www.sendika.org kurulduğundan bu yana sitede yazılarım çıkıyor. Tabii ki sendika.org’da yayınlanan her makaleye, her görüşe katıldığım söylenemez ama sendika.org’un bu alanda ciddi katkılar yaptığına inanıyorum. Umarım bu katkı artarak devam eder. Bugüne kadarki yazılarımda hiç kimseyle polemiğe girmemeye; daha çok, bilgi ve perspektif sunan yazılar yazmaya çalıştım. Bu tavrımın, sendikal alanda önemli bir ihtiyaç olduğunu […]
www.sendika.org kurulduğundan bu yana sitede yazılarım çıkıyor. Tabii ki sendika.org’da yayınlanan her makaleye, her görüşe katıldığım söylenemez ama sendika.org’un bu alanda ciddi katkılar yaptığına inanıyorum. Umarım bu katkı artarak devam eder. Bugüne kadarki yazılarımda hiç kimseyle polemiğe girmemeye; daha çok, bilgi ve perspektif sunan yazılar yazmaya çalıştım. Bu tavrımın, sendikal alanda önemli bir ihtiyaç olduğunu düşündüğüm bilgi eksikliğini gidermeye yönelik bir çaba olarak görülmesini dilerim. Ancak sitede Kamil Kartal, Çetin Uygur ve Doğan Halis imzasıyla çıkan “DİSK Kaş Yapayım Derken Göz Çıkardı” başlıklı yazı, beni hiç de istemediğim halde bu cevabi yazıyı yazmaya yöneltti. Bu yazının içeriğine kesinlikle katılmadığımı, dahası bunu yanıtlama sorumluluğu hissettiğimi söylemeliyim. Bu sorumluluğumun nedeni sadece DİSK’te çalışıyor olmam ve kararların alınmasına değilse de oluşmasına fikri katkı sunmam değildir; aynı zamanda sendika.org’un bir emekçisi olmam da beni bu yazıyı yazmak zorunda bırakmıştır. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmezsem etik açıdan huzursuzluk duyarım. Bu yüzden bu tartışmaya kişi olarak katılıyorum.
Aslında DİSK’in 12 Eylül mitinginden çekilme kararının arka planındaki gelişmeleri bilen biliyor. Bu konuya girmeyeceğim ama hemen söylemeliyim ki hiçbir demokratik örgüt, mutabık kalmadığı, mutabakat arayışına rağmen bunun sağlanamadığı, adeta kendisine empoze edilen bir eylemin içinde yer almaya zorlanamaz. Bu koşullarda ortak eylemden çekilen, ama aynı içerikle kendi eylemini gerçekleştiren bir örgüte de bir “komplo zincirinin parçası” olarak bakılamaz. Böyle bir ortak eylemden çekilme ne ilktir ne de son olacaktır. Bu tavrın 12 Eylül’e denk gelmesi tamamen tesadüftür; iddia edildiği gibi, 12 Eylül’den tam hesap sorulacakken” DİSK’in tavrı bunu engellemiş değildir. Kaldı ki DİSK 12 Eylül günü kendi eylemini yapmıştır. Her örgüt, diğer örgütlerle birlikte eylem yapabileceği gibi kendi başına da yapabilir. Bu durum, Türkiye’deki toplumsal muhalefetin tek belirleyicisi de değildir.
Aslında tartışılan bundan başka bir şeydir. Yazının ilk bölümünde “Alınan tavır basitçe bir mitingden ‘güvenlik nedeniyle çekilme’ değil, bütün sola yapılan ‘Kürt Milliyetçiliğine karşı açık bir tavır alma ve Kürt Milliyetçiliğini tecrit etme’ genel başlığı altında Kürt muhalefetini bir bütün olarak karşıya alma çağrısıdır.” deniyor.
Bu konuda çok açık ve net olmak gerekir. Bu ülkede Kürt sorunu vardır ve sorunun, Kürt kimliğinin özgürce ifadesini amaçlayan demokratik ve barışçı yollarla çözülmesi için çaba göstermek her demokratik örgütün başlıca görevidir. Bu konuda samimi bir çaba gösteren Türk olsun Kürt olsun herkesle yan yana durmak gerekir. DİSK’in açıklamasında bu konu çok açık biçimde ortaya konmuştur:
“Bu ülkede Kürt sorununu ilk telaffuz etmiş örgütlerden biriyiz. Bu sorun çerçevesinde yaşanan olumsuzluklara, köylerin boşaltılmasına, insanlara dışkı yedirilmesine, faili meçhul cinayetlere ve teröre açıkça karşı çıktık ve sorunun demokratik çözüm sağlanmasını talep ettik. Bu talebimiz devam ediyor.”
Ancak Kürt sorununun demokratik ve barışçı yöntemlerle çözülmesini istemek başka bir şeydir, Kürt milliyetçiliğini savunmak başka. Neden itiraf etmekten çekiniyoruz ki, bu ülkede Türk milliyetçiliği kadar Kürt milliyetçiliği de yapılmıyor mu, ve milliyetçiliğin her türüne karşı çıkmak demokratlığın bir gereği değil mi? “Ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği aynı şey değildir, aynı kefeye konulamaz” türünden bir yaklaşımın bugünün dünyasında geçerli olmadığını düşünüyorum, ve her tür milliyetçi çıkışın halkları birbirine düşürmeye ve iç çatışmalara neden olacağına inanıyorum.
Hele ki bu milliyetçi çıkışın kör şiddete dayalı araçlarla gerçeklemesi, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmez mi? Hepimiz daha aylar öncesinden “metropoller yangın yerine dönecek” dendiğini bilmiyor muyuz? Bunun ardından minibüslere bomba konmadı mı? Sıradan insanlar ölmedi mi? Nasıl ki Batman’daki, Kızıltepe’deki cinayetlere karşı çıktıysak, buna da karşı çıkmamız gerekmez mi? “Kürt muhalefeti” sadece bu mudur? Ya da bu mu olmalıdır?
DİSK’in açıklaması açık ve nettir. Şöyle denilmektedir:
“Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreçte bir iç savaş tezgahlandı. Faili meçhul cinayetlerle kışkırtılan toplum Çorum ve Maraş olaylarıyla korkuya ve teröre teslim edilmeye çalışıldı. Biz o dönemde bu baskı ve terör faaliyetlerine açıkça karşı çıktık; aydınlara, işçilere, gençler yönelen saldırılara tepki gösterdik. Bunu demokratlığın bir gereği saydık, bedelini de ödedik. Bugün benzer bir gelişmeyi kaygıyla izliyoruz. Bu ülkede Kürt sorununu ilk telaffuz etmiş örgütlerden biriyiz. Bu sorun çerçevesinde yaşanan olumsuzluklara, köylerin boşaltılmasına, insanlara dışkı yedirilmesine, faili meçhul cinayetlere ve teröre açıkça karşı çıktık ve sorunun demokratik çözüm sağlanmasını talep ettik. Bu talebimiz devam ediyor. Dün nasıl demokratlığın bir gereği olarak bunları yaptıysak ve yapmaya da devam ediyorsak, bugün de sorunu daha da çözümsüz kılan silahlı eylemlere, yollara mayın döşenmesine, minibüslere bomba konmasına, masum insanların öldürülmesine, camın çerçevenin indirilmesi gibi provokatif eylemlere ve teröre de açıkça karşı çıkıyoruz. Dün nasıl “Türk milliyetçiliği” adı kullanılarak gerçekleştirilen ve ülkeyi bir iç savaşa sürükleyen eylemlerin karşısında yer aldıysak, bugün de aynı şekilde “Kürt milliyetçiliği” adı kullanılarak ülkeyi bir Türk-Kürt kavgasına sürüklemek isteyenlere açıkça karşı çıkıyoruz. Ve bu gruplarla hiçbir koşulda yan yana olmayacağımızı ilan ediyoruz. Bu nedenle 11 Eylül’de İstanbul’da, İzmir’de ve Mersin’de yapılacak mitinglere katılmayacağımızı, 12 Eylül ile ilgili etkinliği DİSK olarak 12 Eylül pazartesi günü gerçekleştireceğimizi ifade ediyoruz. Bununla birlikte bu provokatif eylemleri fırsat bilerek çeşitli kentlerde girişilen linç girişimlerinin de önlenmesini, halkı sokağa kışkırtan davranışlara hoşgörüyle bakılmamasını, sorumluların yargı önüne çıkarılmasını talep ediyoruz.”
Buradan hareketle iddiayla söylüyorum ki DİSK’in tavrı “Kürt muhalefetini bir bütün olarak karşıya alma çağrısı” değil, “Ne yapıyorsunuz, kendinize gelin!” çağrısıdır. “Minibüs bombalamayı onaylamayın, sıradan insanlar evlerine bayrak astılar diye onların camını kırmayın, tepkinizi bütün Türkleri karşıya alacak şekilde göstermeyin, Kürt sorununun çözümünde silahlı değil demokratik ve barışçı yöntemlerde ısrar edin” çağrısıdır.
Nitekim bu çağrı Kürtlerde de karşılık bulmuştur. Tabii ki DİSK’in tavrını herkes onaylamayabilir ama genel anlamda olumlandığı açıktır. Bu olumlama iddia edildiği gibi sadece “sermaye yanlısı basın”da değil, işçi tabanında ve özellikle Kürtler arasında da yankılanmıştır. DİSK açıklamasında hiçbir tüzel kişilik belirtilmemiş, “bu gruplar” ibaresi kullanılmıştır. Bu bile esas amacın ciddi bir uyarı görevinde bulunmak olduğunu göstermektedir.
Yazıda deniyor ki “…gelişen çatışma ortamı ‘Kürt milliyetçilerinin provokasyonu’ olarak tek taraflı bir biçimde tanımlanamaz. Kürt-Türk çatışması ortamını tahrik eden gelişmelerde, ırkçı, faşist provokatörleri ve bu provokatörlerin arkasındaki devlet güçlerini gözardı etmek, Kürt muhalefetini Kürt Milliyetçiliğine indirgemek ve Kürt Milliyetçilerini gelişen
bu ortamın tek sorumlusu olarak göstermek büyük sermaye basınının ve merkez sağ politikacıların ağzıyla konuşmaktır. Bu tutum Kürt muhalefetinin solla ve işçi hareketiyle bağlarını koparmakta, Türk ırkçılığı ve şovenizmini cesaretlendirmektedir.”
DİSK’in açıklamaları önce basına sonra da üye sendikalara gönderilir. Dolayısıyla okunmamış olması ihtimali yoktur. Durum bu iken DİSK’in “Kürt-Türk çatışması ortamını tahrik eden gelişmelerde, ırkçı, faşist provokatörleri ve provokatörlerin arkasındaki devlet güçlerini göz ardı ettiği” nasıl söylenebilir? DİSK açıklamasında açıkça 12 Eylül öncesinde ve bugün de “Türk milliyetçiliği adı kullanılarak girişilen provokatif eylemlere”, adı verilerek geçmişte “Maraş ve Çorum katliamlarına”, bugün “linç girişimlerine ve halkı sokağa kışkırtan davranışlara” karşı çıkıldığı belirtilmektedir.
Ancak burada tartışmayı “Türk milliyetçiliği mi Kürt milliyetçiliğini tetikler, yoksa tersi mi” ikileminden kurtarmak ve her ikisine birden karşı çıkma cesaretini göstermek gerekir. DİSK tam da bunu yapmıştır. Bu Kürt sorununu Kürt milliyetçiliğine indirgemek değil, aksine sorunun gerçek çözüm zeminlerinin gelişmesine katkıda bulunmaktır.
Dolayısıyla iddia edildiğinin tersine “DİSK adına alınan bu tavır” tam da “Türk-Kürt çatışmasını durdurmaya” yöneliktir, bunda da konjonktürel olarak başarılı olunmuştur. Bu tavrın ” ırkçı-şoven güçlere ve devlet içindeki demokrasi düşmanlarına hizmet ettiğini” iddia etmek tek kelimeyle ayıptır.
Bir başka iddia da “DİSK’in, 1980 sonrasında ilk defa bütün ilerici emek örgütlerinin ve sosyalist solun dışına düşen bir tutum aldığı; DİSK’in bu tutumunun daha çok sağcı, sermaye yanlısı basın-yayın organlarının desteğini aldığı; bu durumun DİSK’in demokrasi güçleriyle ilişkilerini zedelediği” yönündedir.
Bu kadar iddialı ifadelerdeki öznellik bir yere kadar kabul edilebilir ama en azından olgusal olarak da desteklenmesi gerekir ki böyle bir şey yoktur. DİSK bu tavrının hemen ardından Emek Platformu toplantısına katılmıştır. “İlerici örgütlerin” çoğu Emek Platformu’nda yer almaktadır. Ayrıca DİSK Avrupa Sosyal Forum hazırlık toplantısına da katılmıştır ve Atina’daki Avrupa Sosyal Forumu için aktif şekilde çalışma kararı almıştır. DİSK, Musa Anter Ödülleri gecesinde de temsil edilmiştir. Bir başka deyişle, DİSK’in ittifak politikasında değişen bir şey yoktur.
DİSK Yönetim Kurulu bir değerlendirme yapmış ve bunu da kamuoyu ile paylaşmıştır. Buradan hareketle olmayan bir sonucu varmış gibi göstermek doğru değildir. Hele hele öznel yorumu, “DİSK’in yeni tip bir devlet güdümlü sendikacılık anlayışını savunduğu” noktasına götürmek hiç anlaşılır ve kabul edilebilir bir şey değildir.
DİSK’in daha ağır eleştirilerle karşı karşıya dönemlerde, örneğin 28 Şubat döneminde bile bu ifadeleri kullanmayan “ağabeylerimin” bugün bu ifadelerle DİSK’i eleştirmelerini anlayamıyorum ve kabul etmiyorum.
Son olarak şunu söylemek istiyorum:
DİSK’e yönelik eleştirilerde iki tutum var: Birincisi, “DİSK eskiden böyle değildi, şimdi böyle oldu” diyenler; ikincisi, “DİSK eskiden de böyleydi” diyenler. Eleştirilerdeki öznellik faktörüne bakınca, ikinci eleştiri biçimini daha tutarlı gördüğümü itiraf etmeliyim!