Başkanlar kurulu sonrası, özelleştirme karşıtı “mücadele” programını açıklayan Türk-İş, 26 Eylül 2005 günü sabah işe girişlerde bildiriler okunacağını, 3 Ekim sonrasında ise bölgesel düzeyde salon toplantıları düzenleneceğini duyurdu. TİSK eski başkanı Refik Baydur’un “çalışma yaşamına katkılarından dolayı” ödüllendirildiği toplantı sonucu açıklanan eylem takvim, aslında sermayeye ve hükümete verilebilecek en iyi ödüldü. 5 Eylül’de “Özelleştirme politikalarına […]
Başkanlar kurulu sonrası, özelleştirme karşıtı “mücadele” programını açıklayan Türk-İş, 26 Eylül 2005 günü sabah işe girişlerde bildiriler okunacağını, 3 Ekim sonrasında ise bölgesel düzeyde salon toplantıları düzenleneceğini duyurdu. TİSK eski başkanı Refik Baydur’un “çalışma yaşamına katkılarından dolayı” ödüllendirildiği toplantı sonucu açıklanan eylem takvim, aslında sermayeye ve hükümete verilebilecek en iyi ödüldü. 5 Eylül’de “Özelleştirme politikalarına karşı geçmişte yaptıklarımızın özeleştirisini yapacağız” diyen Kılıç, 14 Eylül’de özeleştirilerini şu şekilde vermiş oldu: “Diğer özelleştirmelerde olduğu gibi ortalığı -yalandan- ayağa kaldırıp sonra geri adım atmayacağız. Geçmişte sıkça başvurduğumuz etkisiz sokak eylemleri ve kitle gösterilerinden de vazgeçeceğiz. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”
Özelleştirmelerin teker teker gerçekleştiği ve sosyal güvenliği hedef alan saldırı yasalarının meclisin açılmasını beklediği günlerde, Türk-İş yönetimi bu “özeleştiri” ile havlu atarken, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin meşguliyeti bambaşka idi. Genelkurmay’ın, Kürt sorununa dair yaşanan gelişmeler üzerine, sivil toplum kuruluşlarını “sorumlu” davranmaya çağıran ısrarlı açıklamalarından vazife çıkaran DİSK ve SHP, 12 Eylül’ün yıl dönümünde düzenlenecek mitinglere katılmayacaklarını açıkladılar ve mitinglerin iptalini istediler. İstanbul Emniyeti de bu çağrıya(!) “olumlu” yanıt vererek mitingi iptal ederken, başta Ankara olmak üzere diğer illerdeki muhalefet bileşenlerinin kararlı ve aklıselim duruşu sayesinde mitingler başarıyla gerçekleştirildi. DİSK’in ve SHP’nin bu tutumu, diğer muhalefet bileşenlerinin etkisizliği ve bir tertip komitesi üyesinin kendi mitingini ihbar edercesine yaptığı “Kürt çevresi Öcalan’ın durumunu ön plana çıkarmak istiyor” şeklindeki açıklamalar, İstanbul’daki mitingin yasaklanmasına olanak yarattı.
Ulusal Kılıklı Sermayeden Özelleştirme Atağı
Büyük sendika konfederasyonlarının başkanları “özeleştiri” yapıp patronlara ödül dağıtmakla veya miting iptal ettirmekle meşgulken egemen sınıflar cephesinde hareketli günler yaşanıyor. Bu hareketliliğin en önemli nedeni tabii ki özelleştirme yağmasından pay kapma yarışı. Türkiye sermayesinin, “ulusal sermaye” kılıklı bir kesiminin başlattığı ideolojik mücadele meyvelerini vermeye başladı. Başını OYAK’ın ve TOBB’nin çektiği “Kamu birikimleri yabancılara gitmesin” kampanyası kimi sendikalar içerisinde de rağbet görmeye başlarken, TÜPRAŞ’ı büyük ortağı şimdilik Koç olan Shel-Koç konsorsiyumunun kazanmasının ardından davullu zurnalı kutlamalar başladı. Ortadoğu bölgesinde rafineri sıkıntısı çekilirken elinde 4 rafinerisi olan, yılda yaklaşık 12 milyar dolar ciro yapan, Türkiye’nin en kârlı, en verimli, en çok vergi veren kuruluşunu satın aldığı için Koç’a teşekkür etmemiz gerektiği yazıldı çizildi.
Bir de konuşulmayanlar vardı… Türkiye hazinesinin en büyük gelir kaynaklarından olan TÜPRAŞ’tan alınacak paranın 41 günlük borç faizi ödemesine gideceği, gelecekteki karların kaybedildiği, bir kamu tekelinin özel tekele dönüşmek üzere olduğu, bunun petrol fiyatlarına yansıyacağı, kârı maksimize etmeyi hedefleyen TÜPRAŞ patronlarının bazı rafineleri isterlerse kapatabilecekleri, isterlerse düşük kapasiteyle çalıştırabilecekleri, isterlerse rafinaj yapmayıp SHELL markalı ithal akaryakıt getirip satabilecekleri, rafinerinin daha ucuz kaynaklara yönelmek yerine SHELL’den ham petrol almak zorunda kalacağı ve bunun da fiyatlara yansıyacağı hiç konuşulmadı.
“Küreselleşme” çağında dünya emperyalist-kapitalist sisteminden bağımsız bir sermaye birikim modeli kurulabileceği ve bunun da halkın çıkarına olabileceği gibi saçma bir düş emekçi sınıflara yutturulmaya çalışılırken, “satılacaksa yerliye satılsın” fikrine en net yanıt sermayenin “en küresel kalemşörleri“nden biri olan Hürriyet Gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever’den geldi. Ülsever, “satılacaksa yerli sermayeye satılsın” laflarıyla Türkiye’ye ‘yeniden don biçilmeye’ kalkışıldığını düşündüğünü söylediği yazısında, bayilerini toplayarak “ulusal sermayecilik” oynamaya başlayan OYAK Holding Genel Müdürü Coşkun Ulusoy şahsında, ihalelerde “ideolojik” bir çizgi izleyen kuruluşlara şu soruları sordu:
“… Stratejik konum nedir? Örneğin, çalıştığınız holdingi emeklilerinin kurmuş olduğu TSK’nın elindeki silahlar stratejik konumda değil midir? Bunların çoğu yurt dışında yabancılar tarafından üretiliyor, bu durum sizi rahatsız etmiyor mu?…OYAK’ın, kurulduğunda ilk iş olarak Fransız-Renault ile ortak olması sizde nasıl bir duygu yaratıyor?… İhaleyi kazanan bir Türk şirketi sonradan bu şirketi yabancıya satamaz mı? Örneğin, KOÇ, Shell’in Tüpraş içindeki payını ileride artıramaz mı? Bu durumda ne yapılabilir?… Siz Türkiye’nin stratejik çıkarları için gereğinde OYAK’ın zarar etmeyi göze alabileceğini beyan etmiştiniz. İhalede neden %3.5 fazla vermediniz?”
Uluslararası kapitalist-emperyalist sisteme daha avantajlı bir yerinden, hiyerarşinin daha üst bir konumudan eklemlenme sevdasındaki sermaye gruplarının tamamına bu veya buna benzer sorular sorulabilir. Geçtiğimiz günlerde Türkiye sermayesinin giderek bir taşerona dönüştüğünden şikayet eden TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, sermayenin bir kesiminin enerji, telekomünikasyon ve demir-çelik gibi stratejik ve katma değeri yüksek sektörlere yatırım yapma isteğine tercüman olmuştur. Aslında Hisarcıklıoğlu da bilmektedir: Var olan sermaye birikimiyle, politik ve ekonomik bağımlılık ilişkileriyle, teknolojik altyapısıyla Türkiye’deki sermaye emperyalist tekellerin taşeronluğuna mahkumdur. Burada mühim olan uluslararası işbölümü denen taşeronluk zincirinin neresine dahil olunacağıdır. Türkiye’de kimi sermaye kesimleri kendilerini siteme daha yukarıdan entegre etme olanağı olarak gördükleri AB sürecinin sıkıntılarını gördükçe kendilerince kimi “alternatif” stratejiler de geliştirmeye çalışmaktadır.
Emeğin Yeniden Sömürgeleştirilmesine Ulusal Taşeronlar
Bu kapsamda TOBB’nin başlattığı bir girişim ilgi çekicidir. TOBB, bir taraftan ABD istihbaratının derin düşünce kuruluşlarından CSIS’in, bir taraftan da “kıdemli şahin” dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz’in pişirdiği bir projede taşeronluk talep etmektedir. İsrail’in çekildiği Gazze şeridinde bulunan Enez’de bir serbest bölge oluşturulmasını hedefleyen projenin başına geçen TOBB, Filistinli ve İsrailli iş adamlarıyla beraber Ortadoğu’nun ucuz emek cennetine açılmayı amaçlamaktadır. İkinci intifada sonrası yaşanan İsrail saldırılarıyla ekonomik altyapısı çökertilen bölgede işsizlik oranı %30’ları aşmış durumda. TOBB amacını Filistin’li gençlerin işsizlik sorununu çözmek, bölgede etkin bir güç olarak barışa giden yolu kısaltmak olarak açıklasa da bölgenin ucuz emek bakımından vaat ettiği olanakların Türkiye sermayesinin başını döndürdüğü kesin. G-8 ülkelerinin bölgenin altyapısının yenilenmesi için 8 milyar dolarlık bir fon ayırdığını eklediğimizde taşeronlaşmadan şikayet eden Hisarcıklıoğlu’nun, Ortadoğu’da savaşlar, işgaller ve katliamlarla yaratılan ucuz emek cennetine kimlerin taşeronu olarak zıpladığı daha da net anlaşılır.
Siyasi ve Askeri Taşeronluk Atakları
Ortadoğu’da emperyalistlerin taşeronluğuna dair atılan te
k adım TOBB’nin bu iktisadi girişimiyle sınırlı değil. 1 Eylül’de Pakistan ve İsrail Dışişleri bakanları, İstanbul’da kameralar karşısına geçerek iki ülkenin bilinen ilk resmi temasını Türkiye’nin aracılığıyla gerçekleştirdiğini açıkladılar. Pakistan’da radikal islamcılarla başı dertte olan Pervez Müşerref, aynı Tayyip Erdoğan gibi, ABD ile iyi geçinmenin yolunun İsrail ile iyi geçinmekten geçtiğini fark ederek bu ülkeyle ilk resmi temasları başlatırken, Türkiye Pakistan’ın emperyalistlerle bağımlılık ilişkilerinin derinleştirilmesi sürecine taşeronluk yapmış oluyor.
ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı Orgeneral James Jones ve Merkezi Kuvvetler Komutanı Orgeneral John Abizaid’in Türkiye ziyareti basında “PKK konusunu görüşmek için geldiler” diye yansıtılsa da, bu ziyaretlerin arkasında da başka bir askeri taşeronluk projesi yatıyor. Bu iki üst düzey komutan asıl olarak PKK konusunu konuşmaya değil, İstanbul’da yapılan NATO toplantıları sonucunda Ankara’da kurulması kararlaştırılan “Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi-TMMM”nin resmi açılışına ve imza törenine geldiler. Büyük Ortadoğu Projesi’nin anti-terör merkezi olarak sunulan TMMM’nin komutasındaki Türk subaylar NATO kapsamındaki “ortak eğitim” tezgahlarından geçmiş isimlerden oluşuyor. TMMM’nin resmi internet sitesinde açıklanan kimi eğitim faaliyetleri şunlar: “Terorizm-Sınır Kontrol- Kaçakçılık, Terörizmle Mücadele, Uluslararası Terörizm, Kaçırma, Rehin Alma ve Suikast Girişimlerinden Korunma Kursu, Bombalı İntihar Eylemleriyle Mücadele, Terörizmin Kategorileri, İç Güvenlik Harekatı, Toplumsal Olaylara Müdahale, Siber Terörizm ve Karşı Tedbirler” Bu eğitimlerde NATO bünyesindeki ülkelerden ve yine NATO’ya bağlı kurulan “Akdeniz Diyaloğu” kapsamındaki ülkelerden askerler görev ve eğitim alacaklar. Bu proje akıllara şu soruyu getiriyor: “Türkiye küresel kontrgerillanın, yeni gladionun eğitim merkezi mi oluyor?”
“Askeri taşeronluk” alanında atılan adımlar TMMM ile ve askerler arasında yapılan anlaşmalarla sınırlı değil. Kellogs Brown&Root firmasının taşeronu olarak Amerikan askerlerine hizmet veren, 8000 işgalci askere günde dört öğün yemek sağlayan, çamaşırhane işleten, kamplarda atık arıtma, seyyar tuvalet kurulması ve çelik konstrüksiyon işlerini yapan, internet sitesinde “Firmamız Amerikan Ordusunun askeri kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli hükümet projelerinde yer almak arzusundadır” diyen AKFEN, İskenderun Limanı’nın özelleştirme ihalesini aldı. Meclis’teki tezkere oylamasının reddine rağmen ABD, bu yılın ilk yedi ayında dokuz gemiyle İskenderun Limanı’na getirdiği 4.046 askeri araç ve iş makinesi ile 3.404 ton patlayıcıyı Irak’a göndermişti. Şimdi bu işler bir ABD tekelinin taşeronu olarak Irak’taki işgalcilere lojistik destek sunan AKFEN’e ait bir limandan çok daha sıkıntısız gerçekleşecek.
Ortadoğu’da İşbirlikçiliğin Zayıf Noktası: Kürt Sorunu
Sermayesiyle, “fakir milletinin zengin ordusu” ile, hükümetiyle, emperyalistlere ait “enerjinin ve emeğin yeniden sömürgeleştirilmesi” projesinde önemli görevler almaya çalışan, bu sürece daha “yukarıdan” dahil olmaya çalışan Türkiye egemenlerinin son dönemdeki kimi adımlarına bu gelişmeler ışığında bakmakta fayda var. Bölgede emperyalistlerin bir işbirlikçilik kuşağı, oluşacaksa bunun bir ayağı Türkiye bir ayağı İsrail, ama önemli bir ayağı da Kuzey Irak’ta kurulan Kürt idaresidir. Yeniden sömürgeleştirme sürecinde emperyalistlerin bölgede yapacağı daha çok iş vardır. Filistin’de, Irak’ta ve yakın bir gelecekte İran’da bu güçler beraber çalışmak en azından çatışmamak durumundadır.
Anlaşılan odur ki Irak’taki statükonun yakın gelecekte değişme olasılığı yoktur. Ancak “Bölgedeki işbirlikçilerin ittifakı” için Türkiye’nin “PKK sorunu”nun çözülmesi gerekmektedir. Bunun da yolu PKK’yi Türkiye’de etkisizleştirmekten geçmektedir. Bir taraftan yeni terörle mücadele yasası, bir taraftan demokratikleşme sahtekarlıkları Kürt hareketinin etkisini azaltarak Ortadoğu’daki işbirlikçi kuşağa zemin hazırlamak için gündeme gelmektedir. Egemenler arası yöntem farkları kimi zaman siyasetin kızışmasına, hatta Tayyip Erdoğan’a “ekmek arası silah göstermeye” varan eylemlere yol açsa da Türkiye egemenleri Kuzey Irak’taki Amerikan işbirlikçileriyle iyi geçinmeleri gerektiğinin ayırdındadırlar. Türkiye’de PKK etkisizleştikçe bunun yolu açılacaktır.
İsrail işe işbirliği için ise oldukça iyi bir mesafe katedilmiştir. Filistin’deki Enez Serbest Bölgesi Projesi, Pakistan’la ilişkilerin Türkiye’de kurulması, El-Kaide’ye yönelik Türkiye merkezli ortak operasyonlar bu işbirliğinin gözle görününen ilk sonuçlarıdır. TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76’lık hissesinin, Mart ayında, bir gece yarısı operasyonuyla ihale yapmadan ve Unakıtan’ın onayıyla bir yahudi işadamına teslim edilişinin ve bu işadamının 450 milyon dolar yatırıp altı ayda 750 milyon dolar kazanması da bu iş birliğinin bir parçası mıdır? Bunu zaman gösterecek…
Rota 3 Ekim’den Sonra Netleşecek
Zamanın göstereceği kimi önemli gelişmeler de AB cephesinde yaşanacak. Ortadoğu’da ABD merkezli sömürgeleştirme sürecinde taşeronluk kovalayan Türkiye egemenlerinin, gelenekselleşmiş “iki ata oynama” stratejilerini sürdürüp sürdüremeyeceği 3 Ekim sonrasında belli olacak. Kıbrıs meselesinde kilitlenen AB sürecinin 3 Ekim’de tamamen bitmesi çok olanaklı gözükmese de sürecin krizli ilerleyeceği açık bir şekilde görülüyor. AB ile ilişkilerde Kıbrıs meselesi, ABD ile ilişkilerde de Kürt sorununa takılan Türkiye egemenleri 3 Ekim sonrası önemli bir karar aşamasına gelebilirler. Egemenlerin büyük bir bölümü “İki ata oynama” stratejisinin sonuna kadar sürdürmek isteseler de bazı öncelikler belirlemek zorunda kalabilirler. Kürt Sorunu veya Kıbrıs sorunu engellerini aşarak ilerlemek için bir karar vermek, bir projeye ağırlık vermek durumunda kalabilirler.
Egemenlerin hangi engeli kaldırmaya öncelik vereceğini tabii ki dahil olunan projenin olanakları ve engeli kaldırırken ödenecek bedeller belirleyecek. Bu kararlar Türkiye siyasetini de önemli ölçüde etkileyecek. Egemenlerin farklı tercihleri ve engelleri ortadan kaldırırken uygulayacakları yöntemlerdeki anlaşmazlıklar siyaseti ısındırabilir ve ciddi çatlaklara yol açabilir.
Ezilenler ve emekçiler ise her zamanki gibi egemenlerin farklı “taşeronlaşma stratejilerine” örgütlenmeye çalışılacaktır. “Özelleştirme olsa da yerliye gitsin” söylemleri, “Bölücülerle ortak eylemlerde yer almayacağız”açıklamaları, “sivil toplum örgütü” payesini göğsüne takıp hükümetle oynanan AB oyunları egemen sınıf projelerine eklemlenmenin güncel görüntüleridir. Oysa, özelleştirmelerle, kentsel dönüşüm projeleriyle, sağlık ve sosyal güvenlik yasalarıyla emeğin kamusal alandaki tüm kazanımlarının tek tek elinden alındığı bir dönemde güvenilecek olan tek şey emekçilerin öfkesi ve eylemidir.