak’ta ABD kaynaklı 80-100 arası özel güvenlik ve hizmet şirketinin, en az 25 bin kiralık askerin (bir başka araştırma 50 bin diyordu), 50-60 bin de ”silahsız” sivil görevlinin bulunduğunu aktardıktan sonra, işin ilginç yanı, bu oluşuma kimin izin verdiğinin, kimin bu kiralık askerlerin ve sivillerin etkinliğini denetlediğinin belli olmadığını belirtiyordu. Bu kiralık askerlerden ABD ve Avrupalı olanlar günde 400-700 dolar ücret alıyorlarmış. Şili gibi azgelişmiş ülkelerden gelenlerse 40-170 dolar (!). Knight Ridder’daki araştırma ise Pentagon’un Irak’la ilgili silah ihalelerinde en az 1 milyar doların hesabının verilemediğini, paranın kayıp olduğunu aktarıyor.
Vietnam Savaşı’nı yaşamış, halen National Geographic’te çalışan emektar gazeteci Lewis Simons’ ın Washington Post’ta iki savaşı karşılaştırırken aktardığına göre 1962-64 döneminde Vietnam’da 392 Amerikan askeri ölmüş. Irak savaşında iki yılda ölen askerlerin sayısı 1800’ü geçti. Vietnam Savaşı ABD’ye sabit fiyatlarla 600 milyar dolara mal olmuş. Eğer Irak savaşı altı yılda biterse maliyeti 700 milyarı bulacak, kimi uzmanlar 1 trilyondan söz ediyorlar. Reuters’a göre, Irak’ın ortalama aylık maliyeti çoktan Vietnam Savaşı’nın aylık maliyetini aşmış. Bu ortamda, Vietnam gazisi, bol madalyalı Senatör Hagel , Irak’ı Vietnam’a benzetirken kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının Bush yönetimine, savaşın gerekliliğine güveninin azaldığını gösteriyor. Irak’ta ölen askerlerden birinin annesi Cindy Sheehan’ ın savaşa karşı kampanyaya katılması, sıradan Amerikalıların kampanyaya ilgisini arttırmış. Bir Washington Post/ABC anketine göre halkın yüzde 53’ü Sheehan’ın yaptıklarını destekliyormuş.
İşte Başbakan Erdoğan böyle bir konjonktürde ABD’ye sadakat beyanında bulunuyor. Acaba neden? Gündemde ne var dersiniz?
Cumhuriyet 05.09.2005