ABD yönetiminin Katrina Kasırgası’yla gelen fiziki ve insani felakete verdiği inanılmaz tepkiyi bütün dünya şaşkınlık içinde izliyor. Dünya televizyonları, gazeteler olayı ayrıntılarıyla işliyor. Genel tepki, nasıl olup da dünyanın en zengin ve en güçlü devletinin bu felakete yoksul Üçüncü Dünya devletleri gibi, hatta daha da kötü bir şekilde karşılık verdiğini sormak yönünde. Cevap […]
ABD yönetiminin Katrina Kasırgası’yla gelen fiziki ve insani felakete verdiği inanılmaz tepkiyi bütün dünya şaşkınlık içinde izliyor. Dünya televizyonları, gazeteler olayı ayrıntılarıyla işliyor. Genel tepki, nasıl olup da dünyanın en zengin ve en güçlü devletinin bu felakete yoksul Üçüncü Dünya devletleri gibi, hatta daha da kötü bir şekilde karşılık verdiğini sormak yönünde. Cevap basit, felaket karşısında yaşanan bu iflas, beceriksizlik ve çöküşün birleşimidir. Ve bu felaketin sonucu, ABD Başkanının kendi halkının gözündeki saygınlığının daha da azalması ve dış dünyada ABD’nin süslü sözler dışında gerçekten harekete geçebilme gücü hakkındaki kuşkuların büyümesi olacaktır.
George W. Bush’un Katrina’ya ilk tepkisi ”setlerin yıkılacağını ve New Orleans’ın yüzde 80’inin sular altında kalacağını kim tahmin edebilirdi ki?” demek oldu. Ama aslına bakarsanız, Houston Chronicle gazetesi ta 2001 yılında, New Orleans Times-Picayune 2002 yılında ve ABD’nin en çok okunan dergilerinden biri olan the National Geographic 2004 yılında bunu tahmin etmişti. Gene aslına bakarsanız, Bush’un kendi başkanlık döneminde hazırlanan bir hükümet raporunda da, ABD’yi yakın zamanda tehdit eden üç olası büyük felaket arasında böyle bir kasırga da sayılmıştı. Dahası, Katrina’nın karayı vurmasından iki gün önce televizyon izleyen herkes, New Orleans Belediye Başkanı’nın kent sakinlerini bu seferkinin gerçekten çok ciddi bir kasırga olduğu konusunda uyardığını ve kentin tahliyesini emrettiğini duymuştu. Şimdi herkesin çok iyi bildiği gibi, kent sakinlerinin sadece yüzde 80’inin kentten ayrılmak için gereken parası ve arabası vardı. Peki, kasırga karaya ulaşmadan ve setler yıkılmadan önce ABD yönetimi geri kalan yüzde 20’yi güvenli yerlere taşımak için gereken otobüsleri gönderdi mi? Tabii ki hayır.
Hükümetin nihayet bir şeyler yapmaya karar verebilmesi için krizin başlamasından itibaren on gün geçmesi gerekti. On gün uzun bir süredir. Ne var ki bu uzun gecikme tesadüfi değildi. Bu gecikme, Bush yönetiminin işleyiş biçiminin doğrudan sonucudur: kötü değerlendirme ve kendi öncelikler listelerinde yer almayan her türlü konuya karşı aktif bir kayıtsızlık. Daha Katrina’dan neredeyse 5 yıl önce, her konuda yetersizlik gösterdiler. 11 Eylül’den sonra, hükümetin her türlü acil duruma karşı hazırlıklı olacağını vaat ettiler. İç Güvenlik Dairesi’nin kurulmasının ardındaki bütün gerekçe buydu. Ama bu gerekçeye göre hareket etmediler. 11 Eylüle olduğu gibi Katrina’ya da hazır olmadıklarını kanıtladılar. Daha geçen yıl, Kongre’den Ordu Mühendisler Birliği için ayrılan paranın kısılmasını istediler. Kötü durumdaki setlerin onarımı için gereken para bu ödenekten sağlanıyordu. Ödeneğin kısılmasıyla ordu mühendisleri setlerin onarımını ertelemek zorunda kaldı.
Bu büyüklükte bir kasırganın kopabileceğini tahmin edebilme konusuna gelince, kasırganın şiddetini açıklayan iki rakip yaklaşım var. Bir açıklama, küresel ısınmadır. Bu yaklaşımı savunanlara göre, küresel ısınma Meksiko Körfezi’nde daha şiddetli kasırgalar çıkmasına neden olan koşullar yaratmaktadır. Kuşkusuz, Bush yönetimi küresel ısınma diye bir şeyin olmadığını ya da varsa bile çok abartıldığını savunmaktadır. Küresel ısınma tezine alternatif diğer yaklaşım, kasırgaların şiddetinin döngüsel bir rota izlediğidir. Bu yaklaşıma göre, kasırgaların şiddeti yaklaşık 30 yıllık dönemler halinde artıp azalmaktadır. Fakat (Bush yönetiminin siyasi tercihlerine daha uygun olan) bu yaklaşım benimsenmiş olsa bile, kasırgaların daha zayıf olduğu 30 yıllık dönemin sona erdiği ve daha şiddetli kasırgaların oluşacağı 30 yıllık yeni bir döngüye girildiği kabul edilecektir. Yani, Katrina boyutunda bir
kasırganın her an kopabileceği beklenen bir şeydir. O zaman, hükümet neden hazır değildi? Beceriksizlik ve kayıtsızlıktan. Çünkü New Orleans’ı (ve aslında bütün bir Körfez bölgesini) kasırgaların yıkımından korumak hükümetin öncelikler listesinde yer almıyor. Bu öncelikler listesinde Irak’taki savaşın sürdürülmesi, Alaska’da petrol kuyuları açılması için Kongre’nin ikna edilmesi ve ABD halkının en zengin % 2’si rahat etsin diye gayri menkul vergilerinin kaldırılması gibi daha acil konular var.
Bir başka önemli etmen Bush ve şürekasının siyaset tarzıdır. Devletin bütün önemli mevkilerine siyasi atamalar yaptılar. Bunda alışılmadık bir şey yoktur, çünkü bütün ABD başkanları böyle yapar. Ama Bush’un tarzının farklılığı, kendisinin ve göreve getirdiği çalışma arkadaşlarının devlet dairelerindeki deneyimli bürokratların siyasi eğilimlerine büyük bir kuşkuyla yaklaşmalarındadır. Bush ve şürekası, sistemli bir şekilde deneyimli bürokratları görmezden geldiler, horladılar, yıldırdılar ve yetkisiz bıraktılar. Öyle ki gerçekten iş yapan bürokratlar istifa etmeye mecbur kaldılar. Kamu hizmetlerinden gerçek bir kaçış başladı ve bu kaçışın etkileri böyle felaketleri yönetmekten sorumlu Federal Acil Durum İdaresi’nde de (FEMA) hissedildi. Kuşkusuz, FEMA’nın (en azından Başkan Bush, yeteneksiz müdürü Michael Brown’a en sonunda işten el çektirip yerine bütün kariyeri boyunca bu tür krizlerle uğraşmış olan bir sahil güvenlik yetkilisini geçirinceye kadar) gösterdiği berbat performansın bir nedeni, ama önemli bir nedeni bürokrasideki bu kanamadır.
Ama asıl sorulması gereken soru şu: şimdi ne olacak? Bunu felaketin kurbanları için sormuyorum, onlar bir çok acılar çektiler ve işsiz, parasız ve evsiz bir durumda sağa sola dağıldıklarından daha da çekmeye devam edecekler. Bunu önce Bush, sonra ABD için soruyorum: şimdi ne olacak? Bush’un kamuoyundaki desteği (geçmiş başkanlarla karşılığında) son derece düşük ve daha da düşeceğe benziyor. Irak’taki savaş ABD içinde halktan aldığı desteği giderek yitiriyor ve askeri cephede giderek kazanılamaz bir durum alıyor. Başkan bu bataktan zevahiri kurtaracak şekilde bir çıkış yolu bulamıyor. Ekonomiye bakıldığında da işler hiç iyi değil: Petrol fiyatları tırmanıyor, New Orleans’ın büyük bir ithalat ve ihracat limanı olduğu ve Meksiko Körfezi’ndeki petrolle doğalgaz tesislerinin ağır hasar gördüğü hatırlandığında, Katrina’nın durumu daha da kötüleştireceği kesin. Afetten sonra zorunlu yeniden imar harcamaları için ABD 200 milyar dolar fazladan borç bulmak zorunda. Ancak, ABD hazine bonolarının alıcısı Çinliler ve diğer önemli yatırımcılar basiretsiz Bush yönetimini borçla sübvanse etmekte daha ikircikli davranacaktır.
Ama felaketin asıl zararı ABD’nin imajına olacaktır. New Orleans’ta düzenin yeniden sağlanması için gereken ABD askerlerinin ne kadar zor bulunduğu ve ne karar yavaş kaldığını gören El Salvador’un yardım için asker göndermeyi teklif ettiği bir durumda, İran’ın muhtemel bir Amerikan işgali korkusuyla tir tir titreyeceğini düşünemezsiniz. İsveç’in, ABD hükümetinden bir cevap alabilene kadar yardım uçaklarını yollamak için bir hafta boyunca havaalanında hazır beklettiği görüldüğünde, dünyanın ABD’nin daha ciddi jeopolitik krizlere müdahale gücünün olup olmadığı konusunda ciddi ciddi düşüneceği tahmin edilebilir. Ve ABD’nin muhafazakar televizyon yorumcularının ülkelerinin bir üçüncü dünya ülkesi görünümünü verdiğinden söz ettiğini duyan gerçek üçüncü dünya ülkeleri bu söylenenlerde bir gerçek payı bulunduğunu düşünmeye başlayabilir.
[fbc.binghamton.edu adresinden Ahmet KIRMIZIGÜL tarafından sendika.org için çevrilmiştir]