Uluslararası hukuk uzmanı Richard A. Falk, tüm dünyada milliyetçilik yerine kullanılarak meşrulaştırılmaya çalışılan yurtseverlik kavramının egemen politika içindeki rolünü “Tıpkı milliyetçilikte olduğu gibi yurtseverlikte de devlet, yurtsever olmadığı varsayılanları toplumsal anlamda, hatta yasal anlamda cezalandırark, yurttaşlarının sadakatini sağlamaya çalışır. Bu tür baskılar ‘kriz dönemlerinde’, özellikle de toplum kendisini iç ve dış düşmanlardan gelen tehlikelere karşı […]
Uluslararası hukuk uzmanı Richard A. Falk, tüm dünyada milliyetçilik yerine kullanılarak meşrulaştırılmaya çalışılan yurtseverlik kavramının egemen politika içindeki rolünü “Tıpkı milliyetçilikte olduğu gibi yurtseverlikte de devlet, yurtsever olmadığı varsayılanları toplumsal anlamda, hatta yasal anlamda cezalandırark, yurttaşlarının sadakatini sağlamaya çalışır. Bu tür baskılar ‘kriz dönemlerinde’, özellikle de toplum kendisini iç ve dış düşmanlardan gelen tehlikelere karşı karşıya hissettiğinde doruğuna ulaşır” tespitiyle ortaya koyuyor (Dünya Düzeni Nereye, Metis, 2005). Türkiye’deki son milliyetçi gelişmeler, tanımlanan aşamanın da ötesine geçildiğini ve iki uçlu gerginlik stratejisi izleyen egemen politikanın vebal altında kalmasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. En başat niteliği ‘kontrol etme hastalığı’ ile karakterize olan ve durmadan, halkını hiçe sayarak konsept yenileyerek varlığını sürdüren devlet partisinin politikalarının -bizzat kendisince- tartışıldığı bir sürece girildiği anlaşılıyor. Sancılar bundan kaynaklanıyor olabilir.
Bayrak provokasyonu: belden aşağı siyaset
Solcuların ve özellikle de Kürt nüfusun en yoğun yaşadığı büyükşehir durumundaki Mersin’de gerçekleşen ve kimsenin üstlenmediği “çirkin ve seviyesiz” bayrak yakma olayı, sıradışı bir Genelkurmay bildirisi ile birlikte ülkede tansiyonu artırdı ve gelişmeler etnik çatışma noktasına gelinen bir süreç izledi. Aslında gelinecek noktayı aylar önce 28 Şubat’ın Genelkurmay Genel Sekreteri Özkasnak bir gazeteye verdiği mülakatta haber vermişti. Çok ilginç bir tesadüf olsa gerek! 28 Şubat döneminin siyaset planlayıcıları içinde özel konumuyla, toplum psikolojisini ayarlayan (brifinglerin ve Andıç’ın mimarı) figür olarak öne çıkan çıkan Özkasnak, emekli generallerde adet olduğu üzre bir konuda uzman olduğu için değil, doğrudan ve genel bir yönelim beklentisini ortaya koymak üzere sahneye çıktı ve ilginçtir, dedikleri de bugün çıktı…
Devlet partisi içinde ve burjuva devlet kurumlarında tartışıldığı ve ‘oyçokluğuyla’ piyasa sürüldüğü anlaşılan güncel Kürt politikası (Erdoğan’ın ziyareti de bu çervede anlaşılabilir), ‘sırıtık yüz ifadesiyle çocuk kandırır gibi’ güven vermeye çalışan Dışişleri bakanı Gül’ün gayri inandırıcı tutumundan da anlaşılabildiği gibi yasal politik aktörleri aşan bir noktadan koordine ediliyor. Kürt siyasal hareketinin ABD ve AB dengelerinden beslenen yeni şiddet politikasına karşı MGK tarafından son hali verilen strateji, ‘sivil unsurların öne sürüldüğü, askeri ve polisiye unsurların pusuda beklediği’ bıçak sırtı bir dengeyle en azından 3 Ekim’e kadar yürütülebilir görünüyor.
Gerginliğin bir ucu: Öcalan-Barzani dengesi kırılıyor mu?
Ülkenin çeşitli bölgelerinde linç teşebbüslerine ve ayrımcı hareketlere maruz kalan insanların itirazları, insan hakları ve burjuva demokrasisi ölçütlerinde dahi anlaşılır şüphesiz. Cezaevindeki yakınlarının yaşama koşullarının düzeltilmesi için eylem yapan ailelere, mevsimlik işçilere, simitçilere saldırıp vatanseverlik gösterisi yapan ırkçı faşistlerin devlet kademelerinden gereken tepkiyi görmemiş olmaları, itirazları daha da haklı kılıyor. Yine de, konjonktür (3 Ekim müzakere süreci) zorlamasıyla ‘zeminsiz, pragmatik ve tehlikeli’ bir politik rotaya girilmesinin ve sürecin kontrolsüz gerginliğe evrilmesinin kabul edilebilir yanı bulunmuyor.
Kuzey Irak’ ta ABD güdümlü bir Kürt devletinin kurulmasıyla ‘feyz alan’ ve aynı yardımı AB’den bekleyen bazı işbirlikçi Kürt çevrelerinin çalışmaları (Barzani yanlıları, Hak Par vs.) bir yana, geleneksel devrimci çizgideki Kürt siyasal hareketinin de son dönemde Öcalan’ın yaşam koşullarını birincil öncelik haline getirerek tutumunu sertleştirdiği izleniyor. Kürt siyasal hareketi içindeki devrimci yoğunluğa rağmen devrimci çevrelerin (önemli bölümü DEHAP içinde yer alan kesim iki tarafça da -Barzani ve devlet bürokrasisi- hedefe konularak insiyatif alması engelleniyor olabilir) emperyalist politikalara karşı nitelikli ve bütünsel karşı koyuş gösteremedikleri izleniyor. Ülkücü faşist çevrelerin pusuya yattığı, siyaset alanı daralan ırkçı milliyetçiliğin palazlanmak için zemin yokladığı bir dönemde Kürt siyasal hareketinin ‘tarihsel sonuçlar doğurabilecek’ bir şiddet sarmalının içine çekilmeye çalışılması ve gelişmelerin devrimci çizginin kontrolünden çıkma eğilimi göstermesi kaygıları artıran gelişmeler durumunda.
Kürt siyasal hareketi içindeki kırılmanın ABD-Barzani çizgisi ile devrimci çizgi arasında olabileceği ve gelişmelerin yönüne askeri-sivil bürokrasi içindeki klik çatışmasının etki edebileceği beklenebilir. Nitekim Öcalan’ın geliştirmeye çalıştığı açılımlara, kontrgerilla yöntemlerine son verilmesini savunan ve askeri-sivil bürokrasi içinde hatırı sayılır etkisi bulunan bir kesimin sıcak baktığı biliniyor. Bu yakınlaşmanın sağlanmasının Türkiye’deki ilerici unsurlarda bulabileceği karşılık da siyaseten önemli olabilecek hiç şüphesiz.
Gerginliğin diğer ucu: Devlet katında klik çatışması mı?
Faşistlerce katledilen bilim insanı Doç.Dr. Bedrettin Cömert’in kardeşi Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert alışılanın aksine görevi devraldığı gün -suni Fenerbahçe sohbeti yapmak yerine- doğrudan politik tutum alan bir açıklama yaptı. Fikret Bila’nın haberleştirdiği değerlendirmesinde Cömert, “Hizbullah’ın PKK’ ya karşı devlet tarafından kullanıldığını kabul etti ve bunun yanlışlığını -Çiller dönemin bürokratlarına- belirttiğini” açıkladı. Cumhuriyet tarihinde bir kuvvet komutanınca yapılmış en ciddi kabullerden biri olan açıklamaya tepkiler ise gecikmedi. Sırayla ilgili bürokrat Vali Muzaffer Ecemiş, OHAL Valisi Ünal Erkan ve Sadettin Tantan yaptıkları açıklamalarla Cömert’i yalanladılar.
Hangi siyasi düşünceden olursa olsun herkesin kabul ettiği bir gerçeğin bir kuvvet komutanınca ifade edilmesini dahi kabul etmeyecek kadar kendini güçlü hisseden şiddet yanlısı ‘derin klik’ ile geleneksel gladio yöntemlerinden “şikayetçi” unsurlar arasında ‘ciddi ve keskin’ bir çatışmaya işaret eden olayın Kürt Sorunu tartışmalarının doruk noktaya çıktığı bir dönemde yapılmış olması da önemli görünüyor. İktidar durumuna gelemeyen AKP hükümetinin seyretmekle yetindiği gelişmeler, devlet partisinde kapsamlı politika değişikliğine gidebileceğine dair de işaretler veriyor. Nitekim en katı generallerden biri olan İlker Başbuğ’un askeri yöntemler dışındaki araçlarla Kürt Sorunu’na müdahale edilmesini istediği bir dönemde 80 yıllık başbelası Demirel’in “Sayın General şunu da açıklamak durumunda, nasıl yapılacaktır” (Kafe Siyaset, CNN Türk) türü karşı çıkışları da kayda değer kabul edilmeli. Ulusalcılık ve Avrasyacılık adı altında düpedüz ırkçılık yapan siyaset kesimlerinin vazgeçilmez aktörü Demirel’in ve tefeci meslek odası yöneticilerinin açıklamaları bireysel kabul edilmemeli ve belirli kliklerin sesi olarak anlaşılmalı. Nitekim Demirel katıldığı aynı programda; emeklilik öncesi Cumhurbaşkanı, dönemin Genelkurmay Başkanı ve Başbakanna aynı mektuptan bıraktığını açıklamış ve onlara “ne edip edip Kürt ayaklanmasının yeniden başlamaması için gerekli önlemlerin alın” (CNN Türk) dediğini belirtmiştir. Öyle ya, şimdi Demirel’in her türlü siyasal açılıma karşı çıktığı anlaşıldığına göre hangi önlemi önerd
iğini kendisine sormak gerekmiyor mu?
İznik Müftüsü değil emekçi halk çözecek!
Çok kapsamlı özelleştirmelerin yapıldığı, ABD destekli İslamcı liberalizmin tüm yaşam alanlarında kadrolaştığı bir dönemde sendika liderleri ve siyasal partilerin faaliyetleri “briç klüplerinin eylem seviyesine” gerilemiş bulunuyor. Gerek kışkırtılan ırkçı Türk milliyetçiliğinin ve gerekse de “yönünü şaşırmış” Kürt siyasal hareketinin refleksleri, tehlikeli bir yönelime işaret ediyor. Egemen sınıfların kurguladığı gündemlerin aracı ve seyircisi olmak yerine harekete geçmek ve tepki göstermek zorunluluğu bulunuyor. Yanlış sorulara doğru cevap aramayı bırakıp hak edilen cevabı vermek gerek…
Bülent TÜTMEZ