Piyasalarda gözlenen çelişkili eğilimlerin olageldiği gibi devam etmesi pek mümkün değil. Beklentileri fiyatladığı varsayılan finansal piyasaların reel kesimdeki gelişmeleri hiç dikkate almadığı ortada, AB ve IMF çıpalarına ilişkin beklentilerin ise sağlam bir temeli bulunmuyor. Olumsuz iç ve dış piyasa koşullarına ve büyüyen dengesizliklere rağmen hisse senetleri yükseliyor, kamu borçlanma maliyeti yatay bir eğilim sergiliyor, Türk […]
Piyasalarda gözlenen çelişkili eğilimlerin olageldiği gibi devam etmesi pek mümkün değil. Beklentileri fiyatladığı varsayılan finansal piyasaların reel kesimdeki gelişmeleri hiç dikkate almadığı ortada, AB ve IMF çıpalarına ilişkin beklentilerin ise sağlam bir temeli bulunmuyor. Olumsuz iç ve dış piyasa koşullarına ve büyüyen dengesizliklere rağmen hisse senetleri yükseliyor, kamu borçlanma maliyeti yatay bir eğilim sergiliyor, Türk Lirası değerlenir veya aşırı değerli konumunu korurken, reel faizler yükseliyor.
Galiba finansal piyasalardaki eğilimlerin devamı için öncekiler eskidiği ve etkisini yitirmeye başladığı için yeni gerekçeler üretmek gerekiyor, fakat bunların da yeterli olamayacağı biliniyor. Ancak durursak düşeriz mantığı ile eski eğilimler çaresiz bir şekilde zorlanıyor, ekonomik ve sosyal dengesizlikler de büyümeye devam ediyor. AB ve IMF taleplerinin karşılanması bu aşamadan sonra ciddi sıkıntılar üretecek: özetle söylemek gerekirse, hükümet dış destekçilerle vatandaş arasına sıkışmış, hareket yeteneğini büyük ölçüde kaybetmiş durumda. Ne iç ne de dış desteği kaybetmeyi göze alamıyor, fakat bunu mümkün kılacak bir strateji de üretemiyor. Zira IMF’nin talepleri yararından daha büyük yan tesir üretirken, AB’nin siyasi talepleri içerideki tansiyonu iyice artıracak gibi görünüyor.
Olumsuz iç ve dış piyasa koşulları ise ekonomik dengesizlikleri artırıyor. Aşırı düzeyde yükselen petrol fiyatı ve dolar cinsi faizlerdeki yukarı hareket küresel dengesizlikleri artırırken, aksi yöndeki yönlendirmeye rağmen gelişmekte olan ülkelere yönelik ilgiyi azaltacak gibi görünüyor. İçerideki dengesizlikler ise ayrı bir konu: bu yılın ilk yedi ayında karşılıksız çeklerin yüzde 14, ödenmeyen senetlerin ise yüzde 81 gibi yüksek oranlarda çıkması, bireysel tasarruf eğiliminin negatif düzeylerde ilerlemeye devam etmesi endişe yaratıyor; kırılma noktasına yaklaşıldığı kanaatini güçlendiriyor. Nakit-akış sorunlarının bütçe gelirlerini de etkilemesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Özelleştirme cephesindeki gelişmelerin kısa vadeden öteye olumsuzluğu gidermesi ise pek olası değil. Bu gelişmelerin temelinde ise artan cari açık ve büyüyen iç tasarruf açığı var, ki bu sonuncu da Türk Lirası’nın aşırı değerli konuma gelmesinden kaynaklanıyor. Bu cephede de hareket yeteneği pek kalmamış: zira döviz kuru yükselse bu kez de enflasyon ve faizler yükselecek, kamu borcunu çevirmek pek mümkün olmayacak… Her ihtimalde sorunlar ağırlaşacak ve dengesizlikler büyüyecek. Asıl önemlisi, yetkili konumdakiler felaketle tanışıncaya kadar piyasa koşulları içinde bir çözüm kalmadığını kabul etmeyecekler…
Finansal piyasalardaki mevcut eğilimler de hareket yeteneğini sınırlayan faktörler arasında yer alıyor. Yüksekten düşmenin veya kamu borcunu çevirememenin siyasi maliyeti çok ağır alıyor. Sırf bu nedenle ekonomideki olumsuzluklar uzun süredir görmezden gelindi, AB ve IMF’nin talepleri olabildiğince karşılanmaya çalışıldı; toplumdaki büyüen memnuniyetsizliğe kayıtsız kalındı. Aynı yönde dengeleri daha fazla zorlamak, artan kırılganlık nedeniyle inansal piyasalardaki eğilimi de değiştirebilir. Hareketlerin spekülatif karakterli oluşu bu ihtimalin de dikkate alınmasını gerektiriyor.
Evet bu aşamadan sonra hem finansal piyasaları ve dış destekçileri, hem de içerideki geniş kesimleri memnun etmek pek mümkün değil. Hükümet, sonuçlarına katlanmak üzere radikal tercihler yapmak zorunda, hareketsiz kalarak tüm kesimleri oyalaması ve bunun maliyetine katlanılabilmesi olasılığı her geçen gün tükenmeye devam ediyor…