İşverenlerin taşeronlaşmakta olduğu görüşü, sol çevrelerden değil, ülkenin en büyük işveren örgütü olan TOBB’nin Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ‘ndan geldi. Ülkemizin işverenlerinin, giderek, kendi işlerini değil, yabancı sermaye sahiplerinin verdiği işi yapan bir özellik kazanmakta olduğunun bundan daha doğru bir açıklaması ve buna bağlı uyarısı yapılamazdı. Girişimci; adı üstünde, kendi işini yapandır. Eğer bir ülkenin işvereni, […]
İşverenlerin taşeronlaşmakta olduğu görüşü, sol çevrelerden değil, ülkenin en büyük işveren örgütü olan TOBB’nin Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ‘ndan geldi. Ülkemizin işverenlerinin, giderek, kendi işlerini değil, yabancı sermaye sahiplerinin verdiği işi yapan bir özellik kazanmakta olduğunun bundan daha doğru bir açıklaması ve buna bağlı uyarısı yapılamazdı. Girişimci; adı üstünde, kendi işini yapandır.
Eğer bir ülkenin işvereni, başka ülkelerin işvereninin taşeronu oluyorsa, o ülkede bir toplumsal sınıfın yok oluş süreci yaşanıyor demektir. Bu, önemsenmesi değil, çok çok önemsenmesi gereken bir süreçtir. Çünkü ülke, üretim sürecinin en önemli etmenlerinden birinden yoksun kalmaktadır.
Böyle bir gidiş, ülkenin üretim olanaklarının genişlemesi biçiminde özetlenebilecek olan sermaye birikimi, büyüme ve gelişme süreçlerinin durağanlaşmasını, giderek gerilemesini de birlikte getirir. Üretim olanaklarının genişlemesi, geniş kapsamlıdır; yalnızca bina, makine ve araç-gereç sağlanmasıyla yeni işyerleri açılmasını içermez. Bundan daha önemli olarak, çalışanların üretken niteliğinin eğitim ve işbaşında deneyim ile güçlenmesini; işin örgütlenmesini; birikimin kurumlaşmasını ve teknolojik yenilikleri de içerir. İşveren taşeronlaşması; bütün bu konularda da taşeronlaşmayı kaçınılmaz kılar. Bunun eski adı sömürgeleşmeydi; yeni adı da küreselleşme oluyor.
****
Son haftalarda, ”solcular” ya da ”devletçiler” değil, ülke sanayiinin önde sözcüleri hükümete çok önemli uyarılar yapıyor; uyarılarını arttırıyor ve yoğunlaştırıyor.
Sanayiciler, ana başlıklarıyla ”ithal girdi kullanımının artmasının yerli girdi üreten sanayi kuruluşlarını kapanma noktasına getirdiğini; bir sanayi koruma planı yapılması gerektiğini; gümrüklerde daha sıkı denetimle sanayi girdi dışalımının engellenmesi gerektiğini” vurguluyorlar (Dünya, 19 Ağustos).
Yıllardır, bu ülkenin sanayileşmesini gerekli gören kişi ve kuruluşlarla birlikte, yaptığımız uyarıların, bu kez, doğrudan doğruya, Tanıl Küçük -İstanbul; Nejat Koçer -Gaziantep; Tamer Keskin -Ege Bölgesi ve Ümit Özgümüş -Adana gibi sanayileşmenin göreli olarak önde olduğu illerin oda başkanlarından gelmesi, sanayinin bir kırılma noktası yaşamakta olduğunu kanıtlıyor. Çeyrek yüzyıldır uygulanmakta olan ”dışa açılma” politikasının olumsuz sonuçları yaşanıyor; sanayici, ”Bıçak kemiğe dayandı” diye çığlık atıyor. Doğrusu, sanayide çok ağır bir yapısal sıkıntı yaşanıyor. Sanayiciler, aslında TOBB Başkanı’nı doğruluyor; bir uzun dönemli gelişme bakışının yokluğunun bir sonucu olarak, ülke sanayisi ağır bir yara alıyor.
****
Sanayiciler, çözüm olarak da, uygulanmakta olan para ve kur politikalarının değiştirilmesini, faizlerin düşürülmesini, YTL’nin yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesini belirtiyorlar.
Belirtilmesi gerekir ki bu tür parasal ilaçlar, yalnızca günü kurtarır; ağrıyı keser; ancak nedenleri çok daha derin olan hastalığı iyileştirmez. Sanayi için kalıcı çözüm, hiç zaman kaybetmeden, teknolojik yeniliğe dayalı, kapsamlı ve uzun dönemli bir ekonomik gelişme programının oluşturulmasıdır. Bu gerekliliğin artık yaşamsal olduğunun anlaşılması zorunludur.
Fıkrayı bilirsiniz. Temel mezar taşına şu satırların yazılmasını istemiş:
”Hastayım dedum, hastayım dedum, inanmadiniz; bakin ne oldi?”
Yıllardır yazıp söylediklerimizi bugünlerde sanayiciler söylüyor; iyi de buna inanıp inanmamak, yalnız hükümete mi kalıyor? Bu toplumun üretim olanaklarının geliştirilmesini isteyen kesimlerinin sesi neden çıkmıyor? İşçi sınıfının örgütleri olan sendikalar nerede? Sermaye, sendikaları yok etmiş olmasın? Yoksa onlar da mı taşeronlaştı?